İÇİNDEKİLER
DİYANET AÇIKLAMASI
TÜRK TAKVİMİ AÇIKLAMASI
FAZİLET TAKVİMİ AÇIKLAMASI
DİYANET AÇIKLAMA
Namaz Vakitleri diyanet
Türkiye namaz vakitleri 2010, diyanet Türkiye namaz saatleri, namaz vakti, diyanet isleri namaz saati, sabah, ögle, ikindi, aksam, yatsi, teravih, diyanet isleri baskanligi vakitler
NAMAZ VAKİTLERİNDE “TEMKİN” KONUSUNDA ZARÛRİ BİR AÇIKLAMA (D.İ.B. Takvimlerinde yer alan açıklamadır.)
Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanıp yayınlanmakta olan “Diyanet Takvimi”nde gösterilen namaz vakitleri ile, diğer bazı kurum ve kuruluşlar tarafından yayınlanan takvimlerin bir kısmındaki namaz vakitleri arasında görülen, az da olsa zaman farkının sebebi, yurttaşlarımızca çokça sorulmakta olduğundan, konu ile ilgili aşağıdaki açıklamanın yapılmasına zaruret duyulmuştur.
Bilindiği üzere, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve son bulma sınırları, Kur’an-ı Kerim’in ilgili âyet-i kerimeleri ile Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kavlî, fiilî ve takrirî sünnetlerinde yer alan ölçülere göre, İslâm müctehit ve fakihleri tarafından tespit edilmiştir. Diyanet Takvimi’nde gösterilen Namaz vakitleri, bu ölçülere göre hesap edilmektedir.
1973 yılından önce Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar bütün şehirlerin namaz vakitleri İstanbul’dan ± fark alarak hazırlanmakta ve hazırlanan bu vakitlere yüz elli yıldan beri (bugün için gerekli olmayan) ± 10 dk. temkin uygulanmaktaydı.
İstanbul’dan fark alınmaksızın namaz vakitlerinin yayınlanmasından sonra güneşin doğuşu ve batışı hariç diğer vakitlerdeki aşırı temkin süreleri, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 21 Ocak 1981 tarih ve 6 sayılı kararı uyarınca, 1982 yılından itibaren 4 dakikaya indirilmiş; imsak vaktinden ise, temkin kaldırılmıştır.
İlk yıllarda yurdumuzda basılmakta olan bütün takvimlerde bu karara uyulduğu halde; daha sonra bazı takvim basıcıları, dinen gerekli olmayan, aksine vakitlerin tedahülüne ve uygulamada bazı zorluklara yol açması sebebiyle sakıncalı bulunan, aşırı (gereğinden fazla) temkin uygulamasına tekrar dönmüşlerdir. Diyanet Takvimi ile diğer bazı takvimlerin namaz vakitleri arasında görülen farklar, bu takvimlerde temkin sürelerinin gereğinden çok tutulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Fıkhen belirlenmiş olan ölçülere göre, vakit girdiği andan itibaren, o vakte ait namazın edâsı için, temkin olarak bir süre bekleme mecburiyeti yoktur. Şüphesiz, başından sonuna kadar, vaktin herhangi bir cüzünde namazın edâsı câiz olduğuna göre; ister temkin, ister başka bir sebeple olsun, namazı vaktin girmesinden bir süre geçtikten sonra kılmak da mümkündür; ancak mutlaka gerekli ve zarurî değildir. Konu ile ilgili hadis-i şeriflerde ve bunların şerhlerinde, temkin ile ilgili bir husus yer almadığı gibi; ilgili âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ışığında, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve sona erme sınırlarını, bütün ayrıntılarıyla inceleyip tespit eden İslâm müctehid ve fakihleri de, -fıkıh kitaplarında- temkinden tek kelime ile de olsa söz etmemişlerdir. Nitekim, önceleri güneşin doğuşu ve batışı dışında diğer vakitler için temkin uygulanmazken, yaklaşık yüz elli yıl kadar önce, -gereksiz ve aşırı bir ihtiyat olmak üzere- temkin bütün vakitlere teşmil edilmiş; bu durum vakitlerin tedahülüne ve giderek bazı zorluklara yol açmıştır.
Şüphesiz bir namaz vakti içinde, o vaktin namazının edâsının müstehap (efdâl), câiz veya mekruh olduğu süreler vardır.
Ancak bir namaz vaktinin tespiti; müstehap, câiz ve mekruh olan sürelerini de kapsayacak şekilde, vaktin giriş ve çıkış saatlerini tayin etmek demektir. Vaktin giriş ve çıkış sınırlarını tespit ayrı; vakit içinde namazı efdal, câiz veya mekruh vaktinde edâ etmek ayrı bir konudur; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Nitekim beş vakit namaz farz kılınınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e bunların vakitlerini öğretmek üzere Cibril (a.s.), beş vakit namazı efdal vakitlerinde değil; birinci gün ilk; ikinci gün ise son vakitlerinde kıldırmıştır.
Halen Diyanet İşleri Başkanlığında her ilin namaz vakitleri, ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı takvimi ve bu takvimdeki vakitleri esas alan takvimlerde her ilin namaz vakitleri, ayrı-ayrı gösterilmektedir. Ayrıca günümüzde hassas saatler ve istenildiği zaman saat ayarlama imkânı vardır. Bu itibarla, bir ilçenin doğu ve batı sınırları arasındaki boylam farkını karşılayacak kısa bir süre dışında temkin süresinin uzun tutulmasına ihtiyaç kalmamıştır.
Diğer taraftan çağımızda, Müslümanların iş hayatı da bunu zorunlu kılmaktadır. Belli saatte fabrikada işbaşı yapması, yola çıkması gereken insanlar vardır. Kişi dinin koyduğu zaman, sınırlar içinde ibâdetlerini -iş durumuna gore- edâ edebilme imkânına sahip olmalıdır. Aksi halde, gerçekte vakit girmiş olduğu halde, uzunca temkin uygulamaları sebebiyle, henüz vakit girmedi düşüncesiyle, ibadetini edâ edemeden işe başlamakta, yola çıkmakta ve böylece zamanla ibadet alışkanlığını kaybetmektedir. Bu itibarla, ibadet vakitlerinin, dinî ölçülere göre, hesaplanıp gösterilmesinde, bu vakitlere uzun temkin süreleri eklenmemesinde zarûret vardır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun söz konusu kararında, Güneşin doğuş ve batışında eski takvimlere göre hiçbir değişiklik yapılmamış, yani zarurî olan temkin süreleri olduğu gibi korunmuştur. Diğer vakitlerden de temkin tamamen kaldırılmamış; aşırı ve gereksiz olan süreler dört dakikaya indirilmiştir. Başkanlığımızca değişik tarihlerde ve değişik yerlerde yapılan ve devam ettirilmekte olan gözlemlerde de, temkinin zorunlu olduğunu gösteren bir sonuca ulaşılamamıştır.
(Diyanet İşleri Başkanlığı)
TÜRKTAKVİMİ
6 Ekim Cumartesi - Türkiye Takvimi
Mühim Tenbîh
1. İmsâk ve namaz vakitlerinin hesâbında esâs alınan usûl ve kâideler.
Türkiye Takviminin Türkçe ve muhtelif lisânlardaki baskılarında, Ramezân-ı şerîf imsâkiyelerimiz ile İnternetteki www.namazvakti.com ve www.turktakvim.com adreslerimizde neşr olunan namaz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i İslâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye sâl nâmesi) ismindeki takvim ile İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye’ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbındaki usûllere göre hesâbladık.
İbâdetlerin vakitlerini tayin ve tesbit etmek, yani anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitâblarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesâb etmek câizdir. Hesâb ile bulunanların, din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bunlardan 1926 senesindeki Takvim-i Ziyâ’da diyor ki: “İşbu takvim, Diyânet İşleri Riyâseti Heyet-i Müşâveresi tarafından tetkik edilip, riyâset-i celîlenin tasdiki ile tab’ edilmiştir.” Din işlerinde İslâm âlimlerinin ve İslâm astronomi mütehassısının tasdik ettiği namaz vakitlerini kullanmalıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, (Sebîl-ür-reşâd) mecmuasının 22. cildinde, bu hususta tafsilât vermiştir.
Hakîkî din adamlarından ve hey’et (astronomi) ilmi mütehassıslarından meydana gelen takvim hey’etimizin, en modern âletlerle yaptığı rasad ve hesâblarla bulunan namaz vakitlerinin, İslâm âlimlerinin asırlardan beri bulup bildirdikleri (Rub’-ı dâire) ile yapılan hesâblarla aynı olduğunu gördük.
2. İbâdetlerin kabul olması için, doğru vakitlerinde yapılması şarttır.
Elbette doğru olan vakitlere uyularak oruclarımızı tutmamız ve namazlarımızı kılmamız lâzımdır. Çünkü, doğru olduğunda hiç tereddüde yer olmayan vakitlerden evvel kılınan namaz sahîh olmaz, hem de büyük günâh olur. Nitekim, İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir ve segâir) kitâbında buyuruyor ki, (Farz namazları [yanlış vakitleri veren takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır.)
İslâm âlimleri ve İslâm astronomi mütehassısları, kıymetli kitâblarında, namaz ve oruc vakitlerinin tayinine âid hesâb usûlünü ve kâidelerini bildirmişlerdir. Bu usûl ve kâideler, asırlardan beri kullanılagelmiştir. Tereddüde, şübheye düşülecek hiçbir husus bırakmamışlardır. Biz de bu vakitleri bildiriyoruz ve yayınlıyoruz.
Namazın sahîh olması için, hem vaktinde kılmak ve hem de vaktinde kıldığını bilmek, şübhe etmemek lâzımdır ve farzdır. İbni Âbidîn'in (Redd-ül-muhtâr)ının, Matbaa-yı âmire hicrî 1307 baskısının, 342. sayfasında ve bunun Ahmed Davudoğlu tercümesinin 2. cildinin 40. sayfasında ve (Feth-ul-kadîr)de bir fıkh kâidesi yazılıdır: (Namazın sahîh olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinden şübhe ederek kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahîh olmaz). İbni Âbidîn bunu zikrederken, (Nûr-ul-îzâh ve diğer kitâblarda da böyle denilmiştir. El-Eşbâh'ın niyet bahsinde de böyle denilmektedir.) diye yazmıştır. Ayrıca Şâfi’î (El-Envâr) ve Mâlikî (El-Mukaddemetül-izziyye) şerhinde ve (Mîzân-ül-kübrâ)da da böyle yazılıdır.
Oruc ve namaz vakitlerinin farklı olması durumunda, doğru vakitlere göre ibâdetlerimizi yapmamız îcâb ettiği, İslâm âlimlerininin buyurdukları şübhesiz bir kâide ve hükümdür. Doğru tekdir. Ölçüsü de, İslâm âlimlerinin buyurdukları usûl ve kâidelerdir. Bu usûl ve kâidelere uygun hesâbların yapılması halinde, aynı neticelerin çıkacağı da, ilmî bir hakîkattir. Bunlara harfiyyen uyularak ve yoruma sapmadan yapılan uygulamaların doğru olacağı, bazı doğru bilgileri bildirerek, bu bildirilenlere ters, şahsî görüş, düşünce ve kanaâtlerle yapılacak uygulamaların ise yanlış olacağı âşikârdır.
3. Temkin Müddeti:
Herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesâbla bulunan vaktinden), doğru vakit olan şer’î vaktini bulmak için “Temkin Müddeti” kullanılır. Yani, Temkin Müddeti: Hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, şer'î vakitlere getiren müddettir.
Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zarûrî olduğu bildirilen Temkin müddetinin, aynen imsâk, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zarûrîdir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zan ederek, imsâk vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve gurûbu (akşam vaktini) 3-4 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı (bozulacağı) (Dürr-i yektâ)da da yazılıdır.
Bir şehrin en yüksek mahalline mahsûs olan temkin zamanı değişdirilemez. Temkin zamanı azaltılırsa, öğle ve daha sonraki namazlar, vakitlerinden evvel kılınmış olur. Oruca da, sahûr vakti geçtikten sonra başlanılmış olur. Bu namazlar ve oruclar sahîh olmazlar. 1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine âid olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftüler, bütün müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de bütün müslümanların, bu icmâ-i müslimînden ayrılmayarak, namazlarını şer'î vakitlerinde kılmaları ve oruclarına bu şer'î vakitlerinde başlamaları lâzımdır.
1983 senesinden önceki takvimlerde bildirilen imsâk ve namaz vakitlerinin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu husûsta hiçbir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” şeklinde bildirilmiştir.
Temkin Müddeti” hakkında teferruatlı malûmat için tıklayınız,(üsteki linke tıklayın)
4. İmsâk vaktinde güneşin irtifâ’ı (Ufkun altındaki yükseklik derecesi).
Türkiye takviminin hazırladığı, İnternette de neşr olunan vakitlerde ve imsâkiyelerde, temkin zamanı ile namaz vakitlerine âid olan Güneşin Şer’î ufukdan, irtifâ’ zâviyeleri yani, ufukdan yükseklik açıları hiç değiştirilmemiş, namaz ve oruc vakitleri, doğru olarak bildirilmiştir. Dört mezhebde de imsâk vakti, (şer’î gece)nin sonunda başlar. Yani, (Fecr-i sâdık) denilen beyazlığın doğudaki ufk-ı zâhirî (Görünen ufuk) hattının bir noktasında görülmesi ile başlar. Oruc da, bu vakitte başlar. Yani, güneş ufk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca başlar.
İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitâbında diyor ki, (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecr hesâblarında, güneşin irtifâ’ını (-18) derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, (-19) derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYAZLIĞIN UFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.)
Yani, İslâm âlimleri asırlardan beri, fecr (imsâk) vaktinde Güneşin irtifâ’ının, ufkun altında (-19) derece olduğunu anlamışlar, diğer rakkamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Fetvâ böyledir. Müctehid olmayanların bu fetvâyı değiştirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymayan ibâdetler, sahîh olmaz. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyanlara ve mezhebsizlere değil, İslâm âlimlerine uyması lâzımdır.
Nitekim, 1958 senesinde, Diyanet İşleri Başkanlığınca neşr edilen namaz vakitlerinin yanlış olduğunu yazan bir gazetenin köşe yazarına verilen cevâbda aynen, “... İmsâk vaktine gelince; Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar bu vakti güneşin 18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç milletin imsâk vaktinde hangi ibâdetleri var ki imsâk vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, islâm hey’etşinâsları (İslâm astronomi mütehassısları) tarafından mezkûr vakit (imsâk vakti) islâmî kâidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor? İmsâk vakti mebde-i fecrin tulû ânıdır (yani doğu ufkunda beyazlığın bir nokta halinde görüldüğü zamandır). Hey’etşinâsân-ı sâbıkamız (evvelce gelen bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız) bu ânın 19 derece inhitât-ı şemse tevâfuk eylediğini (ufkun altında 19 derece olduğunu) kabul etmişlerdir. Demek ki islâm hey'etşinâslarının (İslâm astronomi mütehassıslarının) imsâk vakti için kabul ettikleri derece 18 derece değil, 19 dur. Namaz vakitlerinin bu dereceye göre hesâblanması lâzımdır ve takvimimizdeki hesâblar buna göredir. ” diye bildirdikten sonra, “İmsak vaktinin formülünü bildiriyoruz. Hesâbı buna göre yapınız veya yaptırınız. Neticede takvimde yazılı vakit doğru olarak çıktığı görülecek ve boş yere zihinlerin bulandırıldığı anlaşılacaktır.” denildikten sonra, misâl olarak imsâk vakti hesâbı logaritmik ve trigonometrik formüllerle yapılarak, temkin müddeti kadar evvele alındıktan sonra bulunan imsâk vakti, bu mezkûr yazı ile gazete yazarına gönderilmiştir. Türkiye takviminde ve internetteki sitelerimizde yayımlanan imsâk vakitleri, aynen burada bildirildiği gibi, ufkun altında 19 derece kullanılarak ve temkin müddeti kadar evvele alınarak hesâblanmaktadır.
Temkinsiz ve Güneşin ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesâb edilen imsâk vakitleri yanlıştır.
Hem Güneşin ufkun altındaki yüksekliği (-18) derece alınmakla ufka yaklaştırılarak ve hem de temkin müddeti tamamen kaldırılarak yapılan hesâblarda, imsâk vaktinde yaklaşık olarak (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde) 15-20 dakikaya varan farklar ortaya çıkmakta ve oruca gerçek imsâk vaktinden takrîben 15-20 dakika sonra başlanmakta ve tutulan oruclar fâsid olmaktadır.
5. İmsâk vaktindeki temkin ile alâkalı yanlışlıklar, yatsı vakti için de aynen tekrârlanmaktadır.
Yatsı namazının vakti, imâmeyne (yani İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede) ve diğer üç mezhebe göre batıdaki zâhirî ufuk, yani görünen ufuk hattı üzerinde kırmızılığın kaybolduğu, yani Güneşin ufkun altında (-17) derece irtifâ’a indiği vakittir. Namaz vakitleri hesâb edilirken, Güneşin ufkun altındaki, imsâk vaktine âid olan irtifâ’ (yükseklik) açısı da değiştirilmemelidir.
Yatsı namazı vaktinin doğru olarak hesâblanabilmesi, yani batı ufkunda kırmızılığın kaybolması için, zarûrî olan aynı temkin müddeti, burada da astronomik formülle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmelidir. Çünkü, güneşin doğuş ve batışında olduğu gibi, zarûrî olan aynı temkin müddeti astronomik formüllerle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmezse, batı ufkundaki kırmızılık kaybolmaz. Batı ufkundaki kırmızılığın kaybolması için, temkin müddetinin mutlaka ilâve edilmesi şarttır. Aksi halde yatsı namazına, akşam vakti içerisinde erken başlanılmış olur. Temkin müddetinin mesnedsiz olarak kaldırılması sebebiyle, 1982 ve daha önceki yıllarda yayınlanan takvimlerde bildirilen yatsı vakitleri ile, 1983 ve sonrası takvimler ile sitelerde bildirilen yanlış yatsı vakitleri arasında, (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde takriben 10 dakikaya kadar varan) farklılıklar olmakta ve yatsı namazına, vakti girmeden önce başlanılmaktadır.
Bunun için, temkin müddetlerini ve dolayısı ile namaz vakitlerini değişdirmek câiz değildir. Namaz vakitleri hesâbında mutlaka, zarûrî olarak kullanılması gereken temkinin lügat ma’nâsına bakarak, bunu bir ihtiyat zamanı zan etmek ve efkâr-ı umûmiyeyi bu şekilde şartlandırmak da doğru değildir. Temkin müddetlerini kısmen veya tamâmen ortadan kaldırmak ve imsâk vaktine âid olan ufkun altındaki yükseklik açısını (-19) dereceden (-18) dereceye rakkamsal olarak küçülterek güneşi ufka yaklaştırmak, doğru olan imsâk ve namaz vakitlerini değiştirmektir.
TÜRKİYE TAKVİMİ
VAKİT HESÂBLAMA HEY’ETİ BAŞKANLIĞI
FAZİLET TAKVİMİ Fazilet Takvimi | 6 Ekim 2012
Muhterem okuyucularımız; Takvimimizdeki namaz vakitleri dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının ictihatlarına dayanmaktadır.
Bu fıkhî esaslara göre hesaplama yapılırken enlem, boylam, saat dilimi, yükseklik, arazi genişliği gibi birçok astronomik, klimatolojik ve jeolojik unsurlar kullanılmaktadır.
Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınmıştır. Mesela, güneşin doğuş-batışı için 'geometrik doğuş-batış' değil, çıplak gözle gözlenebilen 'görülen doğuş-batış' asıldır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen değerler -bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı- gerçek değerleri karşılayamamaktadır. Bu sebeple namaz vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır. Bu tedbirler; geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltilmesidir. İşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Temkin ve diğer bilimsel yollarla sapmaları zarûrî olarak düzeltilmiş vakitler, asırlardan beri İslam aleminde kullanıldığı gibi; Türkiye'de de 1982 yılına kadar -Diyanet dahil- bütün takvimlerde kullanılmıştır. Fazilet takvimi de bunu kullanmaya devam etmektedir. Bu yeni bir uygulama değildir.
Bu kadar önemli olan ve asırlardan beri İslâm âlemi takvimlerinde kullanılagelmekte olan ve zamanın âlim ve fakîhleri ile mü'minlerin emîrleri tarafından tasvîp edilmiş bulunan temkin vakitleri 1983 yılından îtibaren Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kaldırılmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın bahis mevzuu tasarrufuna uymamız, her ne kadar kanûnî bir mecbûriyet değil idiyse de, her hangi bir ihtilâfa sebep olmamak için, 1983 ve 1984 yıllarında çıkarmış bulunduğumuz takvimlerimizde buna, istemeye istemeye biz de uymuştuk.
Ancak, bu tatbîkâtın büyük bir vebâli mûcip olacağını ilk anda görmüş ve bütün Müslümanların bilhassa Ramazan günlerinde çok dikkatli olmalarını ve takvimde gösterilen imsak vakitlerinden itibaren yeme-içme ve sair orucu bozan şeylerin derhal kesilmesi gerektiğini, vakitlerde artık en ufak dikkatsizliğin büyük vebâl olacağını; ayrıca günlük namazlarda, takvimlerde gösterilen vakitlerden hangisine kaç dakika ilâve edilip, hangisinden kaç dakika çıkarılması icap ettiğini her ayın sonunda, büyük hassâsiyetle ve tekrar tekrar îzah etmiş ve bununla da iktifâ etmeyerek, her türlü mânevî vebâlden sakınmak için, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kaldırdığı temkin vakitlerini, takvim yapraklarının ön yüzün alt satırında göstermiştik.
Fakat maalesef, bütün bu gayretlerimizin istediğimiz netîceyi hâsıl etmekten çok uzak olduğunu, okuyucularımızın gerek mektup ve gerekse şifâhî olarak bu iki sene (1983-1984) içinde bize yapmış oldukları mürâcaatlardan tesbît ettik.
Zîra Müslümanlardan pek çoğu, asırlardan beri hâsıl olan bir alışkanlıkla, “Nasıl olsa müsâadesi vardır!” diyerek imsaktan sonra beş-on dakika daha yemeye-içmeye devam ediyor. Oysa temkinli vakitlerin kullanıldığı takvimlerde bile böyle bir şey caiz değilken temkinsiz gösterilen imsak vakitlerinde hiç caiz olamaz. Çünkü beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa farklılıkları sebebiyle vakitleri çok kesin bir şekilde tesbit etmek de mümkün olmadığından temkinsiz vakitleri kullanmak hatalıdır.
Bu durum karşısında, Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun mezkûr kararına uymaya devam etmeyi son derece tehlikeli ve o nisbette de mânevî bakımdan mes'ûliyetli bulduk. Bu mes'ûliyetten kurtulmak için, 1985'ten îtibâren takvimimizde 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan -Diyânet takvimi de dâhil- bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.
Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsak vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alınmıştır. Ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır.
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
Bu sebeple müslümanlara,
* Takvimimizde verilen vakitlere riayette titizlik göstermelerini,
* Namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemelerini,
* Oruca başlarken takvimimizdeki imsak vakitlerini kullanmalarını,
* Sabah namazını ise imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılmalarını tavsiye ediyoruz. Daha erken kılınması isabetli olmaz.
Büyük Haydar Efendi'nin Usûl-i Fıkıh Dersleri kitabında, “Vaktinden evvel kılınan namaz sahih değildir. Musallî, vaktin hulûlünden (girmesinden) evvel namaz kılarsa, o namaz edâ edilmiş olmaz.” buyrulmuştur.
* Kezâ Ahmed Bîcan Hazretleri'nin Envâru'l-Âşıkîn isimli eserinde de, “Vaktinden evvel kılınan namaz, gönül nûrunu söndürür; yerine zulmet girer.” buyrulmaktadır.
* Vakti girmeden bir namazı kılmak Allâh'ın emrine aykırı olduğundan, insanın rûhunu ifsad eder ve -vakti içinde kılmadığından- o namazı kılmamış olur.
* Nisâ Sûresi'nin 103. âyet-i kerimesinde (meâlen) şöyle buyuruluyor: “Şüphesiz namaz, mü'minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”
Namaz vakitleri:
Câbir bin Abdullah ile İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)‘den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
“Cibrîl (a.s.) bana iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında imam oldu.
İlk def'a güneşin gölgesi bir nalın tasması kadar uzadığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını, gecenin sülüsüne doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana döndü ve:
'Yâ Muhammed, bu, senden evvelki peygamberin vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır' dedi.”
Ehl-i Sünnet âlimlerinin ve râsıdlarının (Allah onlardan râzı olsun) asırlar boyu bitmek tükenmek bilmeyen gayreti, çalışmaları, araştırmaları neticesinde astronomi esaslarına uygun olarak tesbit ettikleri namaz vakitlerine ait güneş'in derece değerleri ise, aşağıda beyan edilecektir. Bu vakitlerin dışında indî olarak kendi kafasından vakit îcad etmek, uydurmak -Allah korusun- çok büyük mes'ûliyeti mûciptir.
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
Cebrâil aleyhisselâm'ın namaz vakitlerini bildirmek için nüzûlü, Mîrac Gecesi'nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci namaz) denilmiştir.
Astronomi bakımından da öğle namazının vakti diğer vakitlerin mebdei; başlangıcı olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti hesap edilir, diğer vakitlerin hesabı ondan sonra ve ona istinâden yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya başladığı zaman -ki, buna zevâl vakti denir- öğle namazı vakti başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır. Bu vakitlerle alâkalı tafsilât ikindi namazı vakti izah edilirken verilecektir.
İKİNDİ NAMAZI VAKTİ
Güneş gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü'n-Nehâr Kavsi (yani, bulunulan yerin meridyeni) üzerindedir ve bu anda her şeyin gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana “Fey'-i zevâl” denilir.
Bir cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde, yani cismin gölgesi fey'-i zevâl + cismin yüksekliği kadar uzunlukta gölge boyuna geldiğinde, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna “Asr-ı evvel” denir ve bu imâmeyn kavlidir.
Cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyunun iki misli kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde de ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur ki buna “asr-ı sânî” denir ve bu İmâm-ı A'zam'ın kavlidir.
Bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika ka-
lıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar. Takvimimizde asırlarca Osmanlı Devleti'nde müftâbih (kendisiyle fetva verilen) ve mâ'mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
AKŞAM NAMAZI VAKTİ
Eimme-i Erbaa (İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel rahimehümullah) indinde, güneş ufukta battıktan sonra güneşin merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer. Akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden 15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bunun için yatsı vaktinin erken girdiği günlerde15 dakika evvelki, geç girdiği günlerde de 20 dakika evvelki vakitleri kullanmalıdır. Yani, yatsı vakti girmezden 15 veya 20 dakika evvel akşam namazı kılınmış olmalıdır.
Bununla beraber sıkışık durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ edilir, kazâya bırakılmaz.
YATSI NAMAZI VE İMSÂK VAKTİ
Güneş battıktan sonra, ufkun altında alçalmaya devam eder. Bu arada ufuk bir süre kızıl bir renk alır, ardından da kısa süreli bir beyazlık devam eder. Güneş battıktan sonra ve doğmadan önce gökyüzünde güneş ışınları atmosfer içinde kırılma ve dağılmaya uğrar. Bunun neticesi olarak görülen atmosfer içinde güneş ışınlarının yansımasından kaynaklanan kızıllık ve beyazlığa Astronomi'de “Tan hâdisesi” denir. Akşam vaktindeki tan hâdisesine “şafak” da denilir. Modern astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre bu hâdise, güneş battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder. Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez, gözden kaybolur ve gece başlar.
İslâm âlim ve râsıdlarına göre; Akşamleyin güneş ufuktan -17 derece aşağı indiği zaman ufuktaki kızıllık kaybolur, bu vakit, yatsının başlangıcıdır.
SABAH NAMAZI VAKTİ
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye devam eder. Güneş ufuktan -19 dereceye geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan hâdisesi (fecr) meydana gelir. “Fecr-i sâdık” başlar ve gece nihâyet bulur. Güneş ufuktan inebileceği en aşağı noktaya indikten sonra, tekrar yükselmeye başlar; ufka -19 derece yaklaştığı anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık doğar; bu an imsâk vaktidir. Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin merkezi ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve güneş doğar.
Hanefî mezhebine göre Sabah namazı takvimimizdeki imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılınabilir.
Hanefî mezhebine göre sabah namazını, güneşin doğmasından 45 dakika öncesi kılmak müstehaptır.
Şâfiî mezhebine göre ise, fecr-i sâdıkın doğmasıyla birlikte, yani imsaktan en az 15-20 dakika geçtikten sonra kılmak efdaldir. Maamâfih Hanefî mezhebi mensupları da, Ramazan ayında ve zarûri hallerde, sabah namazlarını fecr-i sâdıkın; ikinci fecrin doğmasıyla (imsaktan 15-20 dk. sonra) birlikte kılabilirler.
Güneşin doğuşu, öğle vaktinden ne kadar önce ise, batışı da o kadar sonradır. Yani güneşin doğuş ve batış vakitleri öğle vaktine (güneşin en yüksek noktada olduğu vakte) göre mütenâzır (simetrik)dır.
Takvimimizde yer alan namaz vakitleri hakkında, uzun bir ilmî tetkik neticesinde hazırladığımız bu açıklamada, göremediğimiz bazı hatalarımızdan dolayı Cenâb-ı Hakk'ın afvına ve okuyucularımızın derin müsâmahalarına sığınırız. Muvaffakiyet Allahü Teâlâ'dandır.
Daha Fazla Bilgi
19 Kasım 2014
Fazilet takvimi
Namaz ve İmsak Vakitleri Hakkında
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar/6.html
Önemli Notlar
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar.html
Türk takvimi
Mühim Tenbih
http://www.turktakvim.com/muhim_tenbih.html
Temkin Müddeti
http://www.turktakvim.com/temkin_muddeti.html
Farklı İmsâkiyeler
http://www.turktakvim.com/farkli_imsakiyeler.html
Bilgiler
http://www.turktakvim.com/bilgiler.html
DİYANET AÇIKLAMASI
TÜRK TAKVİMİ AÇIKLAMASI
FAZİLET TAKVİMİ AÇIKLAMASI
DİYANET AÇIKLAMA
Namaz Vakitleri diyanet
Türkiye namaz vakitleri 2010, diyanet Türkiye namaz saatleri, namaz vakti, diyanet isleri namaz saati, sabah, ögle, ikindi, aksam, yatsi, teravih, diyanet isleri baskanligi vakitler
NAMAZ VAKİTLERİNDE “TEMKİN” KONUSUNDA ZARÛRİ BİR AÇIKLAMA (D.İ.B. Takvimlerinde yer alan açıklamadır.)
Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanıp yayınlanmakta olan “Diyanet Takvimi”nde gösterilen namaz vakitleri ile, diğer bazı kurum ve kuruluşlar tarafından yayınlanan takvimlerin bir kısmındaki namaz vakitleri arasında görülen, az da olsa zaman farkının sebebi, yurttaşlarımızca çokça sorulmakta olduğundan, konu ile ilgili aşağıdaki açıklamanın yapılmasına zaruret duyulmuştur.
Bilindiği üzere, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve son bulma sınırları, Kur’an-ı Kerim’in ilgili âyet-i kerimeleri ile Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in kavlî, fiilî ve takrirî sünnetlerinde yer alan ölçülere göre, İslâm müctehit ve fakihleri tarafından tespit edilmiştir. Diyanet Takvimi’nde gösterilen Namaz vakitleri, bu ölçülere göre hesap edilmektedir.
1973 yılından önce Balkanlar’dan Kafkaslar’a kadar bütün şehirlerin namaz vakitleri İstanbul’dan ± fark alarak hazırlanmakta ve hazırlanan bu vakitlere yüz elli yıldan beri (bugün için gerekli olmayan) ± 10 dk. temkin uygulanmaktaydı.
İstanbul’dan fark alınmaksızın namaz vakitlerinin yayınlanmasından sonra güneşin doğuşu ve batışı hariç diğer vakitlerdeki aşırı temkin süreleri, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 21 Ocak 1981 tarih ve 6 sayılı kararı uyarınca, 1982 yılından itibaren 4 dakikaya indirilmiş; imsak vaktinden ise, temkin kaldırılmıştır.
İlk yıllarda yurdumuzda basılmakta olan bütün takvimlerde bu karara uyulduğu halde; daha sonra bazı takvim basıcıları, dinen gerekli olmayan, aksine vakitlerin tedahülüne ve uygulamada bazı zorluklara yol açması sebebiyle sakıncalı bulunan, aşırı (gereğinden fazla) temkin uygulamasına tekrar dönmüşlerdir. Diyanet Takvimi ile diğer bazı takvimlerin namaz vakitleri arasında görülen farklar, bu takvimlerde temkin sürelerinin gereğinden çok tutulmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Fıkhen belirlenmiş olan ölçülere göre, vakit girdiği andan itibaren, o vakte ait namazın edâsı için, temkin olarak bir süre bekleme mecburiyeti yoktur. Şüphesiz, başından sonuna kadar, vaktin herhangi bir cüzünde namazın edâsı câiz olduğuna göre; ister temkin, ister başka bir sebeple olsun, namazı vaktin girmesinden bir süre geçtikten sonra kılmak da mümkündür; ancak mutlaka gerekli ve zarurî değildir. Konu ile ilgili hadis-i şeriflerde ve bunların şerhlerinde, temkin ile ilgili bir husus yer almadığı gibi; ilgili âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ışığında, beş vakit namaz ve orucun edâ edileceği vakitlerin başlama ve sona erme sınırlarını, bütün ayrıntılarıyla inceleyip tespit eden İslâm müctehid ve fakihleri de, -fıkıh kitaplarında- temkinden tek kelime ile de olsa söz etmemişlerdir. Nitekim, önceleri güneşin doğuşu ve batışı dışında diğer vakitler için temkin uygulanmazken, yaklaşık yüz elli yıl kadar önce, -gereksiz ve aşırı bir ihtiyat olmak üzere- temkin bütün vakitlere teşmil edilmiş; bu durum vakitlerin tedahülüne ve giderek bazı zorluklara yol açmıştır.
Şüphesiz bir namaz vakti içinde, o vaktin namazının edâsının müstehap (efdâl), câiz veya mekruh olduğu süreler vardır.
Ancak bir namaz vaktinin tespiti; müstehap, câiz ve mekruh olan sürelerini de kapsayacak şekilde, vaktin giriş ve çıkış saatlerini tayin etmek demektir. Vaktin giriş ve çıkış sınırlarını tespit ayrı; vakit içinde namazı efdal, câiz veya mekruh vaktinde edâ etmek ayrı bir konudur; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Nitekim beş vakit namaz farz kılınınca, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’e bunların vakitlerini öğretmek üzere Cibril (a.s.), beş vakit namazı efdal vakitlerinde değil; birinci gün ilk; ikinci gün ise son vakitlerinde kıldırmıştır.
Halen Diyanet İşleri Başkanlığında her ilin namaz vakitleri, ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı takvimi ve bu takvimdeki vakitleri esas alan takvimlerde her ilin namaz vakitleri, ayrı-ayrı gösterilmektedir. Ayrıca günümüzde hassas saatler ve istenildiği zaman saat ayarlama imkânı vardır. Bu itibarla, bir ilçenin doğu ve batı sınırları arasındaki boylam farkını karşılayacak kısa bir süre dışında temkin süresinin uzun tutulmasına ihtiyaç kalmamıştır.
Diğer taraftan çağımızda, Müslümanların iş hayatı da bunu zorunlu kılmaktadır. Belli saatte fabrikada işbaşı yapması, yola çıkması gereken insanlar vardır. Kişi dinin koyduğu zaman, sınırlar içinde ibâdetlerini -iş durumuna gore- edâ edebilme imkânına sahip olmalıdır. Aksi halde, gerçekte vakit girmiş olduğu halde, uzunca temkin uygulamaları sebebiyle, henüz vakit girmedi düşüncesiyle, ibadetini edâ edemeden işe başlamakta, yola çıkmakta ve böylece zamanla ibadet alışkanlığını kaybetmektedir. Bu itibarla, ibadet vakitlerinin, dinî ölçülere göre, hesaplanıp gösterilmesinde, bu vakitlere uzun temkin süreleri eklenmemesinde zarûret vardır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun söz konusu kararında, Güneşin doğuş ve batışında eski takvimlere göre hiçbir değişiklik yapılmamış, yani zarurî olan temkin süreleri olduğu gibi korunmuştur. Diğer vakitlerden de temkin tamamen kaldırılmamış; aşırı ve gereksiz olan süreler dört dakikaya indirilmiştir. Başkanlığımızca değişik tarihlerde ve değişik yerlerde yapılan ve devam ettirilmekte olan gözlemlerde de, temkinin zorunlu olduğunu gösteren bir sonuca ulaşılamamıştır.
(Diyanet İşleri Başkanlığı)
TÜRKTAKVİMİ
6 Ekim Cumartesi - Türkiye Takvimi
Mühim Tenbîh
1. İmsâk ve namaz vakitlerinin hesâbında esâs alınan usûl ve kâideler.
Türkiye Takviminin Türkçe ve muhtelif lisânlardaki baskılarında, Ramezân-ı şerîf imsâkiyelerimiz ile İnternetteki www.namazvakti.com ve www.turktakvim.com adreslerimizde neşr olunan namaz vakitlerini, Osmânlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i İslâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m.1916] senesinin (İlmiyye sâl nâmesi) ismindeki takvim ile İstanbul Üniversitesi Kandilli Rasathanesi’nin 1958 tarih ve 14 sayılı (Türkiye’ye Mahsûs Evkât-ı Şer’iyye) kitâbındaki usûllere göre hesâbladık.
İbâdetlerin vakitlerini tayin ve tesbit etmek, yani anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitâblarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesâb etmek câizdir. Hesâb ile bulunanların, din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bunlardan 1926 senesindeki Takvim-i Ziyâ’da diyor ki: “İşbu takvim, Diyânet İşleri Riyâseti Heyet-i Müşâveresi tarafından tetkik edilip, riyâset-i celîlenin tasdiki ile tab’ edilmiştir.” Din işlerinde İslâm âlimlerinin ve İslâm astronomi mütehassısının tasdik ettiği namaz vakitlerini kullanmalıdır. Elmalılı Hamdi Yazır, (Sebîl-ür-reşâd) mecmuasının 22. cildinde, bu hususta tafsilât vermiştir.
Hakîkî din adamlarından ve hey’et (astronomi) ilmi mütehassıslarından meydana gelen takvim hey’etimizin, en modern âletlerle yaptığı rasad ve hesâblarla bulunan namaz vakitlerinin, İslâm âlimlerinin asırlardan beri bulup bildirdikleri (Rub’-ı dâire) ile yapılan hesâblarla aynı olduğunu gördük.
2. İbâdetlerin kabul olması için, doğru vakitlerinde yapılması şarttır.
Elbette doğru olan vakitlere uyularak oruclarımızı tutmamız ve namazlarımızı kılmamız lâzımdır. Çünkü, doğru olduğunda hiç tereddüde yer olmayan vakitlerden evvel kılınan namaz sahîh olmaz, hem de büyük günâh olur. Nitekim, İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir ve segâir) kitâbında buyuruyor ki, (Farz namazları [yanlış vakitleri veren takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır.)
İslâm âlimleri ve İslâm astronomi mütehassısları, kıymetli kitâblarında, namaz ve oruc vakitlerinin tayinine âid hesâb usûlünü ve kâidelerini bildirmişlerdir. Bu usûl ve kâideler, asırlardan beri kullanılagelmiştir. Tereddüde, şübheye düşülecek hiçbir husus bırakmamışlardır. Biz de bu vakitleri bildiriyoruz ve yayınlıyoruz.
Namazın sahîh olması için, hem vaktinde kılmak ve hem de vaktinde kıldığını bilmek, şübhe etmemek lâzımdır ve farzdır. İbni Âbidîn'in (Redd-ül-muhtâr)ının, Matbaa-yı âmire hicrî 1307 baskısının, 342. sayfasında ve bunun Ahmed Davudoğlu tercümesinin 2. cildinin 40. sayfasında ve (Feth-ul-kadîr)de bir fıkh kâidesi yazılıdır: (Namazın sahîh olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinden şübhe ederek kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahîh olmaz). İbni Âbidîn bunu zikrederken, (Nûr-ul-îzâh ve diğer kitâblarda da böyle denilmiştir. El-Eşbâh'ın niyet bahsinde de böyle denilmektedir.) diye yazmıştır. Ayrıca Şâfi’î (El-Envâr) ve Mâlikî (El-Mukaddemetül-izziyye) şerhinde ve (Mîzân-ül-kübrâ)da da böyle yazılıdır.
Oruc ve namaz vakitlerinin farklı olması durumunda, doğru vakitlere göre ibâdetlerimizi yapmamız îcâb ettiği, İslâm âlimlerininin buyurdukları şübhesiz bir kâide ve hükümdür. Doğru tekdir. Ölçüsü de, İslâm âlimlerinin buyurdukları usûl ve kâidelerdir. Bu usûl ve kâidelere uygun hesâbların yapılması halinde, aynı neticelerin çıkacağı da, ilmî bir hakîkattir. Bunlara harfiyyen uyularak ve yoruma sapmadan yapılan uygulamaların doğru olacağı, bazı doğru bilgileri bildirerek, bu bildirilenlere ters, şahsî görüş, düşünce ve kanaâtlerle yapılacak uygulamaların ise yanlış olacağı âşikârdır.
3. Temkin Müddeti:
Herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesâbla bulunan vaktinden), doğru vakit olan şer’î vaktini bulmak için “Temkin Müddeti” kullanılır. Yani, Temkin Müddeti: Hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, semâ küresindeki alâmetlerin olduğu, şer'î vakitlere getiren müddettir.
Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zarûrî olduğu bildirilen Temkin müddetinin, aynen imsâk, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zarûrîdir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zan ederek, imsâk vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve gurûbu (akşam vaktini) 3-4 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fâsid olacağı (bozulacağı) (Dürr-i yektâ)da da yazılıdır.
Bir şehrin en yüksek mahalline mahsûs olan temkin zamanı değişdirilemez. Temkin zamanı azaltılırsa, öğle ve daha sonraki namazlar, vakitlerinden evvel kılınmış olur. Oruca da, sahûr vakti geçtikten sonra başlanılmış olur. Bu namazlar ve oruclar sahîh olmazlar. 1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine âid olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün Âlimler, Velîler, Şeyh-ülislâmlar, Müftüler, bütün müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruclarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de bütün müslümanların, bu icmâ-i müslimînden ayrılmayarak, namazlarını şer'î vakitlerinde kılmaları ve oruclarına bu şer'î vakitlerinde başlamaları lâzımdır.
1983 senesinden önceki takvimlerde bildirilen imsâk ve namaz vakitlerinin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu husûsta hiçbir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir.” şeklinde bildirilmiştir.
Temkin Müddeti” hakkında teferruatlı malûmat için tıklayınız,(üsteki linke tıklayın)
4. İmsâk vaktinde güneşin irtifâ’ı (Ufkun altındaki yükseklik derecesi).
Türkiye takviminin hazırladığı, İnternette de neşr olunan vakitlerde ve imsâkiyelerde, temkin zamanı ile namaz vakitlerine âid olan Güneşin Şer’î ufukdan, irtifâ’ zâviyeleri yani, ufukdan yükseklik açıları hiç değiştirilmemiş, namaz ve oruc vakitleri, doğru olarak bildirilmiştir. Dört mezhebde de imsâk vakti, (şer’î gece)nin sonunda başlar. Yani, (Fecr-i sâdık) denilen beyazlığın doğudaki ufk-ı zâhirî (Görünen ufuk) hattının bir noktasında görülmesi ile başlar. Oruc da, bu vakitte başlar. Yani, güneş ufk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca başlar.
İslâm astronomi mütehassısı Ahmed Ziyâ Bey (Rub’-ı dâire) kitâbında diyor ki, (Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesâb ediyorlar. Bunun için, fecr hesâblarında, güneşin irtifâ’ını (-18) derece alıyorlar. Biz ise, ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesâb ediyoruz. Bunun için de şemsin (Güneşin) irtifâ’ının, (-19) derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü islâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, BEYAZLIĞIN UFUK ÜZERİNDE İLK GÖRÜLDÜĞÜ VAKİT olduğunu bildirdiler.)
Yani, İslâm âlimleri asırlardan beri, fecr (imsâk) vaktinde Güneşin irtifâ’ının, ufkun altında (-19) derece olduğunu anlamışlar, diğer rakkamların doğru olmadığını bildirmişlerdir. Fetvâ böyledir. Müctehid olmayanların bu fetvâyı değiştirmeye hakları yoktur. Fetvâya uymayan ibâdetler, sahîh olmaz. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyanlara ve mezhebsizlere değil, İslâm âlimlerine uyması lâzımdır.
Nitekim, 1958 senesinde, Diyanet İşleri Başkanlığınca neşr edilen namaz vakitlerinin yanlış olduğunu yazan bir gazetenin köşe yazarına verilen cevâbda aynen, “... İmsâk vaktine gelince; Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar bu vakti güneşin 18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç milletin imsâk vaktinde hangi ibâdetleri var ki imsâk vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, islâm hey’etşinâsları (İslâm astronomi mütehassısları) tarafından mezkûr vakit (imsâk vakti) islâmî kâidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor? İmsâk vakti mebde-i fecrin tulû ânıdır (yani doğu ufkunda beyazlığın bir nokta halinde görüldüğü zamandır). Hey’etşinâsân-ı sâbıkamız (evvelce gelen bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız) bu ânın 19 derece inhitât-ı şemse tevâfuk eylediğini (ufkun altında 19 derece olduğunu) kabul etmişlerdir. Demek ki islâm hey'etşinâslarının (İslâm astronomi mütehassıslarının) imsâk vakti için kabul ettikleri derece 18 derece değil, 19 dur. Namaz vakitlerinin bu dereceye göre hesâblanması lâzımdır ve takvimimizdeki hesâblar buna göredir. ” diye bildirdikten sonra, “İmsak vaktinin formülünü bildiriyoruz. Hesâbı buna göre yapınız veya yaptırınız. Neticede takvimde yazılı vakit doğru olarak çıktığı görülecek ve boş yere zihinlerin bulandırıldığı anlaşılacaktır.” denildikten sonra, misâl olarak imsâk vakti hesâbı logaritmik ve trigonometrik formüllerle yapılarak, temkin müddeti kadar evvele alındıktan sonra bulunan imsâk vakti, bu mezkûr yazı ile gazete yazarına gönderilmiştir. Türkiye takviminde ve internetteki sitelerimizde yayımlanan imsâk vakitleri, aynen burada bildirildiği gibi, ufkun altında 19 derece kullanılarak ve temkin müddeti kadar evvele alınarak hesâblanmaktadır.
Temkinsiz ve Güneşin ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesâb edilen imsâk vakitleri yanlıştır.
Hem Güneşin ufkun altındaki yüksekliği (-18) derece alınmakla ufka yaklaştırılarak ve hem de temkin müddeti tamamen kaldırılarak yapılan hesâblarda, imsâk vaktinde yaklaşık olarak (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde) 15-20 dakikaya varan farklar ortaya çıkmakta ve oruca gerçek imsâk vaktinden takrîben 15-20 dakika sonra başlanmakta ve tutulan oruclar fâsid olmaktadır.
5. İmsâk vaktindeki temkin ile alâkalı yanlışlıklar, yatsı vakti için de aynen tekrârlanmaktadır.
Yatsı namazının vakti, imâmeyne (yani İmâm-ı Ebû Yûsüf ile İmâm-ı Muhammede) ve diğer üç mezhebe göre batıdaki zâhirî ufuk, yani görünen ufuk hattı üzerinde kırmızılığın kaybolduğu, yani Güneşin ufkun altında (-17) derece irtifâ’a indiği vakittir. Namaz vakitleri hesâb edilirken, Güneşin ufkun altındaki, imsâk vaktine âid olan irtifâ’ (yükseklik) açısı da değiştirilmemelidir.
Yatsı namazı vaktinin doğru olarak hesâblanabilmesi, yani batı ufkunda kırmızılığın kaybolması için, zarûrî olan aynı temkin müddeti, burada da astronomik formülle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmelidir. Çünkü, güneşin doğuş ve batışında olduğu gibi, zarûrî olan aynı temkin müddeti astronomik formüllerle bulunan yatsı vaktine ilâve edilmezse, batı ufkundaki kırmızılık kaybolmaz. Batı ufkundaki kırmızılığın kaybolması için, temkin müddetinin mutlaka ilâve edilmesi şarttır. Aksi halde yatsı namazına, akşam vakti içerisinde erken başlanılmış olur. Temkin müddetinin mesnedsiz olarak kaldırılması sebebiyle, 1982 ve daha önceki yıllarda yayınlanan takvimlerde bildirilen yatsı vakitleri ile, 1983 ve sonrası takvimler ile sitelerde bildirilen yanlış yatsı vakitleri arasında, (Türkiye gibi arz derecesi 36-42 derece arasında kalan yerlerde takriben 10 dakikaya kadar varan) farklılıklar olmakta ve yatsı namazına, vakti girmeden önce başlanılmaktadır.
Bunun için, temkin müddetlerini ve dolayısı ile namaz vakitlerini değişdirmek câiz değildir. Namaz vakitleri hesâbında mutlaka, zarûrî olarak kullanılması gereken temkinin lügat ma’nâsına bakarak, bunu bir ihtiyat zamanı zan etmek ve efkâr-ı umûmiyeyi bu şekilde şartlandırmak da doğru değildir. Temkin müddetlerini kısmen veya tamâmen ortadan kaldırmak ve imsâk vaktine âid olan ufkun altındaki yükseklik açısını (-19) dereceden (-18) dereceye rakkamsal olarak küçülterek güneşi ufka yaklaştırmak, doğru olan imsâk ve namaz vakitlerini değiştirmektir.
TÜRKİYE TAKVİMİ
VAKİT HESÂBLAMA HEY’ETİ BAŞKANLIĞI
FAZİLET TAKVİMİ Fazilet Takvimi | 6 Ekim 2012
Muhterem okuyucularımız; Takvimimizdeki namaz vakitleri dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının ictihatlarına dayanmaktadır.
Bu fıkhî esaslara göre hesaplama yapılırken enlem, boylam, saat dilimi, yükseklik, arazi genişliği gibi birçok astronomik, klimatolojik ve jeolojik unsurlar kullanılmaktadır.
Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınmıştır. Mesela, güneşin doğuş-batışı için 'geometrik doğuş-batış' değil, çıplak gözle gözlenebilen 'görülen doğuş-batış' asıldır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen değerler -bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı- gerçek değerleri karşılayamamaktadır. Bu sebeple namaz vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır. Bu tedbirler; geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltilmesidir. İşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Temkin ve diğer bilimsel yollarla sapmaları zarûrî olarak düzeltilmiş vakitler, asırlardan beri İslam aleminde kullanıldığı gibi; Türkiye'de de 1982 yılına kadar -Diyanet dahil- bütün takvimlerde kullanılmıştır. Fazilet takvimi de bunu kullanmaya devam etmektedir. Bu yeni bir uygulama değildir.
Bu kadar önemli olan ve asırlardan beri İslâm âlemi takvimlerinde kullanılagelmekte olan ve zamanın âlim ve fakîhleri ile mü'minlerin emîrleri tarafından tasvîp edilmiş bulunan temkin vakitleri 1983 yılından îtibaren Din İşleri Yüksek Kurulu'nun 21.01.1982 gün ve 6 sayılı kararı ile Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından kaldırılmıştır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın bahis mevzuu tasarrufuna uymamız, her ne kadar kanûnî bir mecbûriyet değil idiyse de, her hangi bir ihtilâfa sebep olmamak için, 1983 ve 1984 yıllarında çıkarmış bulunduğumuz takvimlerimizde buna, istemeye istemeye biz de uymuştuk.
Ancak, bu tatbîkâtın büyük bir vebâli mûcip olacağını ilk anda görmüş ve bütün Müslümanların bilhassa Ramazan günlerinde çok dikkatli olmalarını ve takvimde gösterilen imsak vakitlerinden itibaren yeme-içme ve sair orucu bozan şeylerin derhal kesilmesi gerektiğini, vakitlerde artık en ufak dikkatsizliğin büyük vebâl olacağını; ayrıca günlük namazlarda, takvimlerde gösterilen vakitlerden hangisine kaç dakika ilâve edilip, hangisinden kaç dakika çıkarılması icap ettiğini her ayın sonunda, büyük hassâsiyetle ve tekrar tekrar îzah etmiş ve bununla da iktifâ etmeyerek, her türlü mânevî vebâlden sakınmak için, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kaldırdığı temkin vakitlerini, takvim yapraklarının ön yüzün alt satırında göstermiştik.
Fakat maalesef, bütün bu gayretlerimizin istediğimiz netîceyi hâsıl etmekten çok uzak olduğunu, okuyucularımızın gerek mektup ve gerekse şifâhî olarak bu iki sene (1983-1984) içinde bize yapmış oldukları mürâcaatlardan tesbît ettik.
Zîra Müslümanlardan pek çoğu, asırlardan beri hâsıl olan bir alışkanlıkla, “Nasıl olsa müsâadesi vardır!” diyerek imsaktan sonra beş-on dakika daha yemeye-içmeye devam ediyor. Oysa temkinli vakitlerin kullanıldığı takvimlerde bile böyle bir şey caiz değilken temkinsiz gösterilen imsak vakitlerinde hiç caiz olamaz. Çünkü beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ve irtifa farklılıkları sebebiyle vakitleri çok kesin bir şekilde tesbit etmek de mümkün olmadığından temkinsiz vakitleri kullanmak hatalıdır.
Bu durum karşısında, Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun mezkûr kararına uymaya devam etmeyi son derece tehlikeli ve o nisbette de mânevî bakımdan mes'ûliyetli bulduk. Bu mes'ûliyetten kurtulmak için, 1985'ten îtibâren takvimimizde 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan -Diyânet takvimi de dâhil- bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.
Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsak vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alınmıştır. Ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır.
Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
Bu sebeple müslümanlara,
* Takvimimizde verilen vakitlere riayette titizlik göstermelerini,
* Namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemelerini,
* Oruca başlarken takvimimizdeki imsak vakitlerini kullanmalarını,
* Sabah namazını ise imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılmalarını tavsiye ediyoruz. Daha erken kılınması isabetli olmaz.
Büyük Haydar Efendi'nin Usûl-i Fıkıh Dersleri kitabında, “Vaktinden evvel kılınan namaz sahih değildir. Musallî, vaktin hulûlünden (girmesinden) evvel namaz kılarsa, o namaz edâ edilmiş olmaz.” buyrulmuştur.
* Kezâ Ahmed Bîcan Hazretleri'nin Envâru'l-Âşıkîn isimli eserinde de, “Vaktinden evvel kılınan namaz, gönül nûrunu söndürür; yerine zulmet girer.” buyrulmaktadır.
* Vakti girmeden bir namazı kılmak Allâh'ın emrine aykırı olduğundan, insanın rûhunu ifsad eder ve -vakti içinde kılmadığından- o namazı kılmamış olur.
* Nisâ Sûresi'nin 103. âyet-i kerimesinde (meâlen) şöyle buyuruluyor: “Şüphesiz namaz, mü'minlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır.”
Namaz vakitleri:
Câbir bin Abdullah ile İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)‘den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:
“Cibrîl (a.s.) bana iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam'ın yanında imam oldu.
İlk def'a güneşin gölgesi bir nalın tasması kadar uzadığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını, gecenin sülüsüne doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana döndü ve:
'Yâ Muhammed, bu, senden evvelki peygamberin vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır' dedi.”
Ehl-i Sünnet âlimlerinin ve râsıdlarının (Allah onlardan râzı olsun) asırlar boyu bitmek tükenmek bilmeyen gayreti, çalışmaları, araştırmaları neticesinde astronomi esaslarına uygun olarak tesbit ettikleri namaz vakitlerine ait güneş'in derece değerleri ise, aşağıda beyan edilecektir. Bu vakitlerin dışında indî olarak kendi kafasından vakit îcad etmek, uydurmak -Allah korusun- çok büyük mes'ûliyeti mûciptir.
ÖĞLE NAMAZI VAKTİ
Cebrâil aleyhisselâm'ın namaz vakitlerini bildirmek için nüzûlü, Mîrac Gecesi'nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci namaz) denilmiştir.
Astronomi bakımından da öğle namazının vakti diğer vakitlerin mebdei; başlangıcı olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti hesap edilir, diğer vakitlerin hesabı ondan sonra ve ona istinâden yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya başladığı zaman -ki, buna zevâl vakti denir- öğle namazı vakti başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır. Bu vakitlerle alâkalı tafsilât ikindi namazı vakti izah edilirken verilecektir.
İKİNDİ NAMAZI VAKTİ
Güneş gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü'n-Nehâr Kavsi (yani, bulunulan yerin meridyeni) üzerindedir ve bu anda her şeyin gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana “Fey'-i zevâl” denilir.
Bir cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde, yani cismin gölgesi fey'-i zevâl + cismin yüksekliği kadar uzunlukta gölge boyuna geldiğinde, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna “Asr-ı evvel” denir ve bu imâmeyn kavlidir.
Cismin fey'-i zevâldeki gölgesine o cismin boyunun iki misli kadar daha gölge inzimam ettiği (eklendiği)nde de ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur ki buna “asr-ı sânî” denir ve bu İmâm-ı A'zam'ın kavlidir.
Bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika ka-
lıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar. Takvimimizde asırlarca Osmanlı Devleti'nde müftâbih (kendisiyle fetva verilen) ve mâ'mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
AKŞAM NAMAZI VAKTİ
Eimme-i Erbaa (İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel rahimehümullah) indinde, güneş ufukta battıktan sonra güneşin merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer. Akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden 15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bunun için yatsı vaktinin erken girdiği günlerde15 dakika evvelki, geç girdiği günlerde de 20 dakika evvelki vakitleri kullanmalıdır. Yani, yatsı vakti girmezden 15 veya 20 dakika evvel akşam namazı kılınmış olmalıdır.
Bununla beraber sıkışık durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ edilir, kazâya bırakılmaz.
YATSI NAMAZI VE İMSÂK VAKTİ
Güneş battıktan sonra, ufkun altında alçalmaya devam eder. Bu arada ufuk bir süre kızıl bir renk alır, ardından da kısa süreli bir beyazlık devam eder. Güneş battıktan sonra ve doğmadan önce gökyüzünde güneş ışınları atmosfer içinde kırılma ve dağılmaya uğrar. Bunun neticesi olarak görülen atmosfer içinde güneş ışınlarının yansımasından kaynaklanan kızıllık ve beyazlığa Astronomi'de “Tan hâdisesi” denir. Akşam vaktindeki tan hâdisesine “şafak” da denilir. Modern astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre bu hâdise, güneş battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder. Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez, gözden kaybolur ve gece başlar.
İslâm âlim ve râsıdlarına göre; Akşamleyin güneş ufuktan -17 derece aşağı indiği zaman ufuktaki kızıllık kaybolur, bu vakit, yatsının başlangıcıdır.
SABAH NAMAZI VAKTİ
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye devam eder. Güneş ufuktan -19 dereceye geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan hâdisesi (fecr) meydana gelir. “Fecr-i sâdık” başlar ve gece nihâyet bulur. Güneş ufuktan inebileceği en aşağı noktaya indikten sonra, tekrar yükselmeye başlar; ufka -19 derece yaklaştığı anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık doğar; bu an imsâk vaktidir. Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin merkezi ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve güneş doğar.
Hanefî mezhebine göre Sabah namazı takvimimizdeki imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılınabilir.
Hanefî mezhebine göre sabah namazını, güneşin doğmasından 45 dakika öncesi kılmak müstehaptır.
Şâfiî mezhebine göre ise, fecr-i sâdıkın doğmasıyla birlikte, yani imsaktan en az 15-20 dakika geçtikten sonra kılmak efdaldir. Maamâfih Hanefî mezhebi mensupları da, Ramazan ayında ve zarûri hallerde, sabah namazlarını fecr-i sâdıkın; ikinci fecrin doğmasıyla (imsaktan 15-20 dk. sonra) birlikte kılabilirler.
Güneşin doğuşu, öğle vaktinden ne kadar önce ise, batışı da o kadar sonradır. Yani güneşin doğuş ve batış vakitleri öğle vaktine (güneşin en yüksek noktada olduğu vakte) göre mütenâzır (simetrik)dır.
Takvimimizde yer alan namaz vakitleri hakkında, uzun bir ilmî tetkik neticesinde hazırladığımız bu açıklamada, göremediğimiz bazı hatalarımızdan dolayı Cenâb-ı Hakk'ın afvına ve okuyucularımızın derin müsâmahalarına sığınırız. Muvaffakiyet Allahü Teâlâ'dandır.
Daha Fazla Bilgi
19 Kasım 2014
Fazilet takvimi
Namaz ve İmsak Vakitleri Hakkında
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar/6.html
Önemli Notlar
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar.html
Türk takvimi
Mühim Tenbih
http://www.turktakvim.com/muhim_tenbih.html
Temkin Müddeti
http://www.turktakvim.com/temkin_muddeti.html
Farklı İmsâkiyeler
http://www.turktakvim.com/farkli_imsakiyeler.html
Bilgiler
http://www.turktakvim.com/bilgiler.html
Son düzenleme: