Denizin dibindeki inciler

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Denizin dibindeki inciler

Bir kimsenin bizim vâsıtamızla Rabbimizi tanıması bizim için tonlarca altın ve gümüşlere sahip olmaktan daha iyidir. Öyle ise bu manevî hazineden ellerimizi doldurmamız icap eder. Denizin dibinde duran, ister inci olsun isterse taş; farkı yoktur. Denizin dibindeki incileri çıkar ki senin olsun!

Allah’ın dînine hizmet noktasında bizlere düşen, üzerimize terettüp eden vazifeleri bihakkın yapmaya çalışmaktır. Kur’ân ve îman hizmetinde bulunmak en büyük ibâdettir. Öyle ise çalışmalarımıza ibâdet şuuru ve anlayışıyla devam etmemiz icap eder. Bedîüzzaman Hazretleri’nin ifâdesiyle; bizim vazîfemiz, yalnız kendi îmânımızı kurtarmak değil; başkalarının îmanlarını da muhafazaya çalışmaktır. Bu vazife ile mükellefiz. Bu mükellefiyeti, hizmeti her şeyin üstünde tutarak ve de hizmete ciddi devam ile îfâ edebiliriz.

Peygamber Efendimiz (asm)’nin, İslâmiyeti insanlara ulaştırma, bütün insanları îman nûruyla hidâyet yoluna eriştirme noktasında gece-gündüz çalıştığı hepimizin malûmudur. Öyle ki vazife mes’uliyetiyle kendini harap edecek hâle geldiğini Rabbimizden öğreniyoruz: “Ey Resûlüm! Sen (onlar) mü’min kimseler olmayacaklar diye neredeyse kendi nefsini helâk edeceksin. Dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de boyunları ona eğilip kalanlar olarak (inanmaya mecbur) olurlar.” (Şuarâ; 3,4)

Rabbimiz, Peygamber Efendimize ihsânı olan dâvâ şuurunu, gayretini, azmini, ciddiyetini, şevkini bizlere de ihsan etsin. Muvaffakiyetimizi artırsın; zira İslâmiyet’e hizmete şevkle çalışmak, bu hizmette muvaffak olmak, istikâmetli düşünmek ve ihlâsla hizmet etmek Rabbimizin en büyük ihsanlarındandır. Üstad Bedîüzzaman Hazretleri’nin ifâdesiyle; “neşr-i envâr-ı Kur’ân’iyedeki muvaffakiyet, gayret ve şevk bir ikrâm-ı ilâhîdir, belki bir kerâmet-i Kur’âniye, bir inâyet-i Rabbâniyedir.”

İKİ VAZÎFEYİ KARIŞTIRMAYALIM!

Cenâb-ı Hak bazı kimseler için hayır ve iyilik diler, onlar için güzellikler takdir eder. Bazılarını da o güzelliklere bir vesîle, bir aracı kılar. Allah hidâyetini kullarına doğrudan ulaştırabilirdi. Hâlbuki biz kullarını vesîle kılmak suretiyle bizleri de ihsanlara boğuyor. Ne mutlu o kimseye ki kendisine hayır ve iyilikler takdir edilmiştir; yine ne mutlu o kimseye ki hayra ve iyiliğe vesîle oluyor; yani Allah, takdir ettiği hayrı onun vâsıtasıyla karşı tarafa ulaştırıyor.

Vazifenin îfâsında gevşeklik veya tembellik olursa mesuliyet olur. Cenâb-ı Hak muhafaza etsin, bir de gaflet olursa mesuliyet daha da şiddetlenir. Şartlara uygun çalışmadan tevekkül edilmez. “Esbâba tevessül etmeden yapılan tevekkül tembelliktir.” Tarlaya tohum ekmeden ekin biçmek ne mümkün?

Bizler vazifemizi yaptıktan sonra Rabbimiz isterse ve hikmeti iktizâ ederse nasîbi olanlara bu hizmeti kabul ettirir. Vazifemizi yaptıktan sonra, “Niye şöyle oluyor? Niçin böyle olmuyor?” gibi sızlanmalar haddi aşmak olur ki kulluk âdâbına yakışmaz. Sebeplere başvurduktan sonra netîceye kanaatsizlik göstermek hırs olduğu için uygun değildir.

Bizler vazifemizi yapmakla mükellefiz; hidâyet Allah’tandır. Güneşi görünce bazı meyvelerin olgunlaşıp bazılarının çürüdüğü gibi, birçok insan Peygamber Efendimizi görmüş, Müslüman olmuş; bir kısım insanların da Peygamber Efendimizi görünce küfürleri artmıştır. Sahabe-i güzîn efendilerimizle aynı şehirde, onlarla iç içe yaşayıp onların üzerinde İslâmiyet’in güzelliklerini gördükleri halde îman etmemiş bir kısım insanlar olduğu gibi; uzak diyarlardan gelip de Müslüman olma şerefine nail olan nice bahtiyarlar olmuştur. Öyle ise hidâyet noktasında bizim hissemiz sadece vâsıta olmaktır.

İNSANIN OLDUĞU HER YERDE HİZMET VARDIR

Allah’ın dînine hizmet ederken şu iki hususu hiç hatırımızdan çıkarmamalıyız:
1. Hizmet için her ortamı ve durumu değerlendirmek gerekir. İnsanın olduğu her yerde hizmet potansiyeli vardır. Bazen olur ki otobüste kısa bir yolculuk, koca bir şehirde, kalabalık caddelerden daha fazla hizmete vesîle olabilir. 2. Bizlerde hizmet arzusu, isteği, aşkı, şevki olduktan sonra; o nurların aksedeceği mukâbil gönül aynalarını Cenâb-ı Hak denk getirir. Zira kader-i ilâhi her şeyi kuşatmıştır. Madem kader bizleri buluşturuyor; bizler de üzerimize terettüp eden vazifeyi yapmaya çalışmalıyız.


Bir kimsenin bizim vâsıtamızla Rabbimizi tanıması bizim için tonlarca altın ve gümüşlere sahip olmaktan daha iyidir. Öyle ise bu manevî hazineden ellerimizi doldurmamız icap eder. Denizin dibinde duran, ister inci olsun isterse taş; farkı yoktur. Denizin dibindeki incileri çıkar ki senin olsun!
 
Üst