10.Günün Manisi

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Yaram derindir eşme.
Aman derdimi deşme,
Sahurda börek yoktu.
Gözlerim oldu çeşme.


ncoZR5rxf0.gif


Sâlih olan seçilir,
Gök kapısı açılır.
Oruçlunun üstüne,
Ne rahmetler saçılır.
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
ÖR YA RAMAZAN!

Ey oruç dizginle şu zâlim nefsi!
Kalplere ferâset, ver ya ramazan!
Allah aşkı ile nurdan bir köprü
Gönülden gönüle, kur ya ramazan!

Sadaka-i fıtır bu ay verilir
Yoksulun gönlüne neş'e serilir
Ukbâ'da sevabı, ecri görülür
Bizi rahmetinle, sar ya ramazan!

Sofrada bereket evlerde sürûr
Gönülleri kaplar tatlı bir huzur
Silinsin kalplerden kin ile gurur
Bencilliği yok et, sür ya ramazan!

''Oruç tut, sıhhat bul'' habîbin sözü
Tut ki sağlık bulsun bedenin özü
O öyle Rahman ki gözetir bizi
Sende ne hikmetler, var ya ramazan!

Vahiy ile süsle verilen aklı
'O' mübârek gece bu ayda saklı
Paslı gönüllere ilâhî aşkı
İlmek ilmek nakşet, ör ya ramazan..!
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
İyi bir davranışa karşı Allah tarafından verilecek mükâfat; Allah'ın rızasına uygun ve âhiret mükâfatına lâyık iyi iş. İslâm dinine uygun olarak girişilen iyi davranışlara karşı Allah'tan umulan mükafatların tamamını dile getiren "sevab"ın karşıtı olarak dilimizde günah ve azap kelimeleri kullanılmaktadır.

İslâm terminolojisinde, kulların farz olan ibadetleri yerine getirdikleri takdirde sevap kazanacakları açıklanmakla beraber; bu terim daha çok, dinî görev olmayan ve kulların kendiliklerinden yaptıkları iyiliklerin Allah tarafından verilecek mükâfatlarını ifade etmektedir. Kur'an-ı Kerim azap ve sevabın sonsuz olduğunu, "Her kim kötülük eder de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar"; "İman edip yararlı iş yapanlara gelince, onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı kalacaklar" (el-Bakara, 2/81-82) âyetleriyle açıklamıştır.

Kur'an-ı Kerim, dünyada işlenen iyi-kötü, az-çok bütün amellerin karşılığının âhirette mutlak surette görüleceğini, bu dünyaya imtihan için geldiğimizi bir çok âyetinde vurgulamıştır (el-Bakara, 2/155). İslâm'a göre insanın âhiretteki durumu sevap ve azabının çokluğuna göre değerlendirilecektir. Sevabı çok olanlar Cennet'e, az olanlar da belirli bir süre Cehennem'e gideceklerdir. Kur'an açısından sevap olarak tanımlanan ameller, "amel-i salih" diye nitelendirilmiştir. Kur'an birçok âyetiyle insanları iman etmeğe ve günahlardan sakınarak sevap kazanmağa çağırmıştır (el-Bakara, 2/103). Bir başka Kur'an âyetiyle, dileyene dünya menfaati, dileyene de âhiret sevabının verileceği müjdelenmiştir (Alû İmran, 3/145). Kur'an'da sevap karşılığında mükâfat terimi de geçmektedir. Nitekim, Kim dünya mükâfatını isterse bilsin ki dünyanın da âhiretin de mükafatı Allah'ın nezdindedir. Allah hakkıyla işitici, kemaliyle görücüdür" (en-Nisa, 4/134). âyetinde sevap bu manada kullanılmıştır. el-Mâide, 5/85 âyeti de aynı espri içinde değerlendirilmelidir. Bir başka âyette el-Kehf, 18/46 mal ve oğulların bu dünya hayatı için bir zinet olduğu, baki kalacak güzel amellerin ise Allah katında sevapça daha hayırlı olduğu açıklanmış, aynı mana Meryem, 19/76 âyetiyle de vurgulanmıştır. Güzel ameller işleyen kişi razı olacağı bir hayat, hoşnut bir geçim ve yaşayış içinde bulunacaktır.

Sevap ve günah terimleri bütün dinlerde, özellikle İslâm'dan önceki Musevilik ve Hıristiyanlıkta da mevcuttur. İçerik ve kapsam farklı olmakla beraber, bu iki dinde de sevap, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve insanlara yararlı olmak için girişilen her türlü iyi davranışları ifade için kullanılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes'in genel esprisi, insanları sevaba teşvik ederek günahlardan sakındırmaktır. İslâm'ın zina, hırsızlık, haksız yere adam öldürme gibi haram ve günah saydığı hususlar, tahriften korunabilmiş Tevrat ve İncil metinlerinde de haram ve günah olarak kabul edilmiştir. Aynı şekilde İslâm'ın sevap saydığı davranışlar, Musevilik ve Hıristiyanlıkta da sevap olarak nitelendirilmiştir. Kur'an-ı Kerim dikkatle incelendiğinde insanları kötülüklerden uzaklaşmaya, hayır ve sevaba vesile olacak iş ve davranışlara yönelmeye teşvik eden bir çok âyet görülür. Bir müslüman öncelikle şunu bilmelidir; "Herkes bu dünyada yaptığının karşılığını âhirette muhakkak surette görecektir" (el-Bakara, 2/281).

Sevap sadece âhirete hazırlık gayesiyle girişilecek iyi faaliyetler bütünü değildir. Onun, dünya hayatını da ilgilendiren bir çok yönü vardır. Çevremize karşı göstereceğimiz iyi davranışlar buna vesile olur ve bize sevap kazandırır. Çünkü bir müslüman inanır ki; "Dünya sevabı da, âhiret sevabı da Allah'ın yanındadır" (en-Nisa, 4/134). Sevap kazanmanın en güzel yollarından biri, yapılan bütün işlerde Allah rızasını kazanmak, Kur'an diliyle, " Allah'a güzel bir ödünç vermektir" (el-Bakara, 2/245; et-Tegabün, 64/17).

Nice insanlar vardır ki, yaptıkları hayırları gizler ve başkalarına göstermeden yardımlarını onlara ulaştırırlar. Bu güzide insanlar hakkında Cenab-ı Hakk, Mallarını gece ve gündüz, açık-gizli hayra sarfedenlerin mükâfatları Allah katındadır. Onlar için ne bir korku, ne de üzülme vardır" (el-Bakara, 2/274) buyurur.

İslâm dini insanları daima iyilik yapma yolunda yardımlaşmaya, kötülük yolunda ise bundan uzak kalmaya çağırmıştır (el-Mâide, 5/2). Bu dünya hayatında müslümanın görevi Rabbinin huzuruna günahla değil, sevapla çıkmak olmalıdır; "Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa Cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür, ne de dirilir" (Tâhâ, 20/74). Sevap konusunda bir noktaya iyi dikkat etmek gerekir: Bu dünya hayatında kişilerin aklî ve bedenî kuvvetleri yerinde iken hayır ve iyilik yapmaları, sevaba vesile olacak faaliyetleri bizzat yürütmeleri gerekir. Yoksa ölüm gelip çattığı zaman dövünmenin bir faydası olmayacaktır. Nitekim; "Herhangi birinize ölüm gelip de; "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!"demesinden önce size verdiğimiz rızıktan harcayın" (el-Münâfıkûn, 63/10) âyeti, durumu böyle olanların halini gayet güzel bir şekilde açıklamaktadır.

İslâm açısından sevap, müslümanlar arasında dayanışma ve sevgi bağlarının kuvvetlenmesini sağlayan güzel bir davranıştır. Sevap duygusu ve sevap işleme aşkı, Allah ile kulların birbirlerine bağlanmasını sağlayan en güzel bir köprüdür. Bu bakımdan dilimizde, "sevaba girmek", "sevap işlemek" ve "sevap kazanmak" vb. deyimler hayır işleri ve hayırlı teşebbüslerde daima hatırımıza ilk gelen cümleler olmuştur.

İslâm'a göre sevap kavramını iki ana grupta toplamak mümkündür: 1. Kullar için sevap, 2. Allah için sevap. Ancak kullar ve Allah için olan sevapların kesin hududunu çizmek de kolay değildir. Daha umumi bir açıdan İslâm'a göre sevabı, dinin kesinlikle vazife saydığı faaliyetler dışında kalan ve insanın kendi arzusuyla yaptığı fiiller diye tarif etmek mümkündür.

Osman CİLACI
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Banucicek_bism_black.jpg


Göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.
Âl-i İmrân 3/190
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünkü ona Allah yedirip içirmiştir.
(Müslim, Sıyam 171, (1155); Tirmizi, Savm 26, (721))
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölümünden önce şu duaları çok tekrar ederdi: "Sübhânallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etûbu ileyh. (Allahım seni hamdinle tesbîh ederim, mağfiretini diler, günahlarıma tevbe ederim.)" Ben kendisinden bunun sebebini sordum. Şu açıklamayı yaptı:"Rabbim bana bildirdi ki, ben ümmetim hakkında bir alâmet göreceğim. Ben onu görünce Sübhânallâhi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etûbu ileyh zikrini artırdım. Bu gördüğüm, İzâ câe nasrullahi ve'lfethu... sûresidir." [Buhârî, Tefsir, Nasr, Ezân 123, 139; Megâzî 50; Müslim, Salât 220, (484).]
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
"Ey Ebû Bekr'in kızı! Sana diğer duâları da için*de toplayan duâları söyleyeyim mi? Şöyle duâ et:

31_1.gif

"Ey Rabbim! Senden bildiğim ve bilmediğim hayrın hem çabuk, hem geç olanını istiyorum. Ey Rabbim Re*sûlünün senden istediğini istiyorum, Resûlünün sana sı*ğındığı şeyden ben de sana sığınıyorum. Allah'ım benim için kaza ettiğin şeyin âkibetini doğru yola ulaştır.” (8)

Bismillahi vel hamdü lillâhi, allâhümme leke sumtü ve alâ rızkıke eftartü ve aleyke tevekkeltü, Sübhâneke ve ni hamdike tekabbel minni, inneke entes semiul aliym

Manası: “ Allah’ım! Senin için oruç tuttum, Senin için rızkınla orucumu açtımAncak Sana tevekkül ettim Seni hamdinle tesbih ederim Allah’ım Benden kabul buyurÇünkü Sen işiten ve bilensin”
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
27. Es-Semi: Mükemmel işiten.
28. El-Basir: Gizli açık, her şeyi iyi gören.
29. El-Hakem: Mutlak hakim, hakkı batıldan ayıran.
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
MUHAMMED EMİN ERBİLÎ
Son asırda Irak””ta ve Mısır””da yaşamış olan velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Babasının ismi Fethullah””tır. Doğum târihi bilinmemektedir.
2008-09-10-KIZILDENIZ-5-300x225.jpg


Ancak on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Irak””ın Erbil şehrinde doğdu. 1914 (H.1332) senesinde Kâhire””de vefât etti. Kabri, Karafe kabristanındadır.
Kâdiriyye yolu ileri gelenlerinden olan babası Fethullah Efendinin terbiyesinde yetişen Muhammed Emin Erbilî, babasından Kur””ân-ı kerîm okumayı ve diğer temel din bilgilerini öğrendi. Erbil””de bulunan âlim ve velîlerin ilim meclisinde ve sohbetlerinde bulundu. Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mevlânâ Şeyh Ömer””e talebe oldu. Onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu.Şeyh Ömer Efendinin pekçok yüksek hallerine ve kerâmetlerine şâhid oldu. Onun sohbetinde ilâhî feyzlere kavuştu. Nefsinin istediklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle Allahü tealânın rızâsına kavuşmaya çalıştı. Nakşibendiyye yoluna göre yetişip güzel ahlâk ve iyi haller sâhibi oldu. Hocasının talebeleri arasında en yükseği oldu. Hocasının verdiği vazifeleri edepli bir şekilde ve tam olarak yerine getirdiği gibi, arkadaşlarına karşı da muâmelesi hoştu.
Mısır””da Ezher Medresesinde Muhammed Râzî isminde âlim bir zât vardı. Fakat tasavvuf yoluyla ilgisi yoktu. Bir gün Muhammed Emin Erbilî hazretleriyle oturup sohbet ederlerken, MuhammedEmin Erbilî””ye; “Bu zamanda mürşid-i kâmil yoktur. Kendisinin mürşid-i kâmil olduğunu söyleyenler ise bu zamânın deccalleridir. Eğer sen kendinin mürşid-i kâmil olduğunu söyleyecek olursan, sen sâlih bir kimsesin. Mürşid-i kâmil olmaktan çok uzaksın.” dedi. MuhammedEmin Erbilî hazretleri buyurdu ki: “Allahü teâlâ her zaman yeryüzünde mürşid-i kâmiller bulundurur. Allahü teâlâdan sana zamânın mürşid-i kâmilini göstermesini diliyorum.” Sohbetten sonra ayrıldılar. Muhammed Râzî ismindeki o kimse bir gece rüyâsında yüksek ve nûrlu kürsüler üzerinde oturan velîleri gördü. O zâtların yüzleri ayın on dördü gibi parlıyordu. Onlara imrenerek kendi kendine dedi ki: “Bunlar mürşid-i kâmil olan zâtlardır herhâlde.” Utanarak birisine yaklaştı ve; “Bu zamânın mürşid-i kâmilini biliyor musun?” diye sordu. O zât da; “Bu zamânın mürşid-i kâmili, şu senin yanında oturan arkadaşındır.” diyerek Muhammed Emin Erbilî hazretlerini işâret etti. Muhammed Râzî o zâtın işâret ettiği kimsenin yanına gidince Muhammed Emin Erbilî hazretlerini gördü. Muhammed Emin Efendiye; “Sen mürşid-i kâmil olan kimselerdensin de kendini niçin gizliyorsun. Beni de meclisine al.” dedi. Muhammed Emin Erbilî hazretleri; “Şimdi meşgûlüm. Sana hakîkati daha sonra anlatacağım.” buyurdu. Muhammed Râzî uykudan uyandı. Rüyâda gördüklerini düşündü. Ertesi gün, Ezher Medresesinin revaklarında oturan MuhammedEmin Erbilî””yi görüp onun yanına yaklaştı.Fakat Muhammed EminErbilî ona yumuşaklıkla; “Yâ Şeyh sabret. Sana olanları anlatacağım.” buyurdu. Bu söz karşısında şaşkına dönen Muhammed Râzî kendi kendine; “Ben rüyâda gördüklerimi kimseye anlatmadım.” dedi. O kimse, MuhammedEmin Efendiye; “Ben rüyâmda şöyle şöyle gördüm, fakat onu sana anlatmadım. Senin, bu zamânın mürşid-i kâmili olduğunu anladım. Beni de zikir meclisine kabûl et.” dedi. Muhammed Emin Erbilî hazretleri onu Bulak””taki meclisine kabûl etti. Muhammed Râzî ismindeki o zât da tasavvuf yoluna girip, ilerledi. Muhammed Emin hazretlerinin bereketiyle Allahü teâlânın rızâsına kavuştu.
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Ana Hakkı ve Alkama'nın Sonu

Hazreti Peygamberimiz (s.a.s.) eshabıyla oturmuş sohbet ediyordu. Bir kadın sahabe Resulullah'ın huzuruna telaşla girerek:

- Ya Resûlellah! Şu anda kocam ölüm dçşeğinde, belki biraz sonra ölmüş olacak... Yalnız yanında kelime-i şehadet getirdiğimi anladığı ve kendiside getirmeye çalıştığı halde şehadet kelimesi getiremiyor. Kocamın imansız gitmesinden korkuyorum. Bu hususta bir yardımınızı bekliyorum, dedi.

Hazreti Peygamberimiz:

- Kocan sağlığında ne gibi kötü harekette bulunurdu? diye sordu.

Kadın hiçbir kötü amelinin olmadığını, namazını kılıp her türlü ibadetini noksansız yerine getirmeye çalıştığını söyledi.

Bu sefer Peygamberimiz:

- Kocanızın dünyada kimi var? diye sordu.

Kadın ihtiyar bir annesi olduğunu söyleyince Peygamberimz (s.a.s.) kadının kocası Alkama'nın anasın huzura çağırdı. Hazreti Alkama'nın anası, Hazreti Peygamberimizin huzuruna çıktı. Peygamberimiz:

- Oğlun sana karşı nasıl hareket ederdi? Oğlundan memnunmusun? diyr sordu.

Alkamanın anası:

- Ya Resulullah, oğlum evleninceye kadar çok iyi muamele ederdi. Evlendikten sonra hanımını dinledi, bana hor bakmaya başladı. Hatta son zamanda evini bile ayırdı. Ben de üzüldüm, onun bu hareketine, dedi.

Peygamberimiz (s.a.s.) yaşlı kadına; oğlunun ölüm döşeğinde olduğunu, hakkını helâl etmediği takdirde cehennem azabı çekeceğini söylediyse de kadın:

- Hakkımı helâl etmem ey Allah'ın Resûlü, dedi.

Alkama ise evde yatıyor, hâlâ şehadet kelimesi getiremiyordu.

Hazreti Peygamberimi, kadının annelik şefkatini harekete geçirmek için, orada bulunanlara:

- Bana biraz odun hazırlayın, diye emir verdi.

Kadın hayretle :

- Odunu ne yapacaksın ya Resûlellah! diye sormaktan kendini alamadı.

Çünkü o da şüphelenmişti.

Peygamber Efendimiz :

- Oğlunu yakacağım... Zira yarın cehennemde yanacağına cezasını burada çeksin, daha iyi buyurunca, kadın dayanamadı,

- Oğlumun gözümün önünde yanmasına razı olamam ya Resûlellah ! Ona hakkımı helal ediyorum, dedi.

Murat hasıl olmuştu... Hazreti Peygamberimiz, Bilâl-ı Habeşi Hazretlerini göndererek :

- Git bakalım, Alkama ne haldedir? buyurdular.

- Bilâl-i Habeşi Alkam'nın yanına varıp şehadet kelimesei telkin ettiğinde, Alkama'nın dili açılmıştı :

- Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resûlüllah, deyip ruhunu Allah'a teslim etti.


Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
felak suresi

bismillahirrahmanirrahim.gif

felak-suresi-1379.gif


okunuşu:Kul e'ûzü birabbilfelak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri ğasikın izâ vekab. Ve min şerrinneffâsâti fil'ukad. Ve min şerri hâsidin izâ hased.
meali:
1- De ki: "Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım,
2- Yarattığı şeylerin şerrinden,
3- Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
4- Ve düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden,
5-Ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Şüphesiz Rab’bınız sağır ve gaib değildir. O sizin bindiğiniz develerin semerlerinin başları arasındadır."

Hz.Muhammed
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
ABDULLAH IBN MES'UD
(?- 32/652-653)

Ilk müslümanlardan, muhaddis, fakîh ve müfessir sahâbî.

Adi Abdullah, künyesi Abdurrahman'dir. Babasi Mes'ud, annesinin adi Ümm-i Abd'dir. Babasi hakkinda fazla bir bilgi yoktur. Onun, Zühreogullarindan Abd b. Hâris'in müttefIki oldugu bilinmektedir.

Abdullah, Mekke'nin fakîh âilelerinden birine mensuptu. Gençliginde Ukbe b. Ebi Muayt'in koyunlarini güderek çobanlik yapmistir. Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber ile Ilk tanismasi ve karsilasmasini söyle anlatir: Ben Ukbe b. Ebi Muayt'in koyunlarini güdüyordum. Bir gün Rasûlullah (s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) yanimdan geçiyorlardi. Rasûlullah bana sütümün olup olmadigini sordu. Ben de ona çoban oldugumu ve bu koyunlarin emânet olduklarini söyledim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yavrulamamis ve süt vermeyen bir koyunun var mi? Bana gösterir misin?" dedi. Ben de koç yüzü görmemis bir koyun yanastirdim. Rasûlullah koyunun memesini tutup sagmaya basladi. Gerçekten yavrulamamis ve sütü olmayan bu koyundan süt sagip Ebu Bekir'e verdi. Hz. Ebu Bekir içti; sonra kabi Rasûlullah alip o da içtikten sonra koyunu saldi. " (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 150-151)

Iste Ibn Mes'ud o günden sonra Hz. Peygamberin yanindan ayrIlmadi.

Islâm'i kabul edenlerin altincisidir. O müslüman oldugu zaman Peygamberimiz (s.a.s.) henüz Erkam'in evine tasinmamisti.

Islâm'i kabul ettikten sonra hep Kur'ân-i Kerim ezberlemistir. Kendi ifâdesiyle hifzettigi yetmis sûreyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in huzurunda okumustur. Sahâbeler arasinda hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete girisememis, daha sonra Abdullah Kur'an'in tamamini ezberlemistir.

Ibn Mes'ud, müslüman oldugu siralarda müslümanlar Hz. Peygamber ile açiktan açiga Ibâdet edemiyor, Istedikleri yerde yüksek sesle Kur'an okuyamiyorlardi. Müslümanlarin böyle bir hareketi, müsriklerin bütün câhilî duygularini kabartir, onlari müslümanlara karsi siddetli ve canice saldirilarda bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki müslümanlar, bu gibi tehlikelerden sakinmak Isterler, müsrikleri aleyhlerinde harekete tesvik ve tahrik edecek hareketlerden kaçinirlardi. Iste bu zor günlerde Abdullah Ibn Mes'ud, Kâbe'de Kur'ân okumak Istemisti. Hz. Peygamber ve Ashâbi bunun tehlikeli bir hareket oldugunu, özellikle Mekke'de kendisini himaye edecek büyük bir âilenin bulunmadigini, müsriklerin ona karsi pervasizca hareket ederek kendisini iskenceye ugratacaklarini söylemisler, fakat Ibn Mes'ud'un iman coskunlugu bütün bunlari geçmis: "Beni, onlarin serrinden Allah korur!" diyerek kalkmis ve Kâbe'ye gitmisti.

Bu sirada Kureys müsriklerinin büyükleri toplanmis, Harem'de bir meseleyi görüsüyorlardi. Onlar konusurlarken, yüksek ve güzel bir ses besmele çekmis ve Kur'ân-i Kerîm'den Rahman sûresini okumaya baslamisti. Herkes hayret etmis ve bu cesur adamin kim oldugunu ögrenmek üzere ona yöneldiklerinde Ibn Mes'ud oldugunu görmüslerdi. Kureys'liler kizmis, bu hareketi en siddetli cezalarla karsilamak Istemislerdi. Ibn Mes'ud'u kizgin kumlara yatirip Islâm'i terketmeye davet ettiler. Fakat Ibn Mes'ud, bu ezalara zerre kadar önem vermedi. Müsrikler de iskencelerinin bir fayda vermeyecegini anlayarak onu biraktilar .

Abdullah Ibn Mes'ud (r.a.) Kureysliler'in bu haince hareketleri yüzünden hastalandi ama içinde yanan iman atesi zerre kadar sönmemis, mâneviyati asla sarsIlmamisti. Ibn Mes'ud, Ilk firsatta ayni hareketi tekrarlamis; yine Kureysliler'in toplandiklari yerlerde Allah kelâmini en yüksek sesle okuyup Hz. Peygamber'den sonra Ilk kez Kâbe'de Kur'ân okuyarak müsriklere Islâm mesajini teblig etmisti. (Ibnü 'I-Esîr, Üsdü '1-Gâbe, I I I, 256-257).

Abdullah Ibn. Mes'ud'un bu imani ve cesareti müsriklerin ona büyük düsman kesIlmesine neden olmustu. Kureys'in bu tutumu karsisinda Ibn Mes'ud (r.a.) Mekke'yi terketmeye ve hicrete mecbur kaldi ve Habesistan'a gitmek üzere çöllere düstü. Daha sonra Habesistan'dan Medine'ye hicret ederek Muaz b. Cebel'e misâfir oldu.

Rasûlullah Medine'ye gelince, ona bir yer göstererek Medine'de yerlesmesini saglamisti.

Ibn Mes'ud, bütün büyük savaslara katIlmis ve hepsinde de önemli fedâkârliklar göstermistir. Bedir savasinda, Ensâr'dan Iki genç, Ibn Mes'ud'a gelerek, kendilerine Ebu Cehil'i göstermesini Istemis, sonra da küfür ordusunun basini temizlemislerdi.

Ibn Mes'ud (r.a.) Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber gazveleriyle Mekke'nin fethinde Rasûlullah ile birlikte bulundu. Huneyn gazvesindeki bozgun esnasinda Rasûlullah'in yanindan hiç ayrIlmadi. Rasûlullah onun bu fedâkârligini takdir buyurmustu. Abdullah Ibn Mes'ud, her gazada, Allah yolunda sehîd olmak gayreti ile savasan sahâbîlerdendi. Ondaki iman kuvveti, onu daima ileriye atiyor, ancak müslümanlarin zaferi ve müsriklerin yenilgisi gerçeklestikten sonra rahat ediyordu. Hz. Peygamber'in vefatindan sonra kIsa bir müddet, inzivaya çekildi. Fakat Ömer devrinde yeni fetihlere baslandigi zaman heyecani yeniden uyanan Ibn Mes'ud, cihad için Suriye cephesine gitti.

Hz. Ömer, hicrî yirminci yilda Ibn Mes'ud'u, Kûfe kadiligina tayin etti. Kadilik görevinin yani sira Beytülmâl*'in muhafazasi ile ilgilenecek, öte yandan halkin dinî egitimine de önem verecekti. Hz. Ömer bununla ilgili olarak Kûfe halkina gönderdigi mektupta söyle diyordu:

"Size Ammâr b. Yâsir'i Emir, Ibn Mes'ud'u da ögretici olarak gönderiyorum. Beytü'l-mâl'iniza da Ibn Mes'ud'u tayin ettim. Bunlarin her Ikisi de Bedir ehlindendirler. Onlari dinleyin ve onlara itaat ediniz. Ibn Mes'ud'u yanimda alikoymak istiyordum ama sizi kendime tercih ettim."

Ibn Mes'ud (r.a.), üzerine aldigi bu görevi son derece liyakat ve ehliyet ile yerine getirdi. Kûfe, mahsullerinin çokluk ve çesitliligi, gelirinin genisligiyle taninmis bir merkezdi. Onun için buranin 'beytü'l-mâl'i önemliydi . Çünkü burasi, binlerce Mücahidin tahsisâtini karsiliyordu. Horasan, Türkistan ve bunlara benzer diger yerlerde, cihada katilan müslümanlar en uzak cephelerde çarpIsan ordular, buradan teçhiz ediliyordu. Bu durum, Ibn Mes'ud tarafindan yürütülen vazifenin ne kadar zor oldugunu göstermeye yeterlidir. Ibn Mes'ud'un bu kadar mühim bir isi üstlenmesi onun ne kadar hünerli biri oldugunu gösterir.

Abdullah Ibn Mes'ud, ayni zamanda son derece zâhid ve müttakî idi. Dünyevî hiçbir zevk onu çekememisti. Bundan dolayi onun emin eline verilen bütün vazifeleri en yüksek dogrulukla yerine getirir; beytü'l-mâl'in her seyini korur ve her seyi ancak yerine, ehil ve hakki olana verirdi. Bu hususta o kadar itina ederdi ki: Bir defasinda Sa'd b. Ebi Vakkas ile arasinda bir ihtilaf oldu. Sa'd, beytü'lmâl'den bir miktar borç para almis, ödeme zamani geldiginde borcunu ödemedigini görünce, ona agir sözler söylemis ve kalbini kirmisti.

Ibn Mes'ud altmis yasindayken hastalandi. Bir gece rüyasinda Rasûlullah'i gördü. Hz. Peygamber onu davet ediyordu.

Ibn Mes'ud'un vefati yaklastigi zaman Hz. Zübeyr ile oglu Abdullah yanina gelmislerdi. Hicrî otuzIkinci yilda vefat etti. Onu Hz. Zübeyr ve oglu teçhiz ve tekfin ettiler. Sahih rivâyetlere göre cenaze namazini bizzat Hz. Osman kildirdi. Hz. Osman b. Mazun ise onu kabrine indirdi.

Ibn Mes'ud, Islâm'a girdigi günlerden beri ilimle ugrasmakla kendini göstermisti. Rasûlullah ondaki bu ilgi ve sevki sezerek: "Sen, muallim olacak bir gençsin" buyurmuslardi. Gerçekten Ibn Mes'ud her ânini ilim tahsili ile geçirmis, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in deniz gibi Ilminden yararlanmak için firsati ganimet bIlmisti.

Ibn Mes'ud, Rasûlullah'in en özel, en mahrem dostlarindan ve adamlarindandi. O, Rasûlullah'a hizmetle övünürdü. Bazen Rasûlullah'in misvakini tasir, takdim ederdi. Bazen âsasini getirirdi. Buna benzer birçok özel hizmetlerini yapardi. Ayrica o, Rasûlullah'in sirdaslarindandi. Rasûlullah'in o kadar yakinlarindandi ki, meclisine izinsiz girer, onunla konusur, emirlerini dinler ve bütün arzularini yerine getirirdi. (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 153).

Ibn Mes'ud, ilâhî vahyi, bizzat onu alan ve telâffuz eden Hz. Peygamber' den ögrenmistir. Bunun içindir ki o, Kur'an'i en iyi bilen, en mükemmel ezberleyen zatlardandi. Herkes onun bu husustaki bilgisini ve kabiliyetini takdir ederdi; ashâb'in hepsi, onun Kur'ân'a olan vukûfiyetini ve bundaki üstünlügünü kabul ederlerdi. (Buhâri, Fadâilu Ashâbi'n-Nebi, 37).

Ebu Ahves der ki: "Bir gün Ebu Musa'l-Es'âri'nin evinde bulunuyorduk. Orada Ibn Mes'ud'un arkadaslarindan bazi zatlar vardi. Mushaf'a bakiyorlardi. Abdullah kalkarak, Ibn Mes'ud hakkinda sunlari söyledi: "Rasûlullah'in ilâhî vahyi Ibn Mes'ud'dan daha iyi taniyan birini birakmadigi kanaatindeyim." Ebu Musa bu sözleri dinledikten sonra: "Biz bulunmadigimiz zaman o, Rasûlullah'i görür, biz kabul olunmadigimizda o, huzura kabul olunurdu" dedi.

Amr b. As'in oglu Abdullah'in meclisine devam eden Mesruk der ki: Abdullah b. Amr'a gider, konusurduk. Bir gün Abdullah Ibn Mes'ud'dan söz açildi. Abdullah dedi ki: 'Öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki, onu çok seviyorum, sevecegim de. Çünkü Rasûlullah onun hakkinda söyle buyurmustu: "Kur'an'i dört kisiden ögreniniz: Ibn Mes'ud'dan, Muaz b. Cebel, Übey b. Kaab ve Ebu Huzeyfe'nin mevlâ'si Sâlim'den." Rasûlullah bu açiklamasina Ibn Mes'ud ile baslamisti . " (Buhârî, Fezâilü'l Kur'ân, 8)

Ibn Mes'ud, Kur'an'in yayIlmasina, onu, Rasûlullah'dan aldigi sekilde ögretmeye çalisirdi. Öte yandan tefsir Ilminde de mühim hizmetleri olmustu. Ibn Mes'ud der ki: "Habesistan'a hicret etmeden önce, Mekke'de bulundugumuz sirada, Rasûlullah'a, namaz kilarlarken selâm verirdik, o da selâmimizi alirdi. Habesistan'dan dönüsümüzde yine ayni sekilde namaz kilarlarken selâm verdik, selâmimizi almadi. Namazini bitirdikten sonra Rasûlullah'a sebebini sordum: "Cenâbi Hak, namazda konusmayi yasakladi", buyurdular. (Ibn Hanbel, Müsned, 1, 377).

Yine Ibn Mes'ud anlatiyor: Hz. Peygamber (s.a.s.)'e söyle soruldu: "En büyük günah sunlardan hangisidir? Allah'a ortak kosmak, kendi çocugunu öldürmek, komsunun karisi ile zina etmek. " O zaman Rasûlullah'a su âyet-i kerime indi: "Onlar ki Allah ile beraber baska bir ilâha Ibâdet etmezler, Allah'in haram kildigi cana haksiz yere kiymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de bunlari yaparsa kiyâmet günü agir cezaya çarptirilir. " (el-Furkan, 25/67).

Ibn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'i tefsir etme hususunda son derece ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: "Mescitteydim. Orada Kur'ân'i kendi re'yiyle tefsir eden bir adami gördüm ve hemen oradan ayrildim. Bu adam: "Gögün açik bir duman ile gelecegi günü bekle, o Insanlari sarar, bu, acikli bir azaptir." (ed-Duhan, 44/10), âyetini tefsir ederken, kiyâmet gününde herkesin nefesini tikayacak ve onlari nezleye ugratacak bir dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir Insanin bIlmedigi bir sey için Allah bilir, demesi, onun Ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise Kureys'in Rasûlullah'a karsi son derece siddetli davrandiklari zamanlarda inmisti.

Ibn Mes'ud, Kur'an-i Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan ögrenenlerdendi. Onun için kiraatinde baska bir mükemmellik vardi. Rasûlullah onun kiraatinden bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte Ibn Mes'ud, güzel sesle Nisâ sûresini okuyordu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile birlikte mescide gelmis ve onu zevkle dinledikten sonra söyle demislerdi: "Ibn Mes'ud! ne dilersen dile nâil olursun!"

Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmis ve Rasûlullah'dan duyduklarini Ibn Mes'ud'a müjdelemek Istemisti. Ibn Mes'ud ona: "Ebu Bekir seni geçti" demisti. Hz. Ömer de: "Allah Ebu Bekir'den razi olsun, onun daha önce sana geldiginden haberim yoktu" demisti (Ibn Hanbel, Müsned, 1, 454)

Gerçekten Ibn Mes'ud'un kiraati son derece güzeldi. Rasûlullah, Kur'an'i ona talim ettikten sonra, sesinden dinlemek Isterdi. Ibn Mes'ud, bir gün Rasûlullah'a: "Biz Kur'an'i sizden okuduk, sizden ögrenmedik mi?" demis, Rasûlullah da söyle buyurmustu: "Evet ama ben Kur'an'i baskalarindan dinlemek Isterim."

Ibn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlullah'in huzurunda Nisâ sûresinden bir bölüm okuyordum. "Her ümmetten bir sâhid getirdigimiz, seni de onlarin üzerine sâhid getirdigimiz vakit, bakalim onlarin hali nice olacak?" (en-Nisâ, 4/41). Âyeti kerimesine geldigim zaman, Rasûlullah'in gözleri yasarmisti ."

Ibn Mes'ud, Rasûlullah'a yakinligi dolayisiyla son derece genis bilgiye sahipti. "Onun, o devre ait bIlmedigi yoktu" dersek mübalâga etmis olmayiz. Bununla beraber o, asr-i saâdet'e ait rivâyetlerde son derece ihtiyatli davranirdi. Amr b. Meymun söyle der: "Abdullah ile tam bir yil kaldim. Bu müddet içinde onun 'Rasûlullah buyurdu' dedigini duymadim. Sâyet böyle bir söze baslarsa bütün vücudu ürperir ve alnindan terler akardi." (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 156).

Ibn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti; Rasûlullah'in hadIsleri ni rivâyet ederken son derece dikkatli olmalariydi. O, talebelerine derdi ki: "Rasûlullah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet ve risâlet sanina en lâyik, ümmetinin hidâyetine en faydali ve takvâya en uygun olanini gözetiniz." (Ibn Hanbel, Müsned, I, 385).

Ibn Mes'ud'un, çok ihtiyatli davranmasina ve talebelerine de hadis rivâyeti konusunda sIki sIki tembihlerde bulunmasina ragmen, ondan çok hadis rivâyet edIlmistir. Üstelik o, çok rivâyetiyle taninan Muksirun* sahâbîlerden biridir. Buna ragmen Ibn Mes'ud, mutlak hadis rivâyet etmez, onun rivâyetleri çogunlukla Rasûlullah'dan ögrendigi farzlari açiklayan ve dini emirlerin kolayca anlasIlmasina yardimci olan talimatlardir. Sahih hadis kitaplari ve müsnedlerde ondan rivâyet edilen hadIsleri n toplami sekizyüzkirksekizdir. Bunlarin altmisdördünü Buhârî ve Müslim müstereken rivâyet ederler. Ayrica yirmibirini Buhârî, otuzsekizini Müslim nakletmistir. Böylece Buhârî, Ibn Mes'ud'dan toplam seksen bes, Müslim, toplam doksandokuz hadis rivâyet etmislerdir.

Ibn Mes'ud, fIkih Ilminin kurucularindan olan fakîh sahâbilerden biridir. O, özellikle Hanefi fikhinin temel tasidir. Önce de belirttigimiz gibi, o, bütün Kûfe eyaletinin kadisiydi. Onun içindir ki Ibn Mes'ud, halka, fIkih meselelerini ve içtihadlarini ögretir, bütün mürâacatlarini cevaplar ve problemlerini hâllederdi. Irak kitasinin bütün âlimleri, Ibn Mes'ud'u rehber tanirlardi. Çünkü fIkihta en çok istifâde ettikleri zat oydu. Hz. Ibn Mes'ud'un baslica talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid, özellikle fIkih Ilmindeki derinlikleriyle söhret kazanmislardi. Bunlardan sonra 0brahim enNahàî, Kûfe fikhina genislik vermis ve Irak fakîhi ünvanini almisti. 0brahim en-Nahâî'nin bütün dayanagi Ibn Mes'ud'un içtihadlariydi. Ibn Mes'ud'un bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâd b. Süleyman'a intikâl etmis, ondanda 0mâm-i A'zam Ebû Hanîfe'ye geçmisti. 0mâm-i A'zam bunlari genisletmis, ilim ve ictihadiyla yaymisti. Böylece Islâm âleminin önemli bir bölümü, bunlarin Ilminden yararlanmistir.

Abdullah Ibn Mes'ud, kiyas ile muasirlarinin birçok problemlerini çözmüs, bu kaidenin yerlesmesinde son derece büyük hizmetlerde bulunmus ve böylece usul-u fIkih Ilminin ortaya çikmasina, istinbat melekesinin kuvvetlenmesine büyük katkilarda bulunmustur.

Ibn Mes'ud, bu suretle kiyas'in en önemli esaslarini tesbit etmistir.

Ibn Mes'ud'un bu önemli fikhî görüs ve içtihadlari Misirli âlim Muhammed Ravvâs Kal'aci tarafindan "Mevsû'atu Fikhî Abdullah Ibn Mes'ud " (Abdullah Ibn Mes'ud'un Fikhî Ansiklopedisi, Kahire 1984) adiyla toplanmis ve ilim hayatina kazandirIlmistir.

Hz. Ibn Mes'ud'un muasirlari ondan birçok meselelerde faydalanmislardir. Imam Muhammed b. Hasan es-Seybânî; "Ashâb içinde fIkih meselelerinde derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Es'ari, Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah Ibn Mes'ud'tur" der. Imam Sa'bi: "Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah Ibn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fikhî meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanimin bütün âlimleri Abdullah Ibn Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle dolu bir zattir." derdi.

Ibn Abbas da, Ibn Mes'ud hakkinda söyle der: "Kur'ân'in en büyük tercümanidir."

Ibn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays idi. Alkame, dimaginin tazeligi, malûmatinin genisligi ile seçkindi. Ibn Mes'ud, onun kendisinden daha çok malûmatli oldugunu söylerdi:

Ibn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'i Kerim, hadîs ve fIkih okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka olustururlardi. Ondan ders okuyanlar arasinda büyük söhret kazananlar da vardi. Alkame, Mesruk, Esved, Abîde, Kâdi Süreyh, Ebu Vâil bunlar arasindadirlar. Her biri büyük bir âlim olan bunlar arasinda özellikle Alkame, daima Ibn Mes'ud'u hatirlatan bir simâ olmustu. Ibn Mes'ud yola çiktigi zaman talebelerinin çogu onunla beraber hareket ederler ve ona yoldas olurlardi.

Bir gün Habbâb b. Eret, Ibn Mes'ud'un son derece genis olan ders halkasina gelmis, oraya devam eden gençlerin çoklugundan memnun olmus ve Ibn Mes'ud'a en liyakatli talebesini sormustu. Ibn Mes'ud da Alkame'yi göstermisti. Hz. Habbab, Alkame ile görüsmüs ve onun malûmatinin genisliginden çok derin bir zevk duymustu.

Ibn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir istiyakla dinlerler ve derslerini ask ve sevkle alirlardi. Baslica talebelerinden olan Sakik der ki: "Mescitte Ibn Mes'ud'u bekler, onun derse çikmasi için yolunu gözetlerdik. Bir gün biz böyle beklesirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmis ve bize: 'Dilerseniz evine gidip bakayim, evdeyse alip getirmeye çalIsayim' demis ve gitmisti. Ibn Mes'ud gelmis, bize: 'Ben sizi biktirmamak için gelmedim. Rasûlullah bize vaazlarini fasila ile verirdi. Çünkü bikkinliga ugramamizi Istemezdi.' demisti."

Ibn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O, ahlâk ve yasayis tarzini bizzat Rasûlullah'dan ögrenmisti. Çünkü o, Rasûlullah'in en yakin dostlarindandi. Her zaman Rasûlullah'in yanina girer, hizmetlerini görür, ayakkabilarini çevirir, önünde yürür, yikanacagi zaman perde tutar önünde siper olurdu. Rasûlullah ona, kayitsiz sartsiz bir müsaade vermisti. Ibn Mes'ud'a: "Her zaman yanima girebilirsin, ancak benim mani olacagim zamanlar hariç" derdi. (Ibn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154). Bunun içindir ki onun, Rasûlullah'i yegâne uyulacak Insan bIlmesi, onun her hâliyle hâllenmesi kadar tabii bir sey olamaz. Ibn Mes'ud, Kûfe'den ayrildigi hâlde ünü orada uzun zaman yasamis; herkes onun ilim ve irfaninin yani sira takvasini, iffetini, güzel huylulugunu, kalbinin rikkatini ve övgüye deger ahlâkini anmaya devam etmisti. Hz. Ali, Kûfe'ye gittigi zaman Ibn Mes'ud'un övgüye deger vasiflarla anildigini duyduktan sonra onun Kur'ân'i Kerim'e vukûfunu, helâli helâl, harami haram tanidigini, dinde fakih ve sünnette âlim oldugunu ilâve etmisti.

Abdullah Ibn Mes'ud, Ebu Umeyr adinda bir dostunu ziyaret etmek üzere çikmis, fakat evinde bulamayarak âilesine selâm göndermis ve kendisine bir miktar su verIlmesini rica etmisti. Evin hanimi, hizmetçisini komsuya göndererek su Istetmisti. Hizmetçi geciktigi için hanim ona lânet okumustu. Ibn Mes'ud hanimin hizmetçiye lânet okudugunu duymus ve evden çikmisti. Çikarken dostu Ebu Umeyr ile karsilasmisti. Ebu Umeyr "Ya Ebu Abdurrahman! Sen kendisinden kadinlarin kiskanilacagi bir adam degilsin, niçin kardesinin hanimina selâm vererek içerde oturmadin ve su içmedin?" demisti. Ibn Mes'ud'un cevabi: "Öyle yaptim fakat zevceniz ya su bulunmadigi veyahut evdeki su kâfi gelmedigi için hizmetçiyi komsuya gönderdi, hizmetçi geç kaldigi için de ona lânet okudu. Hâlbuki ben Rasûlullah'dan su sözleri duydum: "Lânet kime gönderIlmisse ona gider, ona kazIlmak Ister. Sayet buna bir yol bulamazsa: Ya Rabbi, beni falana gönderdiler, kalktim gittim, ona hulûl için bir yol bulamadim! Simdi ne yapayim? der. Cenab-i Hak da ona: Nereden geldinse oraya dön der. " Onun içindir ki, hizmetçinin bir mazereti olabilecegini düsündüm ve lânetin geri dönmesinden korktum. Buna sebep olmak Istemedim."

Bir defasinda adamin biri vefat etmis ve hiçbir hayri olmadigi söylenmisti. Ibn Mes'ud, bunu duyar duymaz, elinde bulunanlari sadaka olarak vermisti. Rasûlullah'in Ashâb'indan birçoklari, onun sünnetine yapismakla büyük bir serefe kavustular. Fakat Abdullah Ibn Mes'ud, hiçbir zaman dünyayi Istemedi. O hep ahireti gözetirdi. Hz. Ibn Mes'ud, son derece mIsafirperverdi. Kûfe'de ikâmet ettigi sirada evi hiç mIsafirsiz kalmazdi.

Ibn Mes'ud, namazlarini vaktinde kIlmaya o kadar riayet eder ki, bir kere Vali Velid b. Ukbe, Kûfe mescidinde halki bir süre bekletmisti. Ibn Mes'ud hemen kalkarak, halka namazi kildirmisti. Vali, buna üzülerek, niçin böyle yaptigini sormus ve "Mü'min'lerin emirinden bir buyruk mu aldin? Yoksa bir bid'at mi icat ettin?" demisti. Ibn Mes'ud, ona su cevabi vermisti: "Ben, mü'minlerin emirinden bir buyruk almadigim gibi, bir bid'at de icat etmedim. Fakat senin bir isin vardir, diye bizim de namazimizi geciktirmene Allah razi olmaz."

Ibn Mes'ud, Ramazan'dan baska çogu günler oruç tutar, Asûre günlerini de oruçlu geçirirdi. Abdurrahman b. Yezid der ki: "Ibn Mes'ud, günlerinin çogunu oruçlu geçirirdi. Oruca ve namaza devamdan ayrica bir zevk alirdi. Ibn Mes'ud, son derece külfetsiz bir hayat sürer, gayet basit yemeklerle beslenir, külfetsizligi ve sadeligi hayatinin düstûru bilirdi. Talebesi Alkame, bu hususta Ibn Mes'ud'un harfiyen Rasûlullah'a uydugunu söyler. Ibn Mes'ud; senelerce beytü'lmâl* idare etmis, bir gün, bir dakika da olsa adalet ve insaftan ayrIlmamistir.

Ahmed AGIRAKÇA
 

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Gavs-ı Sani hazretleri buyurdular ki:

“Bu dünya bir han gibidir. Ahiret yolcusu bütün hazırlığını bu handa yapmalıdır. Yolda tedarik görülmez. Zira kervan yola çıkmıştır. Ölümle başlayan bir yolculuğun geri dönüşü yoktur. Yola çıkan kimsenin hedefine ulaşması için belli bir yol ve usül takip etmesi gerekir. Başıboş ve hedefsiz yol giden kimsenin hedefine varması mümkün değildir. Onun nereye varacağı da belli olmaz. Allah yolu da böyledir. O yolda Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- izinden başka
Allah’a giden bir yol ve kapı yoktur. Hz. Resulullah’ın -aleyhissalatü vesselam- hayatını yaşamak için de ulu sadatlara uymak gerekir. Hz. Peygamber’e -aleyhissalatü vesselam- hakkıyla uymanın en güzel yolu sünnet üzere yaşayan sadatları takip etmektir. Sadatlar sünnet-i seniyyeyi kal olarak değil hal olarak yaşar ve yayarlar. Onlara uymakla iman selameti ile ölmek nasip olur. Böylece ebedi ahiret yolculuğu iman ile başlamış olur. En büyük saadet de budur.”
 
Üst