Aczini Bilmekte Büyük Rahmet Vardır

out of whack

© ◄ Ayarsız..! ►
Forum Administrator
Aczini Bilmekte Büyük Rahmet Vardır


72879.jpg


Bismillahirrahmanirrahim

DÖRDÜNCÜ NÜKTE
İnsan, şu kâinat içinde pek nâzik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudât, ona musahhar olmuş.
Eğer insan zaafını anlayıp, kâlen, halen, tavren duâ etse ve aczini bilip istimdâd eylese, o teshîrin şükrünü edâ ile beraber, matlûbuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-ı mîşârına muvaffak olamaz. Yalnız, bâzı vakit, lisân-ı hal duâsıyla hâsıl olan bir matlûbunu, yanlış olarak kendi iktidarına hamleder.
Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte, cây-ı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temâşâ bir cilve-i rahmet!..
Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle, matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matlûblardan binden birisine, bin defa kuvvetciğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himâyeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himâyeti ittiham etmek sûretiyle, ahmakâne bir gururla, "Ben kuvvetimle bunları teshîr ediyorum" dese, elbette bir tokat yiyecektir.
İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet sûretinde, Kârun gibi "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" (Kasas Sûresi: 78.) dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder.


(Sözler 23. Söz sh.296)
Bediüzzaman Said Nursi


SÖZLÜK
ÂCZ : Güçsüzlük, kudretsizlik.
AŞR-I MÎŞÂR : Onda birin onda biri, yüzde bir.
CÂY-I DİKKAT : Dikkat edilecek nokta; dikkat edilecek yer veya şey.
CİLVE-İ RAHMET : Rahmet tecellîsi,görüntüsü.
EDÂ : Yerine getirme, ödemek
HÂLEN : Tavır, hareket, davranış veya durum olarak.
HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.
HAMLETMEK : Yüklemek, yüklenmek, isnad etmek.
HAZİN : Hüzün veren, acıklı, kederli.
HİMÂYET : Koruma, korunma.
İKTİDÂR : Güç, kuvvet.
İKTİDÂR-I ZÂTÎ : Kendi gücü, kendi kudreti.
İSTİMDAD : Medet ve yardım istemek.
İTTİHAM : Suçlama; suçlu duruma düşürme.
KÁLEN : Söylemek sûretiyle; söyleyerek; sözle.
KAVÎ : Kuvvetli, sağlam, metin, zorlu.
KÜFRÂN-I NÎMET : Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği nîmetleri bilmeme ve hürmetsizlik etme, nankörlük.
MAKSAD : Ana fikir; kastedilmiş, istenilen şey.
MATLUB : Talep edilen. İstenen.
MEVCUDÂT : Yaratılmış olan, mevcut olan şeyler; varlıklar.
MUSAHHAR : Emre verilmiş, itaatkâr, fethedilmiş, birine bağlanmış.
MUVAFFAK : Başarılı.
NÂZENİN : İnce, nâzik, latîf, nazlı.
SİLLE-İ AZÂB : Azab tokadı.
ŞÂYÂN-I TEMÂŞA : Seyretmeye değer.
ŞEFKAT : Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme.
ŞÜKR : (Şükür) Allah'ın (C. C.) nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah'a teşekkür.
TAHRİK : Harekete geçirme; kışkırtma.
TARZ : Usul, şekil, üslûb.
TAVREN : Hareket olarak, davranış olarak, tavırla.
TESHÎR : İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak.
ZAAF : Zayıflık, iktidarsızlık, kudretsizlik.
 
Üst