Vehhabimi oldum ben şimdi

Muhammed Furkan

Yeni Üye
Üye
Esselamu aleyküm Kardeşlerim Şimdi Kadir gecesi hariç diğer geceler bidat diyorum çünkü ne ayet var nede bir hadis.Hakkında hadis ve ayet olmayan bir şeyi dinimize sokmamız sacma olmazmı ? Camilerimizde Toplu halde yapılan tesbihatta bidattır. onu herkes kendisi yapması lazım. ben tasavvuf yok demiyorum şuan ülkemizde onu doğru uygulayan varmı bilmiyorum bana teklif ettiler tarikat için kabul etmedim çünkü mürşid rabıtası çok sakıncalı bidat gibi bir şey ayrıyetten Şeyhlerine karşı yaptıklarını bazen kula kulluk görüyorum ben o yüzden kabul etmedim çünkü Allahtan korkarım. ) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”

Muhdes: Dinden olmayan şeyin din adına çıkarılmasıdır.

Müslim 867, Nesei 3/188

2) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“…Yolun en faziletlisi Muhammed’in yoludur. En kötü iş ise sonradan icat edilenlerdir. Her bid’at dalalettir.”

Buhari İtisam 16

3) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“Hakikat şu ki kim benden sonra terk edilmiş bir sünnetimi ihya ederse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiçbir şey eksilmeden. Kim de Allah’ın ve Rasulünün rızasına uygun düşmeyen bir dalalet bid’atı icad ederse onunla amel eden insanların günahları kadar o kimseye günah yükletilir, hem de günahlarından hiç bir şey eskitilmeden.”

Tirmizi, Müslim, Ebu Davud

4) Hakem ibnu’l-Mübarek haber verip dedi ki: Bize Amr bin Yahya haber verip dedi ki; babamı babasından şöyle rivayet ederken duydum: babam dedi ki:

“Sabah namazından önce Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’ın kapısının önünde oturduk. O çıkınca onunla birlikte mescide yürürdük. Bir gün Ebu Musa el-Eşarî (Radiyallahu Anh) yanımıza geldi ve:

−‘Ebu Abdirrahman şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?’ dedi. Biz:

−‘Hayır’ dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) çıktı. O çıkınca hep birden ayağa kalktık. Sonra Ebu Musa (Radiyallahu Anh), Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’ya şöyle dedi:

−‘Ebu Abdirrahman biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm. Ama yine de Allah’a şükür hayırdan başka bir şey görmüş değilim.’ Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):

−‘O nedir?’ diye sordu. Ebu Musa (Radiyallahu Anh):

−‘Birazdan mescide gidince göreceksin’ dedi ve şöyle devam etti:

−‘Mescidde halkalar halinde oturmuş ellerinde de çakıl taşları olan bir grup ve bu grubun başında bir adam:

−‘Yüz defa Allah-u Ekber deyin’ diyor, onlarda yüz defa Allah-u Ekber diyorlardı. Grubun başında bir adam sonra:

−‘Yüz defa Lailahe İllallah deyin’ diyor, onlarda yüz defa Lailahe İllallah diyorlardı. Yine grubun başında bir adam:

−‘Yüz defa Subhanallah deyin’ diyor onlarda yüz defa Subhanallah diyorlardı.’ Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma):

−‘Peki, onlara ne dedin?’ dedi. Ebu Musa (Radiyallahu Anh):

−‘Senin görüşünü bekleyerek veya senin emrini bekleyerek onlara bir şey söylemedim’ dedi. Abdullah bin Mes’ud(Radiyallahu Anhuma):

−‘Onlara kötülüklerini sayıp hesap etmelerini emretseydin ya. İyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya’ dedi. Sonra Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) ile beraber mescide gittik. Nihayet Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) bu halkalardan birine gelip, başlarında durdu ve şöyle dedi:

−‘Bu yaptığınızı nedir?’ Onlar:

−‘Ebu Abdirrahman bu çakıl taşları ile Allah-u Ekber, Lailahe İllallah ve Subhanallah deyişlerimizi sayıyoruz.’ dediler. Bunun üzerine Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

−‘Artık kötülüklerinizi sayıp hesap edin! Ben iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim dedi. Yazıklar olsun size! Ey ümmeti Muhammed ne çabuk helak oldunuz! Nebiniz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in şu sahabesi içinizde hala bolca bulunmaktadır. İşte onun elbiseleri henüz eskimemiş, kabları henüz kırılmamıştır. Canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki sizler kesinlikle Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in dîninden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz ki bu imkânsızdır veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız.’ Onlar:

−‘Vallahi, Ebu Abdirrahman! Biz sadece hayrı elde etmek istedik’ dediler. Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma)’da şöyle karşılık verdi:

−‘Hayrı elde etmek isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir.’ Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

-‘Bir topluluk Kur’an’ı okuyacaklar da (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerinden ileriye geçemeyecek.’

−‘Vallahi bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir.’ Sonra Abdullah bin Mes’ud (Radiyallahu Anhuma) onlardan yüz çevirdi. Amr bin Yahya’nın dedesi Amr bin Selime bundan sonra şöyle dedi:

−Bu halkalardaki insanların genelini en-Nehveran olayında Haricilerin yanında bize karşı vuruşurken gördük.

Darimi 1/23/210
 

KaraHilal

Çalışkan Üye
Vealeykumselam Verahmetullahi Veberakatuhu

Kandil (mübarek gün ve geceler) kutlamaları bid'at mıdır? Allah'ın emri değil ve üstelik Peygamber de kutlamamış ve tavsiye de etmemiştir. Ne Kur'an'da ne hadis ve sünnetlerde böyle bir çağrı ve uygulama yok.

Kadir dışındaki gecelerin kutsallığı hakkında Kur'an'da herhangi bir bilgi bulunmaz. Hadiste de Beraet gecesi dışındaki geceler hakkında kesin sayılabilecek bir bilgi ve yönlendirme yoktur. Bu nedenle bazı İslâm bilgin ve hukukçusu bu gecelerin kutlanmasına, hem de bu gecelerde toplu biçimde ibadet yapılmasına bid'at olduğu gerekçesiyle karşı çıkmışlarsa da, İslam toplumu içerisinde bu gecelerde ibadet etmek yaygınlaşmıştır. Ayrıca bu gecelerin kutlanmasını nehyeden bir rivayet de yoktur.

Zaman ve mekânlar bütün kıymet ve kutsiyetini, hakikatte Allah’ın dilemesinden alırlar. Bu İlâhî dileme ise varlıklar için binbir maslahat ve hikmetler içerir. Ayrıca o zaman dilimlerinde gerçekleşen mühim olaylar ve o mekânları dolduran kıymettar mekînler de, içinde bulundukları zaman ve mekâna değer kazandırmışlardır. İslâm’da mübarek zaman dilimlerinin kudsiyeti de meşiet–i İlâhî’den geldiği için, Müslümanlara sonsuz feyz ve bereketin nüzulü için birer vesile olmaktadırlar. Mübarek ay, gün ve geceler, İslâm’ın şeairindendir; hususi kıymetleri ve kerametleri vardır. Kâinat, semavat, feza–yı âlem ve bütün varlıklar1 bu kutlu zaman dilimlerine hürmet etmektedir.2

Âyet veya hadîslerin, kutsallığını tespit ettiği ve mü’minlerin de yüzyıllardan beridir kutladığı bu mübarek ay, gün ve geceler, senenin içine dağılmış vaziyette bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (sas)’in hicretini esas alan ay takvimine göre Recep, Şaban ve Ramazan ayları öncelikli olan kutsal aylardır. İslâm toplumunda bu aylara Şühûr–u Selâse (Üç Aylar) denilmiştir. Eşhürü’l–Hurum (Haram Aylar) ise Muharrem (ki senenin ilk ayıdır), Zilkade, Zilhicce ve Recep aylarıdır.

Mübarek günlere gelince: Hicrî Yılbaşı, Aşûre Günü, Arafe Günü, Ramazan ve Kurban Bayramları, Cuma Günleridir. Bu yazıda kutlu zaman dilimleri içinden yalnızca kandil geceleri üzerinde durulacaktır. Mevlid kandili hariç diğer kandillerin hepsi Üç aylar içindedir ki bunlara dört Leyâli–i Mübareke (Müberek Geceler) denilir. Regâib ve Mi’rac kandilleri Receb ayında, Berâat kandili Şaban ayında, Kadir gecesi de Ramazan ayındadır. Mevlid–i Nebi ise Ramazan’dan beş ay sonraki Rebiü'l–evvel ayındadır. Üç ayların kendilerine mahsus bir tadı bir şivesi vardır ki, onları yılın diğer aylarından ayırır.

Her ayın güzellik ve nefâsetinin zahirî duygularımızla hissedilip yaşanmasına mukabil, bu müstesna zaman dilimi kalple ve bâtınî duygularla yaşanır... Üç ayların başlangıcı, kamer birkaç gün önce zuhur etse de, rağbetlere açık inayetle tüllenen bir perşembe akşamı ‘merhaba’ der ve bir mızrap gibi gönüllerimize iner. Ulu günlere ve daha bir ulu güne akort olmaya teşne duygularımızı ilk defa uyarıp coşturan ‘Regâib’ bir ses ve enstrüman denemesi gibidir. Yirmi küsur gün sonra gelecek olan Mi’rac ise, tam hazırlanmış ve gerilime geçmiş ruhlar için âdeta, semavî düşüncelerle, gök kapılarının gıcırtılarıyla ve uhrevîlik esintileriyle gelir. Berâat bu tembihlerle uyanmış ve tetikte bekleyen sinelere kurtuluş muştularıyla seslenir. Kadir Gecesi’ne gelince, bu kadirşinas insanları, tasavvurlar üstü ve ancak bin aylık bir cehd ile elde edilebilecek feyiz ve bereketle kucaklar ve onları afv u mağfiret meltemleriyle sarar.” 3

REGÂİB KANDİLİ

Sevgili Peygamber Efendimiz (sas)’in Allah’ın bazı çok özel fiilî tecellilerine mazhar olduğu, nuranî lütf u ihsanlara, semavî mevhibelere eriştiği bir gecedir. Recep ayının ilk Cuma gecesine tevafuk etmektedir.4 Kelime olarak regâib, “çokça rağbet edilen, nefis, kıymetli, değerli, ihsan” mânâlarına gelen Ragibe kelimesinin çoğuludur. Buna göre Regaip Gecesi denilince: “Çok lütuf ve ihsanla dolu, kıymeti ve değeri büyük, çok iyi değerlendirilmesi gereken gece” mânâsı anlaşılır. Bu gece Allah lütuflarını sağanak sağanak yağdırır.

Müslümanlar arasında ise Peygamberimiz (sas)’in dünyaya teşriflerinin ilk halkasını teşkil eden anne rahmine şeref verdiği gün olduğuna inanılmaktadır. (Ancak bu gece ile veladet–i Nebeviyye arasındaki müddet, bunun hilafına işarettir. Şu kadar var ki Hz. Âmine’nin Fahr–i Âlem Efendimiz (sas)’i hamil olduğuna bu geceden itibaren muttali olmuş olabileceği düşünülebilir.5)

Peygamberimiz (sas)’in doğuşuyla yeryüzü nasıl küfür ve cehaletin karanlıklarından kurtulup büyük bir mutluluğa boğulduysa, onun teşriflerinin ilk basamağı olan bu geceyi de bütün kâinat alkışlamış, coşkun bir sevinçle ayakta karşılamıştır. Mânen bereketli olan bu gecenin bir hususiyeti de mübarek Ramazan ayının ilk habercisi olmasıdır. Bediüzzaman Hazretleri, Regaib gecesinin Zât–ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanı olduğunu; Mi’rac gecesinin de Zât–ı Ahmediye'nin terakki hayatının zirve noktasının ünvanı olduğunu bildirmektedir.6

Bu gece Allah Rasûlü (sas), söz konusu mazhariyet ve mevhibeler için Cenâb–ı Hakk’a şükür için on iki rek’at namaz kılmışlardır. Bu geceyi ibadetle ihya etmenin sevabı pek çoktur.7 Diğer zamanlarda okunan her Kur'ân harfi için on sevap verilirse, Recep ayında yüzleri geçmekte, Regâib kandilinde ise daha da artmaktadır. Kaza ve nafile namazların sevabı ise diğer gecelere oranla kat kat fazladır.

Regâib kandilinde yapılacak ibadetlerden birisi de duadır. Peygamberimiz (sas), bir hadîslerinde bu gecede yapılacak duaların Allah katından geri çevrilmeyeceğini bildirmişlerdir.8 “Regâib, Mirâc, Berâat kandilleri gibi gece âleminin tâçları ve zamanın Allah’a en yakın zirveleri ya da O’na açılmanın rıhtımları, limanları, rampaları sayılan o mübarek gün ve gecelerde, gönüller ayrı bir duyarlılıkla parıldar; ruh sonsuza doğru bir başka türlü kanat çırpar; her şey verâların ezelî şiirine dem tutar; her yanı tam bir uhrevîlik büyüsü kaplar; her sîneyi, dillerin ifadeden aciz kaldığı bir naz ve niyaz zemzemesi sarar. Hususî bir kısım tecellilerle ötelerin kapısı, penceresi, menfezi hâline gelen mekân; ümit ve beklentilerin yakarışlara dönüşüyle billurlaşan zaman ve yeni nazil olmuş gibi, her sûresi, her maktaı, her âyeti ve her cümlesinde hemen herkese yepyeni bir hayat vaadiyle âvâz âvâz çağıldayan Kur'ân, bizlere iman ve ümitle yemyeşil tepeler, cennette Cuma yamaçları gibi rü’yete açık zirveler ve susamış gönüllerimize hayat suyu gibi iksirler içirerek, ruhlarımıza mü’min olmanın tasavvurlar üstü avantajlarını sunarlar.. sunar ve Rabb’e yönelik sinelerde ne telâffuzları çatlatan mânâ ve muhtevalar, ne ifadelere sığmayan tecellilerle tüllenirler.”9

MİR'ÂC KANDİLİ

Allah’ın emriyle Peygamber Efendimiz (sas)’in rûhen ve bedenen, Burak10 isimli semavî bir binite binerek Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan Kudüs’teki Mescid–i Aksa’ya (Beytü’l–Makdis) kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna –ki buna İsra denilir–, oradan da bir mi’râcla [manevî asansör] yedi kat göklere yükselip tâ Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref denilen ledünnî binitle Allah’ın huzuruna varıp O’nun Zât–ı Akdes’ini yakînen müşahede etmesi ve zaman–mekân üstü konuşması olaylarına Mi’râc denilir. İki aşamalı bu gökler ötesi yolculuk, peygamberliğin 12. yılında, hicretten on sekiz ay önce, mübarek üç ayların ilki olan Recep ayının 27. gecesinde (Regâib gecesinden yirmi küsur gün sonra) gerçekleşmiştir. Kadir gecesinin de Ramazan’ın 27. gecesi olması ile aralarında çok gizemli bir tevafuk vardır. Bediüzzaman Hazretleri: “Mi’rac gecesi ikinci bir Kadir gecesi hükmündedir.”11 sözleriyle, bu gecenin Kadir gecesinden sonra en kutsal bir gece olduğunu belirtmişlerdir.

Ebu Talip’in ve Hatice validemizin vefatı ile çok hüzünlenen, müşriklerin üç yıl süren ablukası ve Tâiflilerin saldırıları karşısında daralan Allah Rasûlü (ve mü’minler), bu Mi’rac olayı ile çok muhteşem bir teselliye ve ihsan–ı İlâhîye ve nail olmuştur. Üç ayların ilk kandili, Regaip gecesi, ikinci Mi’rac gecesidir. Regaib gecesi, Zât–ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanıdır. Mi’rac gecesi de Zât–ı Ahmediyenin terakki hayatının zirve noktasının ünvanıdır.12

Kur'ân–ı Kerim’de İsrâ suresi (17/1) bu İsrâ olayını anlatır. Necm suresi de İsrâ’nın devamı olan Mi’râc hadisesini anlatır.13 Âyetlerde biraz da kapalı olarak anlatılan bu esrarengiz yolculuğu, Peygamberimiz (sas) bir çok hadîslerinde detaylarıyla anlatmışlardır.14 Bir gece Kâbe–i Muazzama’nın Hatîm mevkiinde yatarken, Cebrail (as) gelip mübarek göğüslerini yardı, kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup eski hâline koydu. Sonra beyaz bir binek Burak ile (normalde bir aylık mesafedeki) Mescid–i Aksa’ya uçtular. Orada bütün peygamberlerin ruhlarına imam olup namaz kıldırdı. Bu, onların şeriatlerinin asıllarına mutlak varis olduğunu ifade ediyordu.15

Bir de kendisine su, şarap ve süt takdim edildi. O, fıtrî ve tabiî olan sütü içti. Bu ise ümmetinin doğru yola iletildiğini ifade ediyordu. Ardından yüceliklere yükseltici bir mi’rac (manevî asansör) ile göklere çıkartılıp yedi kat semaları bir bir dolaştırılmıştır. 1. kat semada: Hz. Adem’le, 2. kat’ta Hz. İsa ve Hz. Yahya, 3. katta Hz. Yusuf, 4. katta Hz. İdris, 5. kat’ta Hz. Harun, 6. katta Hz. Musa ve 7. katta Hz. İbrahim ile görüştü. Melekleri, Cennet ve Cehennem’e kadar bütünüyle ahiret hayatını müşahede etti. Bütün mülk ve melekût âlemlerini dolaştı.16

Cebrail daha sonra Peygamberimiz (sas)’i daha da yükseklere çıkardı, öyle bir fezaya vardılar ki kaderleri yazan kalemlerin cızırtıları duyuluyordu. Nihayet varlıklar âleminin son sınırı olan Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaştılar. Cebrail:

“İşte burası Sidretü’l–Müntehâ’dır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.”

dedi. Peygamberimiz (sas)’e Sidre’de dört kutsal nehir ve her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beyt–i Ma’mûr gösterildi. Sonra kendisine şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. O, yine sütü tercih etti. İçtiği süt, onun ve ümmetinin fıtratı, yani hilkat–i İslâmiyesiydi. Ayrıca şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l–Me’vâ’yı temaşa etti. Cebrail’i geride bırakan Zât–ı Ahmediye Aleyhisselam, burada Refref’e binerek Arş–ı A’lâ’ya urûç etti ve tâ Kâb–ı Kavseyn olarak belirtilen “imkân dairesinin bitiş, vücûb dairesinin başlama sınırına” ulaştı. Huzûr–u Kibriya’da Zât–ı Akdes’e ok yayının iki ucu kadar, hattâ daha fazla yaklaştı.17 Cemâlullah’ı perdesiz ve vasıtasız olarak müşahede etti, Onunla zaman ve mekândan münezzeh olarak bîkem u keyf konuştu. Daha sonra tekrar Refref’le Sidre’ye geri döndü. Orada Cebrail’i asıl hüviyetiyle –tıpkı ilk defa Hira’da gördüğü şekliyle– gördü.18 Müteakiben de yine Cebrail ile birlikte göz kırpması kadar kısa bir zaman parçasında dünyaya nüzûl eylediler.19

“Ben mi’racdan daha güzel bir şey görmüş değilim.”20

diyen Peygamberler Sultanı (sas), Mi’rac yüceliklerinden –âdeta bir vefa duygusuyla– geri dönerken yanında ümmetine çok büyük hediyeler getirmiştir:

Birincisi: Beş vakit farz namazı getirmiştir. İhsan şuuruyla kılınan namazlar, ümmetin mi’rac asansörleri olacaktır.

İkincisi: “Âmenerrasûlü” diye bilinen âyetleri getirmiştir. (Bakara, 2/285–286).

Üçüncüsü: İsra Suresi’nin 22–39. âyetlerinde21 bahsedilen 12 adet İslâm prensibini getirmiştir.22

Dördüncüsü: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini getirmiştir.

Beşincisi: İyi amele niyetlenen kişiye –onu yapamasa bile– bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye –onu yapmadığı müddetçe– hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi. Bir diğer hediye de, Mi’rac gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki et–Tahiyyâtü diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’racda Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir mükâlemeye namaz kılanı mazhar etmektedir.23

Evet Zât–ı Ahmediye, bütün velayetlerin üstünde bir külliyet ve ulviyetle tezahür eden velayetinin bir neticesi olarak İlâhî kemal mertebelerinde seyr ü sülûk olan Mi’rac24 ile huzur–u kibriyaya uzanan yolu açmıştır. Kapıyı da açık bırakmıştır ki, arkasındaki evliyayı ümmet, ruh ve kalp ile o nuranî caddede, Mi’râc–ı Nebevî’nin gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre yüce makamlara çıkıyorlar.25 Mi’rac'ta farz kılınan beş vakit namaz, mü’minin mi’racıdır;26 ve Mi’rac–ı Ekber'in (Efendimiz’in Mi’racı) cilvesine mazhar27 olan bir mi’rac–ı asgar (küçük mi’rac'tır.28 Bu mi’racın zirvesi ise secde hâlinde yaşanır,29 kulun Allah’a en yakın olduğu anda. Her mü’min, namazın fiil ve rükünlerine fikrini bindirip, bir nevi mi’rac ile kâinatı arkasına atıp huzura kadar gider.30 Bediüzzaman Hazretleri:

“Leyle–i Mi’rac, ikinci bir Leyle–i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket–i maneviye sırrıyla, inşâallah her biriniz kırk bin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisan ile bu kıymetdar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz ve hakkımızda gelen fırtınada binden bir zarar olmamasına mukabil, bu gecedeki ibadet ile şükredersiniz.”31

sözleriyle bu gecenin manevî bir fırsat bilinip değenlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.32

“Mi’rac'ın esas armağanı namazdır ve bu aynı zamanda her mü’minin mi’racı olarak, onları da miraca götürecek nurdan bir helezondur. Namaz, herşeyiyle halis bir ibadet ve mi’rac için yegane vesile, sonra da Allah Rasulü (sas)’ne gökler ötesi seyahatin en son noktasında tevdi edilen İlâhî bir armağandır. Bu armağan içinde herkese kılacağı namazı ölçüsünde bir mi’rac mukadderdir.”33

“Mü’min için her namaz bir mi’râc vesilesidir. Ve mü’mine düşen de her namazda farklı farklı buudlarda bile olsa mi’râcını tamamlamaktır.”34

“Mi’raca namazla çıkılır.. Allah’a namazla ulaşılır, enbiyanın huzuruna namazla varılır. Ama herkes bunu namazda kendine göre hisseder ve kabiliyeti nispetinde yükseldiğini duyar. Herkesin hissettiği kendi miracıdır.”35

Bu bağlamda, fıkıh kitaplarında bir Mi’rac gecesi namazından bahsedilmektedir ki, kılınması müstahsen görülmüştür: 12 rek’attir. Her rek’atında Fatiha suresiyle beraber herhangi bir sure okunarak iki rek’atte bir selâm verilir. Sonra da 100 kere “Sübhânellâhi velhamdü lillahi vela ilahe illallâhü vellâhü ekber.” denilmelidir. Müteakiben ise 100 kere tövbe ve istiğfar edilip, 100 kere de Efendimiz (sas)’e salât ü selâm getirilmelidir. Gündüzünde de oruçlu bulunmalıdır; zira bu hâlde günaha dair olmaksızın yapılacak her duanın kabul edileceği inayet–i İlâhîden umulur.36 Ayrıca bütün mü’minlere dua etmeyi de unutmamalıdır. Nasıl ki Efendimiz (sas)’in Mevlid kandillerinde, Onun kutlu doğumunu anlatan Mevlidler okunur; öyle de Mi’rac kandillerinde, bu semavî seyehati anlatan Mi’râciyeler okunur.37 Mevlid–i Nebi şairi Süleyman Çelebi’nin “Söyleşirken Cebrail ile kelâm / Geldi Refref önüne, verdi selâm” beytiyle başlayan mi’raciyesi meşhurdur. Bu kandil gecesi, Mi’rac olayını anlatan hadîsler ve kitaplar yeniden okunmalı, toplantılar düzenleyip mi’raciyeler okutulmalıdır. Gönüller ilâhilerle coşmalı, ilmî–manevî sohbetlerle kendinden geçmelidir.

Kur'ân’dan özellikle (İsra, 17/1, 22–39. âyetleri, Necm 53/1–18; Bakara, 2/285–286) âyetleri ve tefsirleri okunabilir. Eğer kişi, Kur’ân’ın dilinden kalp kulağıyla iman derslerini dinleyip başını kaldırıp vahdete tam yönelse, “kulluğun mi’racı”yla kemalat arşına çıkabilir.38 Mi’rac'ta iman hakikatleri gözle görüldüğü için, bu kandil gecesi imanî konuları ve o konular içinde Mi’rac'a ait meseleleri derinlemesine okuyup mütalâa etmek lâzımdır.39 “Mi’rac–ı imânî”40 ile âdeta İlâhî mükâlemeye nail olmalıdır. Camilerde cemaatle kılınan akşam ve yatsı namazları ve okunan Kur'ânlarla kıvamını bulan ruhlar, daha sonra evlerine çekilmeli, evlerindeki mescid–i haram mesabesindeki odalarından, seccade burak’ına binerek ilham cebrail’i eşliğinde ihlas mescid–i aksa’sına varmalı; orada gözyaşıyla karışık bir kâse mânâ sütü içtikten sonra secdelerin mi’racıyla yükselip âyetlerin kanatlarında ruhunun mülk ve melekût semalarına yelken açmalı, her rek’atta âdeta bir kat yukarılarına doğru yücelmeli, bir noktadan sonra binit değiştirip ihsan41 refref’ine binerek kendi kemal sidre–i müntehalarında pervaz etmeli, nihayet insanda arş–ı azam mesabesindeki kalbin derece–i ufkuna urûç ile tâ kâbı kavseyne ulaşıp “et–tahiyyâtü”nün sırrıyla huzur–u kibriya’da sünûhât ve ilhâmât ötesi bir nevi mükâleme–i İlâhiye ve müşahede–i Rabbâniyeye mazhar olmalıdırlar.

BERÂAT KANDİLİ

Üç ayların ikincisi olan Şaban ayının on beşinci gecesidir. Berâat gecesinde, beşerin kader programı nev’inden bir İlâhî icraat yapıldığı için, bu gece Kadir gecesi kudsiyetindedir; ve bütün senenin bir çekirdeği hükmündedir.42 Bu gece mahlukatın bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir, aziz veya zelil olacaklarına, ihya veya imate edileceklerine, ecellerine ve hacıların adetlerine dair Allah tarafından meleklere malumat verileceği beyan olunmaktadır. 43 Beraat, “iki şey arasında ilişki olmaması; kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması” anlamına gelir.

Sahih hadîslerin beyanına göre: Şaban ayının on beşinci gecesi tövbe eden mü’minler, Allah’ın afv ü mağfireti ile günahlarından ve dolayısıyla Cehennem’den berâat edecekler, kurtulacaklardır. Şaban’ın ortasındaki geceye Berâat isminin dışında; mâ'nen verimli, feyizli, bereketli ve kutsi bir gece olduğu için Mübarek Gece; iyi değerlendirildiği takdirde günahlardan arınma ve suçlardan temize çıkma imkânı taraf–ı İlâhî’den verildiği için Sâk (Berâat, Ferman, Kurtuluş Belgesi) Gecesi; Lutf u ihsanı aşkın, afv ü merhameti engin olan Allah’ın ikram ve iltifatlarına erişildiği için de Rahmet Gecesi de denilmiştir.44

Berâat gecesinin mübarekiyet ve hususiyeti hakkında sahih hadîs–i şerîflerden bir–ikisi şöyledir:

“Allah Tealâ, Şaban ayının on beşinci (Berâat) gecesinde –rahmetiyle– dünya semasına iner, orada tecelli eder ve Kelb Kabîlesi'nin koyunlarının tüyleri sayısından daha çok sayıda günahkârı affeder.”45

Başka bir rivayete göre de Hz. Peygamber (sas):

“Şaban’ın ortasındaki (Berâat kandili) geceyi ibadetle ihya ediniz, gündüzünde de oruç tutunuz. Allah Tealâ o akşam güneşin batmasıyla dünya semasında tecelli eder ve fecir doğana kadar, ‘Yok mu benden af isteyen, onu affedeyim. Yok mu benden rızık isteyen, ona rızık vereyim. Yok mu bir musibete uğrayan, ona afiyet vereyim. Yok mu şöyle, yok mu böyle!..’ der.” buyurmuştur.46

Bir diğer hadîste ise, Berâat kandilinde yapılacak duaların geri çevrilmeyeceği müjdesi verilmiştir.47

Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs’teki Mescid–i Aksa’dan Mekke’deki Kabe–i Muazzama istikametine çevrilmesinin Hicret'in ikinci yılında Berâat gecesinde vuku bulduğunu kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır. Bazı müfessirler,

“Biz Onu (Kur'ân’ı) kutlu bir gecede indirdik. Çünkü biz haktan yüz çevirenleri uyarırız. O öyle bir gecedir ki, her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile o zaman yazılıp belirlenir.”48

âyetinde belirtilen gecenin Berâat gecesi olduğunu söylemişlerdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğuna göre ise bu gece Kadir gecesidir. Çünkü diğer âyetlerde Kur'ân’ın Ramazan ayında49 ve Kadir gecesinde50 indiği açıkça bildirilmektedir. Bu takdirde Kur'ân’ın tamamının Berâat gecesi Levh–i Mahfuz’dan dünya semasına indiği, Kadir gecesinde de görevli kâtipler tarafından istinsah edilip, âyetlerin Cebrail tarafından Efendimiz (sas)’e peyderpey indirilmeye başlandığı şeklinde bir yorum ortaya çıkmaktadır ki bazı müfessirler bu görüşü benimsemişlerdir.51

Bazı âlimlere göre: Berâat gecesi, emirlerin Levh–i Mahfuz’dan istinsahına başlanır, kâtip melekler bu geceden, gelecek seneye müsaadif ayın geceye kadar olacak olan vak’aları yazar ve bu işler, Kadir gecesi bitirilir. Rızıklarla alâkalı defter Mikail (as)’e; harpler, zelzeleler, saikalar, çöküntülerle ilgili defter Cebrail (as)’e; amellerle alakalı defter, dünya göğünün sahibi ve büyük melek olan İsrafil (as)’e; musibetlere ait nüsha da Azrail (as)’e teslim olunur.52 Rasûlulllah (sas):

“Allah Tealâ tüm şeyleri Berâat gecesinde takdir eder. Kadir gecesi gelince de bu şeyleri sahiplerine teslim eder.”

buyurmuştur. Berâat gecesinde eceller ve rızıklar; Kadir gecesinde ise hayır, bereket ve selametle alâkalı işler takdir edilir. Kadir gecesinde sayesinde dinin güç–kuvvet bulduğu şeylerin takdir edildiği; Berâat gecesinde ise, o yıl ölecek olanların isimlerinin kaydedilip ölüm meleğinin teslim edildiği de söylenmiştir.53

İslâm kaynaklarında Berâat gecesinde beş hasletin varlığından bahsedilmektedir:

1. Her önemli işin bu gecede hikmetli bir şekilde ayrımı ve seçimi yapılır.

2. Bu gece yapılan ibadetin (kılınan namazların, okunan Kur'ân'ların, yapılan dua ve zikirlerin, tövbe ve istiğfarların), gündüzünde tutulan oruçların fazileti çok büyüktür.

3. İlâhî ihsan, feyiz ve bereketle dopdolu bir gecedir.

4. Mağfiret (bağışlanma) gecesidir.

5. Rasul–i Ekrem’e şefaat hakkının tamamı (şefaat–ı tamme) bu gece verilmiştir.54

Bu gece her tarafı kaplayan rahmet, merhamet ve lütuftan tövbe etmedikleri takdirde, şu kimseler istifade edemezler:

1. Allah’a ortak koşanlar.

2. Kalpleri düşmanlık hisleriyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler.

3. Müslümanların arasına fitne sokanlar.

4. Akraba bağını koparanlar.

5. Gurur ve kibir sebebiyle elbiselerini yerde sürüyenler.

6. Anne ve babalarına isyanda devam edenler.

7. Devamlı içki içenler.55

Hz. Peygamber (sas)’in Şaban ayına ve özellikle bu ayın içindeki Berâat gecesine ayrı bir önem vererek, onu ihya ettiğine dair diğer rivayetleri göz önüne alan çoğu âlimler bu geceyi namaz kılarak, Kur'ân okuyarak ve dua ederek geçirmenin çok büyük sevaba vesile olacağını söylemişlerdir.

Berâat gecesi kılınacak namaza Salâtü’l–Hayr/Hayır Namazı denilmiştir. Bu namaz bir çok rivayete göre yüz rek’attir. Her rek’atinde Fatiha suresinden sonra on (veya on bir) kere İhlas suresi okunur.56 Bir rivayet göre ise on rek’attir; ve her rek’atinde fatiha’dan sonra yüz İhlas suresi okunur.57

Bediüzzaman Hazretleri talebelerine yazdığı bir Berâat Kandili tebriğinde bu gecenin değeri ve değerlendirilmesi ile alâkalı şöyle demektedir:

“Elli senelik bir manevî ibadet ömrünü ehl–i imânâ kazandıran Leyle–i Berâatınızı ruh u canımızla tebrik ederiz.”58

“Bu gelen gece olan Leyle–i Berâat (Berâat Gecesi), bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat–ı beşeriyenin (insanlığın kaderinin) programı nev’inden olması cihetiyle, Leyle–i Kadrin kudsiyetindedir. Herbir hasenenin (salih amelin) Leyle–i Kadir’de otuz bin olduğu gibi; bu Leyle–i Berâat’ta herbir amel–i sâlihin ve her bir harf–i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, Şuhur–u Selâsede (Üç aylar) yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâlî–i meşhûrede (meşhur geceler), on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler, elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiği kadar Kur'ân’la ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."59

KADİR GECESİ

Kur'ân–ı Kerim’in Levh–i Mahfuz’dan dünya semasına toptan indirilmiş olduğu gecedir. Cebrail, Peygamberimiz (sas)’e ilk vahyi bu gece getirmiştir. Alak suresinin “İkra! Oku!” emriyle başlayan ilk beş âyetini. Bu gecede kaderin bir çeşit istinsahı da yapılmaktadır.60 Kadir Gecesi Ramazan’ın 27. gecesi olarak kutlanılmaktadır. Kandillerin en üstünüdür ve “Gecelerin Sultanı” olarak isimlendirilmiştir. Kıyamete kadar yüz milyarlarca insana dünya ve ahirette rehberlik edecek olan bir Kitab’ın yeryüzüne iniş günü ve bunun yıl dönümleri elbette ki müstesna bir gündür; ve bayramlar, ihtifaller ve merasimlerle kutlanması gayet isabetlidir. Kur'ân’daki “Kadr suresi” vahyin başlangıcından ve bu gecenin büyük kudsiyet, fazilet ve bereketinden, bu gece kâinatı kaplayan ilâhî esenlikten bahsetmektedir:

“Biz Kur'ân’ı Kadir gecesi indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır Kadir gecesi. O gece Rablerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner... Artık o gece bir esenlik gider.. tâ tan yeri ağarıncaya kadar.”61

Duhân suresinde ise bu gecenin kudsiyetine yemin edilmektedir:

”Açık olan ve gerçeği açıklayan bu Kitâb’a yemin olsun ki; biz onu kutlu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz haktan yüz çevirenleri uyarıcılarız. O öyle bir gecedir ki, her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile, o zaman yazılıp belirlenir...”62

Kadir Gecesi, İslâm âlimleri tarafından üç şekilde yorumlanmıştır:

1. Hüküm Gecesi demektir. Takdîr–i İlâhîde hükmolunmuş işlerin, yahut birçok işlere hükmeden muhkem emirlerin ayırt edildiği gece anlamına gelir. Takdîrden maksad, ezelî hükmün açığa çıkmasıdır. Hikmetli işler karara bağlanır.63

2. Mevki, Şeref, Değer ve Azamet Gecesi demektir. Bin aydan daha hayırlı oluşunu ifade eder.64

3. Tazyik (Sıkıştırma, Zorlama) Gecesi demektir. Bu gece inen meleklere yeryüzü dar gelir. Hem Cebrail ilk vahyi getirdiğinde Efendimiz’i üç defa kolları arasına alıp sıkmış, sonra âyetleri bildirmiştir.65

Kadir Gecesi, Efendimiz (sas)’in ümmetine olan aşkın sevgisi sebebiyle yaptığı bir duanın kabul edilmiş hâlidir, şöyle ki: Fahr–i Kâinat Efendimiz (sas)’e kendisinden önceki insanların ömürlerinin müddeti veya bu ömürlerden Allah’ın dilediği kadarı gösterildi. Bunun üzerine ‘Başka ümmetlerin uzun ömürleri içinde yapamayacakları amelleri ümmetim kısa ömrü içinde yapmış olsun.’ diye dua etti. Allah da O'na (içinde bu gece bulunmayan) bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini ihsan etti.”66 (Bin ay, 83 yıl, 4 aya denk gelmektedir.67)

Kadîr–i Mutlak Hazretleri, ümmete rahmet için Kadir Gecesi'nin Ramazan’ın hangi gecesi olduğu açıkça bildirmemiştir. Malumdur ki Cenab–ı Hak şu imtihan dünyasında çok mühim şeyleri gizlemiştir. İnsanın ecelini ömrü içinde, makbul veli kullarını insanlar içerisinde ve ism–i azamı esma–i hüsna içinde gizlemiştir. Aynı şekilde Cuma günü içinde icabet saati, beş vakit namaz içinde salât–ı vustâ, bütün ibadetler içinde rızayı ilahî, zaman içinde kıyamet, hayat içinde ölüm ve Ramazan günleri içinde kadir gecesi gizlenmiştir.68 Bunlar gizli kaldıkça sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.69

Üstad Bediüzzaman, bazı şeylerin bazı şeyler içinde gizlenmesinin hikmetinin, o şeyin diğer fertlerini de kıymetlendirmek olduğunu ve eğer bu gibi özel şeyler açıklanırsa, diğer şeylerin değerden düşeceğini belirtir.70 Bilindiği üzere Peygamberimiz (sas), bu gecenin Ramazan’ın son on veya yedi günündeki (21, 23, 25, 27) tek gecelerden birisi olduğunu söylemiştir.71 Ancak 27. gecesi olduğunu belirten hadîs–i şerifler,72 ekserî âlimler tarafından büyük kabul görmüş ve bütün İslâm âlemi de bunu benimsemiştir. Bu benimseme ile alâkalı, Bediüzzaman Hazretleri’nin yorumu şöyledir:

“Yarın (27.) gece leyle–i Kadr olma ihtimali çok kuvvetli olmasından bir kısım müçtehidler, o geceye leyle–i Kadri tahsis etmişler. Hakiki olmasa da, madem ümmet o geceye o nazarla bakıyor. İnşallah hakiki hükmünde kabule mazhar olur.”73

Peygamberimiz (sas):

“Allah, Kadir gecesini ümmetime hediye etmiş, ondan önce hiçbir ümmete vermemiştir.”74

buyurmuştur. Bir başka hadîslerinde ise

“Her kim Kadir gecesini, sevabını Allah’tan umarak ihlaslı bir biçimde ibadetle ihya ederse, geçmiş günahları affolunur.”75 demiştir.

Meleklerin yeryüzüne indiği ve bir nevi ruhaniyetin yoğunlaştığı bu Kadir Gecesi,76 kaçırılmaması gereken manevî bir fırsattır. Bu gecenin büyük bir nimet olması, onu hakkıyla değerlendirmeye bağlıdır.

“Kadir gecesi ‘kadr’den gelir. Yani o gece bir kadirşinaslık ruh ve mânâsı nümayandır. Öyle ise o gecenin kadrini bilin ki, kadriniz bilinsin. Ayrıca Allah’ın fevkalade atâsının verildiği şeyler de olabilir bu gecede. Tıpkı ulûfe gibi. Bu gecenin gizli olmasında da ayrı bir sır vardır. Efendimiz (sas) onu önce biliyordu, sonra unutturuldu.77 Ta ki, ihya edilsin. Sadece bu geceyi ihya eden de belki hissemend olabilir ama, her geceyi Kadir bilip ihya edenin nasibdar olacağından şüphe yoktur.”78

“Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb–i şerifte yüzden geçer, Şaban–ı muazzamada üçyüzden ziyade ve Ramazan–ı mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve leyle–i Kadirde (Kadir gecesi) otuz bine çıkar.”79

Kadir Gecesi tam olarak bilinemediğinden, Allah’ın sevgili kulları Ramazan’ın her gününü Kadir Gecesi olabilir düşüncesiyle geçirmeye çalışmışlardır. Aynı senede Hilal’in farklı günlerde görünmesine göre başlangıç günü değişkenlik arzeden Ramazan’da Kadir Gecesi de değişmektedir. Bu bağlamda pek çok ehlullah gibi Bediüzzaman da Kadir Gecesini bir gün öncesi ve bir gün sonrası ile (daha bir itina göstererek) ihya etmiştir.80 Bir mektubunda “Gizli olan her gecede muhtemel bulunan Leyle–i Kadirlerinizi tebrik ederim.” şeklinde geçmektedir.81 Peygamberimiz (sas):

“Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Kadir gecesinde namaz kılarsa, geçmiş günahları affolunur.” buyurmuştur.82

Bir başka hadîste:

“Kadir gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan, o geceden nasibini almıştır.” buyrulmuştur.83

Bir diğer hadîste ise:

“Her kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve sabah namazlarını cemaat ile kılarsa, Kadir Gecesi'nden fazla bir hisse alır.”84

Ayrıca Kadir Gecesi namazı kılınmalıdır: Kadir namazının en azı 2 rek’at, ortası 100 rek’at, en çoğu da 1000 rek’attir. Bu namaz iki rek’at kılındığı takdirde her rek’atinde 200 âyet okumalıdır. 100 rek’ate kadar kılındığı takdirde her rek’atinde Fatiha’dan sonra Kadr suresiyle üç kere de İhlas suresi okunup her iki rek’atte bir selâm verilmelidir.85

Bu gece kendine ve bütün Mü’minlere dualar edilmelidir; zira müstecab vakitlerden olması sebebiyle bu gece dua etmek sünnettir.86 Kadir gecesinde bir an vardır ki, o ana rastlayan bir dua her halükarda kabul olunur.87 Hz. Aişe (ra) demiştir ki:

“Ey Allah’ın Resulü, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?” dedim. Şu duayı okumamı emrettiler: “Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu’l–afve, fa’fu annî. Allah'ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet.”88

Kadir Gecesi'nin hakkımızda seksen üç sene ibadetle geçmiş bir ömür hükmüne geçmesini, hakikat–ı Leyle–i Kadri şefaatçi ederek rahmet–i İlâhiyye’den niyaz etmeliyiz.89 Ayrıca bu gece derin tefekkürde bulunulmalıdır. Kur'ân tefsirleri okunmalıdır. Bediüzzaman Hazretleri der ki:

“Leyle–i Kadrin sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşallah Kur'ân’a ait mesâille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirâne Kur'ân okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat–ı Kur'ân mânâları Risale–i Nur Tefsirlerinin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız.”90

MEVLİD KANDİLİ

Sevgili Peygamberimiz (sas)’in dünyaya teşrif ettikleri (20 Nisan 571, Pazartesi) Rabiülevvel ayının 12. gecesidir ki buna Mevlid–i Nebi (Kutlu Doğum) denir. Kâinat ve beşeriyetin yüzyıllardır yolunu gözlediği o Peygamberler Peygamberi (sas)’nin doğum günüdür bugün. Hz. İbrahim (as)’in duası91, Hz. İsâ’nın müjdesi ve dedesi Abdülmuttalip92 ve annesi Âmine’nin rüyasıdır.93 Fil vak’ası onu haber verdi. Doğduğu gece irhasât denilen bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etti.

Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Sâve Gölünün suları bir anda çekiliverdi. Ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri hiç sebepsiz sönüverdi. Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı. Kisrâ’nın saraylarından ondört burc kendiliğinden yıkıldı. Kâbe’deki putların pek çoğu baş aşağı devrildi. Şeytân, ölesiye çığlık kopardı.94 Daha ne gizemli olaylar iç içe ve peş peşe yaşandı.95

Nasıl yaşanmasındı ki Kâinatın Efendisi, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Ahmed–i Mahmud–u Muhammed Mustafa (sas) dünyaya teşrif ediyorlardı. Bütün varlık O’nu ayakta karşılamıştı. Doğum ânı öncesi hane–i saadetleri nurla doldu, yıldızlar evin üzerine salkım salkım dökülecekmiş gibi aktı.96 Seher vaktiydi. Bir ara Âmine validemizin kulağına müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldu. Bir de ne görsün? Bembeyaz bir kuş peydahlandı ve yanına geldi; sonra da kanatlarıyla Âmine’nin sırtını sıvazladı. Ne korku kaldı, ne kaygı. Yine doğum öncesi başka bir nur gözüktü. Âmine’ye bu nur ile Şam’ın saray ve köşkleri gösterildi. Kendisine ak bir kâse içinde şerbet sunuldu. İçer içmez de muhteşem bir nur bulutu kendisini sardı. Tam o esnada mukaddes doğum gerçekleşti.97 O sıra ebesi Şifa Hatun gizemli bir ses duydu: “Allah’ın rahmeti, Onun üzerine olsun!” diye. Hattâ Rum diyarının bazı sarayları bile görünmüştü kendisine. Maşrık ile mağrib arası nurlara boğulmuştu.98

Annesinin anlattığına göre:

“Doğuda, batıda ve Kâbe’nin üzerinde bir bayrak gördüm. Doğum tamamlanmıştı. Yavruma baktım, secdedeydi. Parmağını da göğe kaldırmıştı. Hemen bir ak bulut inip onu kapladı. Şöyle bir ses işittim: ‘Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin. Tâ ki mahlukât Muhammed’i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar!’ Biraz sonra da bulut gözden kaybolup gitti.”

Hz. Âdem (as)’den başlayarak devirlerden devirlere, aileden aileye intikal ede ede gelen o Biricik Nur,99 artık vücud sahnesinde varlık bulmuştu. Efendimiz (sas)’in “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur.”100 dediği kendi Nur’u, beden giymiş, görünür hâle gelmişti. Her çocuk doğunca yere düşerken, o ise ellerini yere dayamış, önce secde edip sonra da başını ve parmağını semaya kaldırmıştı.101 Doğduğunda sünnetli ve göbek bağı kesilmiş vaziyetteydi.102 Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında peygamberlik mührü “Hâtem–i Nübüvvet” vardı.103 Dedesi Abdülmuttalip adını Muhammed104 koymuştu. Övülen demekti. Zira onu Allah övmüştü; melekler, insanlar ve cinler de övecekti. Sonra o Nur topunu alarak Kâbe’ye götürdü ve Allah’a duada bulundu: “Bana bu temiz çocuğu ihsan eden Allah’a hamdolsun!” dedi.105

Nasıl ki insanlara ve cinlere sonsuz mutluluğun yollarını gösterecek Nebi (sas) dünyaya teşrif edince bütün varlık ayağa kalkmıştı. Teşrifinden asırlar sonra da “Doğdu ol saatte ol Sultân–ı Dîl / Nûra gark oldu semâvât ü zemîn” –S.Çelebi– deyince mevlidhânlar, benzeri bir heyecanla Mü’minler “Hoş geldin ey Kutlu Nebi!” mânâsına ayağa kalkmaya devam ediyorlar. Bir edep anlayış ve göstergesi olan bu hürmet ve tazimlerini, O’na arz etmeye çalışıyorlar.106 Efendimiz’in terakki çizgisinin müntehası Mi’râc, başlangıcı da Mevliddir.107

Bu kutlu gecede S. Çelebi’nin Mevlid–i Nebi’si gibi, Peygamber aşkını körükleyen na’t–ı şerifler, mevlidler okunmalı.108 Hafızlar, Kur'ân’dan Peygamberimiz (sas)’in adının geçtiği aşirleri seslendirmeliler. Hem yetim, hem öksüz yetişen o Nebi’nin doğum günü vesilesiyle öncelikle yetimler ve öksüzler sevindirilmeli, yoksullara ziyafetler verilmeli. Kutlu doğum hakkında yazılmış kitaplar ve makaleler bir kere daha topluca okunmalı. O’nu anlatan sohbetler dinlenmeli. Bol bol salât ü selâmlar getirilmeli. Gözümüzün Nuru, Gönlümüzün Sürûru Efendimiz (sas) Hazretleri’nin doğum günü münasebetiyle bizlere düşen vazifelerin ön önemlisi ise, herhalde O’nu her yönüyle daha iyi anlamaya ve O’nun, insanlığa tebliğ ettiği esasları kavramaya çalışmak olmalıdır.109 Fakat kutlu doğumu, aynı zamanda kendi doğumu olan İslâm dünyası, o Nevrûz–u Sultânî’yi lâyık–ı vechiyle tes’îd edememektedir. Hz. İsa’nın doğumun bütün dünyada noel, paskalya ve daha başka yortu ve karnavallarla kutlanılması ölçüsünde, bu Kutlu Doğum'un en azından ümmet içinde olsun O’na ve O’nun mesajına yaraşır biçimde tes’îd edilmesi, bir vefa borcu olmanın ötesinde İslâm’ın ruhundaki Hz. Muhammed’e muhabbet ve hürmet emrinin bir gereği olsa gerektir...110

KANDİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur'ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur'ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar,111 onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.

4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir” gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; ve şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

Dipnotlar

1) Risale–i Nur Tefsirinin pek çok yerinde, ister müellif Bediüzzaman, isterse talebelerinin hayatlarındaki bir takım olaylar ile mübarek gün ve geceler arasındaki manevî irtibatı ifade eder mahiyette pek çok beyanatları vardır. Bunlardan birkaç tanesi için bkz. Sikke–i Tasdik–i Gaybi, s. 205–208, 240; Emirdağ Lahikası, 1/37, 40, 46, 166.
2) Nursi, Bediüzzaman Said, Sikke–i Tasdik–i Gayb–i, s.208, Envar Neşriyat, İstanbul, 1998).
3) G. M. F., Yeşeren Düşünceler, s.45, 47, Nil Yayınları, İzmir, 1996.
4) “Mübarek gecelerin hepsinin vakti mevzuunda şüphe var. (Pratikte yüzde yüz tespit etmek mümkün değildir. Y.G.) Sadece Regaib Gecesi bundan müstesnadır. Zira Regaib, Receb Ayı’nın ilk perşembesidir. Ama o perşembe ayın birine rastlarsa, o da şüphelidir.” (Gülen, Fasıldan Fasıla, 1/322, Nil Yayınları, İzmir, 1995).
5) Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslâm İlmihali, s.187, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1990.
6) Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.207.
7) Bilmen, a.g.e, s.187.
8) Suyûtî, Celâlüddin, Câmiu’s–Sagîr, (Feyzü’l–Kadir’le birlikte), 3/454, Beyrut, 1972.
9) Gülen, Yeşeren Düşünceler, s.160–161.
10) Merkepten büyük, attan küçük bu göksel binit beyaz renklidir ve Cennet’ten getirilmiştir. (Nursi, Mektubat, s.303, Envar Neşriyat, İstanbul, 1992).
11) Nursi, Şualar, s.499; Tarihçe–i Hayat, s.598.
12) Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.207.
13) Necm, 53/1–18.
14) Buhari, Bed’ü’l–Halk, 6; Enbiya, 22, 43; Müslim, İman, 263, 264; Tirmizi, Tefsîr'u–İnşirâh, 33–34; Ahmed b. Hanbel, 1/309; Musannef, 14/306; İbn Hişâm, Sîretü’n–Nebî, 2/44, İhyâü’t–Türâsi’l–Arabî, Beyrut, Beyrut.
15) Nursi, Sözler, s.525.
16) Nursi, Sözler, s.560.
17) Necm, 53/9.
18) Necm, 53/1314.
19) Nursi, Sözler, s. 136, 562. Mi’rac olayının “bast–ı zaman gibi” çok kısa bir sürede olduğuna dair bkz. Nursi, Mesnevi–yi Nuriye, s.197; Nursi, Lem’alar, s.17; Gülen, Kur'ân’dan İdrâke Yansıyanlar, 2/276, Feza Gazetecilik, İstanbul, 2000.
20) Buhari, Salât, 1; Hacc, 76, Enbiya, 5, Tevhid, 37, Menâkıb, 24; Müslim, İman, 259; Ahmed b. Hanbel, 3/148, 149, 5/143. Mi’rac: Semavî asansördür ki, ölülerin ruhları gökyüzüne onunla yükseltilir. Bu yüzdendir ki ölülerin gözleri yukarılara gökyüzüne doğru bakar.
21) “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ana–babanıza da iyi davranın. Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını verin. Gereksiz yere de saçıp savurarak israfçı ve cimri olmayın. Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Zinaya yaklaşmayın. Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Ahdinizi yerine getirerek verdiğiniz sözü tutun. Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma.” (İsra, 17/22–39).
22) Müslim, İman, 264.
23) Nursi, Şualar, s.77–79.
24) Nursi, Sözler, s.561, 563.
25) Nursi, Sözler, s. 580; Nursi, Mektubat, s.306.
26) Kaynaklarda bu mânâyı gösterir şekilde bazı hadîsler bulunmaktadır: “Sizden biriniz namaza durduğunda Rabbiyle münacat edip konuşur.” “Cenab–ı Hakk’ın namaz kılan kula teveccühü ve ikbali devam eder, tâ ki kul namazdan çıkıncaya kadar (ya da kul sağına–soluna dönünceye kadar).” Buhari, Salât, 39; Müslim, Mesâcid, 54; Salât, 108, 121; Müsned–i Ahmed, 2/26, 34, 36, 129.
27) Nursi, Şualar, s. 92, 643.
28) Nursi, Şualar, s.645.
29) Nursi, Mesnevi–yi Nuriye, s.63; Nursi, Sözler, s.47.
30) Nursi, Sözler, s.572. Ümmet de insilâh–ı küllî denilen bir haletle bir nevi mi’rac yapmaktadır. İnsilâh–ı küllî: Kulun (mutasavvıfın) unsurlardan mürekkep olan kesif madde bedeninden çıkarak, bütün unsurları bırakıp âlem–i gaybdan olan latif cesediyle semalara urûc etmesi olayına denir. Bkz. Yazır, Muhammed Hamdi, 5/315152, Eser Neş.İstanbul.
31) Nursi, Şualar, s.499; Tarihçe–i Hayat, s.598, Envar Neşriyat, İstanbul, 1989.
32) Bediüzzaman Hazretleri bazen kandil gecelerini iki gece olarak değerlendirirdi. Örneğin bir defasında Mi’rac gecesini iki gece olarak kutladığını kendisi belirtmektedir. (Nursi, Emirdağ Lahikası, 2/65).
33) Gülen, Prizma, 2/152, Nil Yayınları, İzmir, 1998.
34) Gülen, Fasıldan Fasıla, 3/56, Nil Yayınları, İzmir, 1997.
35) Gülen, Fasıldan Fasıla, 1/92, 154.
36) Bilmen, a.g.e., s.188.
37) Nursi, Mektubat, s.307.
38) Nursi, Sözler, s.364.
39) Bu meyanda Risale–i Nur Tefsirlerinden uygun bahisler okunabilir. Zira “Risalei–Nur, hakikat–ı Kur’ân ve mi’rac–ı îmandır.” (Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.266).
40) Mi’rac–ı İmânî için bkz: Nursi, Tarihçe–i Hayat, s.373; Asa–yı Musa, s.138).
41) İhsan: Allah’ı görüyor gibi veya O’nun gördüğü şuuruyla ibadet ve kulluk yapmaktır.
42) Nursi, Tarihçe–i Hayat, s.601, Envar Neşriyat, İstanbul, 1989.
43) Bilmen, a.g.e., s.188.
44) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/288.
45) Tirmizi, Savm, 39; İbn Mace, İkame, 191.
46) İbn Mace, İkame, 191.
47) Suyûtî, Celalüddin, Câmiu’s–Sagîr, 3/454, Beyrut, 1972.
48) Duhân, 44/3–6.
49) Bakara, 2/185.
50) Kadr, 97/1.
51) Yazır, a.g.e., 5/4293–4295.
52) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/287.
53) Razi, a.g.e., 23/293.
54) Şöyle ki: Rasulullah (sas) Şaban’ın 13. Gecesi Allah’tan ümmetine şefaat etme hakkı istemiş, üçte biri verilmiş; 14. Gecesi yine istemiş, üçte biri daha verilmiş; 15. Gecesi (Berâat gecesi) tekrar istemiş ve bu gece şefaatin tamamı kendisine verilmiştir.
55) İbn Mace, İkame, 191.
56) Bilmen, a.g.e., s.188.
57) Berâat gecesi namazını İmam Gazali İhya–u Ulumi’d–Din’inde (1/203) zikretmektedir. Ali el–Kari de bu rivayetin uydurma olduğunu belirterek Berâat gecesi namazının h. 400 (m.1010) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını kaydetmektedir. (el–Kari, el–Esrarü’l–Merfua, s.462). Ancak Fakihi’nin (ö.272/885’ten sonra) Mekkelilerin bu geceyi Mescid–i Haram’da ihya ettiklerine ve bazılarının yüz rek’atlı bir namaz kıldığına dair rivayeti (bk. Fakihi, Ahbaru Mekke, 3/84, Mekke, 1407/1986) dikkate alınırsa bu namazın h.400’den daha önceden de kılındığını söylemek mümkündür. (D.İ.A, 5/475, Bk. Berat).
58) Nursi, Şualar, s.426.
59) Nursi, Şualar, s. 426; Tarihçe–i Hayat, s.601.
60) “Yani İmam–ı Mübin’den, Kitâb–ı Mübîn’e istinsahı. Nazarı oraya ulaşanlar, kaderin bu kısmına da muttali olabilirler. Efendimiz (sas)’in mi’racta seslerini duyduğu kalemler de bunlar olsa gerek...” Bkz. Gülen, Fasıldan Fasıla, 2/323, Nil Yayınları, İzmir, 1995.
61) Kadir, 97/1–5.
62) Duhân, 44/1–5.
63) Dihlevî, a.g.e., 2/156.
64) Kadir, 97/3.
65) Yazır, a.g.e, 9/59–69.
66) Muvatta, Îtikaf, 6.
67) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/285.
68) Nursi, Sözler, s. 309; Algül, Hüseyin, Mübarek Gün ve Geceler, s. 21, Nil Yayınları, 1991, İzmir.
69) Nursi, Mektubat, s.476; Hutbe–i Şamiye, s.124; Sünûât–Tulûâtİşârât, s.13.
70) Nursi, Sünûhât, s.29.
71) Müslim, Sıyâm, 212, 215, 208; İbn Mace, Sıyâm, 56.
72) Müslim, Müsâfirîn, 179, Sıyâm, 220, 221; Ahmed b. Hanbel. (İmam Azam da bu hadîsi benimsemiştir.)
73) Nursi, Şualar, s. 510.
74) Suyûtî, Câmiu’s–Sagîr, 2/269.
75) Buhari, Kadr, 1; Müslim, Müsâfirîn, 175.
76) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/286.
77) Buhari, Fadlu Leyleti’l–Kadr, 2; Müslim, Sıyâm, 213.
78) Gülen, Fasıldan Fasıla, 2/323.
79) Nursi, Şualar, s.416.
80) Nursi, Sikke–i Tasdik–i Gaybî, s.136, 169.
81) Nursi, Emirdağ Lahikası, 1/62.
82) Buhari, Sıyam, 71.
83) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289.
84) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289.
85) Bilmen, a.g.e., s.188.
86) Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/287; Nursi, Mektubat, 279.
87) Bilmen, a.g.e., s.188.
88) Tirmizi, Deavât, 89; İbn Mâce, Duâ, 5.
89) Nursi, Tarihçe–i Hayat, s.516.
90) Nursi, Barla Lahikası, s.176.
91) Bakara, 2/129.
92) Halebî, Ali b. Burhaneddin, İnsânu’l–Uyûn, 1/130131, Beyrut, 1980.
93) Nitekim Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuracaklardı: “Ben babam İbrahim’in duası, kardeşim İsa’nın müjdesi ve annem Âmine’nin rüyasıyım.” Tecrid–i Sarih, 6/18; Ahmed b. Hanbel, 5/262.
94) İbn Kesir, el–Bidâye ve’n–Nihâye, 2/266, Beyrut, 1978..
95) Suruç, Salih, Peygamberimiz’in Hayatı, 1/47–52, Feza Gazetecilik, İstanbul, 1998; Halebî, İnsânu’l–Uyûn, 1/86–88; İbn Sa’d, Tabakâtü’l–Kübrâ, 1/102, Beyrut, 1978.)
96) Bu olayı, İki ebeden birisi olan, Osman b. Ebi’l–Âs’ın annesi Fatma Hatun görmüş ve haber vermiştir: İbnü’l–Esîr, el–Kâmil, 1/459, Beyrut, 1385/1965.
97) Bu olayı, Hz. Âmine bizzat kendisi anlatmıştır. Bkz: (Suruç, Salih, a.g.e., 1/44).
98) Bu olayı da ikinci ebesi, Abdurrrahman b. Avf’ın annesi Şifâ Hatın görmüş ve nakletmiştir. (Suruç, a.g.e., 1/45; astalani, Mevâhibü’l–Ledünniye Tercümesi, 1/21–22, Mtc: Abdülbâki).
99) Tecrid–i Sarih, 9/272.
100) Aclûnî,Keşfu’l–Hafâ, 1/265.
101) Halebî, a.g.e., 1/109110.
102) Suruç, a.g.e., 1/45.
103) Hatem–i Nübüvvet: üzeri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi benlerden oluşmaktaydı ve keklik yumurtası büyüklüğündeydi. Rasul–i Ekrem’in son peygamber olduğunun alâmetlerinden birisiydi. (Suruç, a.g.e., 1/45).
104) Halebî, Ali b. Burhaneddin, İnsânu’l–Uyûn, 1/130–131, Beyrut, 1980.
105) İbn Hişâm, es–Sîre, 1/168; İbn Kesîr, 1/208209.
106) Gülen, Fasıldan Fasıla, 1/268.
107) “İşte böyle bir Zât’ın Mevlid ve Mi’râcını dinlemek,yani terakkiyatı mebde’ ve müntehâsını işitmek, yani tarihçe–i hayat–ı maneviyyesini bilmek, o Zât’ı kendine reis ve seyyid ve imam ve şefî’ telakki eden mü’minlere; ne kadar zevkli, fahirli, nurlu, neş’eli, hayırlı bir müsamere–i ulviyye–i dîniyye olduğunu anla...”(Nursi, Mektubat, s.308).Gülen, Fasıldan Fasıla, 2/303. Bediüzzaman Sikke–i Tasdik–i Gaybi s.207’de Efendimiz’in terakki hayatının başlangıcını Regaip Gecesi –ki O’nun ana rahmine düştüğü veya rahimde olduğu annesi tarafından fark edildiği an) olarak belirtirken; burada ise ise başlangıcı Mevlid gecesi ile –doğumuyla– başlatmaktadır. Lafızlar farklı, ama mânâ yaklaşık olarak bir sayılır. Birisi, terakki çizgisini ana rahminden başlatırken; diğeri ise doğumundan başlatmaktadır. (Y. G.)
108) Nursi, Mektubat, s. 307.
109) Algül, Hüseyin, Mübarek Gün ve Geceler, s.52, Nil Yayınları, İzmir, 1991.
110) Gülen, Günler Baharı Soluklarken, s.27–28, TÖV Yayınları, İzmir, 1993.
111) “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet–i Kur'ân, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir... Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289). Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta ise bir beis yoktur; sevaptan hâli değildir. (Y.G.)

(Yunus Gülendam, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 49, Yıl: 2000).


Kaynak : Sorularlaislamiyet


 

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
Vealeykumselam kardesim öncelikle hoşgeldin sitemize. seni tanımıyorum art nıyetlımısın onuda bılmıyorum ama yenı uye olmussun dırek tasavvuf konusunda acıklama yapman sacma geldi bana sencede öyle değil mi? senin tarzında konusuyorum
Hakkında hadis ve ayet olmayan bir şeyi dinimize sokmamız sacma olmazmı ?
diye söylediğin için direk olarak .

Gelelim ayet hadıs te olmayan ama güzel ıyı bıdatleri müslümanların ibadetlerini arttırmaya yönelik çalışmaları bu gıbı düz yazılarla körelten yazına.

İmam Suyutî El-Hâvî Lil-Fetevâ adlı eserinde Mevlide Bidat diyenlere ve Bidatı yanlış yorumlayanlara karşı şöyle diyor:

وَرَوَى الْبَيْهَقِيُّ بِإِسْنَادِهِ فِي مَنَاقِبِ الشَّافِعِيِّ عَنِ الشَّافِعِيِّ قَالَ: الْمُحْدَثَاتُ مِنَ الْأُمُورِ ضَرْبَانِ، أَحَدُهُمَا: مَا أُحْدِثَ مِمَّا يُخَالِفُ كِتَابًا أَوْ سُنَّةً أَوْ أَثَرًا أَوْ إِجْمَاعًا، فَهَذِهِ الْبِدْعَةُ الضَّلَالَةُ، وَالثَّانِي: مَا أُحْدِثَ مِنَ الْخَيْرِ لَا خِلَافَ فِيهِ لِوَاحِدٍ مِنْ هَذَا، وَهَذِهِ مُحْدَثَةٌ غَيْرُ مَذْمُومَةٍ

Bid'at'ı yani sonradan ihdas edilen şeyleri Beykakî'nin nakliyle
İmam Şafi şöyle diyor: İşlerden ihdas olan şeyler 2 misaldir.Birincisi : Kitap,Sünnet,Eser ve İcmaya muhalif olaarak ihdas edilen şeylerdir.İşte bu Bida'tu'd Dalaledir.(Kötü olan Bid'attır)
İkincisi de : Yine bunlardan hiçbirine muhalif olmayan hayırlı olarak ihdas edilen şeylerdir.İşte bu kötü ihdas değildir(İyi bid'attır)

Peki iyi bid'atlara örnek verir misiniz?
إِحْدَاثُ الْمَدَارِسِ وَكُلُّ إِحْسَانٍ لَمْ يُعْهَدْ فِي الْعَصْرِ الْأَوَّلِ

Örnek olarak : Medrese yapımı , İlk asırda bilinmeyen her iyilik
(iyi bid'at)'a örnektir.

لَيْسَ فِيهِ مُخَالَفَةٌ لِكِتَابٍ وَلَا سُنَّةٍ وَلَا أَثَرٍ وَلَا إِجْمَاعٍ
(Mevlid hakkında) ne Kuranda ne Sünnette ne eserde ne de icma'da muhalefet(anlaşmazlık,terslik) yoktur.

فَهِيَ غَيْرُ مَذْمُومَةٍ كَمَا فِي عِبَارَةِ الشَّافِعِيِّ

Zira o İmam Şafî'nin dediği gibi ğayri mezmume(kötü
olmayan bid'at)'dir.

فَهُوَ مِنَ الْبِدَعِ الْمَنْدُوبَةِ

Böylece Mevlid Bidai Mendube'dir.(Güzel bid'atlardandır)

إِنَّ وِلَادَتَهُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَعْظَمُ النِّعَمِ عَلَيْنَا

Doğrusu Resulullah(sav)'in doğumu bizim için en büyük ni'mettir.

وَوَفَاتَهُ أَعْظَمُ الْمَصَائِبِ لَنَا،
Ölümü de bizim en için en büyük musibettir.

وَالشَّرِيعَةُ حَثَّتْ عَلَى إِظْهَارِ شُكْرِ النِّعَمِ وَالصَّبْرِ وَالسُّكُونِ وَالْكَتْمِ عِنْدَ الْمَصَائِبِ

Şeri'at da ni'metlere şükür göstermeye,musibetlerde de ,
sabra ,sukuna ve ketme çağırıyor.

وَقَدْ تَكَلَّمَ الْإِمَامُ أَبُو عَبْدِ اللَّهِ بْنُ الْحَاجِّ فِي كِتَابِهِ الْمَدْخَلِ عَلَى عَمَلِ الْمَوْلِدِ
وَكَانَ يَجِبُ أَنَّ يُزَادَ فِيهِ مِنَ الْعِبَادَةِ وَالْخَيْرِ شُكْرًا لِلْمَوْلَى عَلَى مَا أَوْلَانَا بِهِ مِنْ هَذِهِ النِّعَمِ الْعَظِيمَ

İmam Ebu Abdullah b. Hac Mevlid hakkında şöyle diyor: Büyük ni'metlerden olan Mevlid gününde bizim için evla olan Allah rızası için ibadetler,hayır,şükür arttırılmalı.
İmam Suyutî,El-Hâvî Lil-Fetevâ,227/1

Her Bidat sapıklık değildir.İyi Bidat vardır kötü Bidat vardır.
Nitekim İmam Şafi şöyle diyor: İşlerden ihdas olan şeyler 2 misaldir.Birincisi : Kitap,Sünnet,Eser ve İcmaya muhalif olaarak ihdas edilen şeylerdir.İşte bu Bida'tu'd Dalaledir.(Kötü olan Bid'attır)
İkincisi de : Yine bunlardan hiçbirine muhalif olmayan hayırlı olarak ihdas edilen şeylerdir.İşte bu kötü ihdas değildir(İyi bid'attır)


ben tasavvuf yok demiyorum şuan ülkemizde onu doğru uygulayan varmı bilmiyorum bana teklif ettiler tarikat için kabul etmedim çünkü mürşid rabıtası çok sakıncalı bidat gibi bir şey ayrıyetten Şeyhlerine karşı yaptıklarını bazen kula kulluk görüyorum ben o yüzden kabul etmedim çünkü Allahtan korkarım. )

Râbıta Nedir?

Râbıta kelimesi lügatte “İki şeyin birbirine bağlanması” demektir. Tasavvuf dilinde ise, mürşid ile mürid arasındaki ilâhî feyzin akışını sağlayan mânevi bir bağdır. Bu bağ, Kur’an-ı kerim ve Hadis-i şerif’lerde bazen açık, bazen de zımnen işâret edilmiştir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” buyuruyor. (Tevbe: 119)

“Sâdıkîn”den murad “Mürşidûn” olduğu “Bahr-ül Hakâyık” tefsirinde beyan buyurulmuştur.

Allah-u Teâlâ ehl-i imânı bu Âyet-i kerime ile sorumlu kılmış, vâris-i enbiya olan bir Mürşid-i kâmil’in maiyyetinde bulunmalarını emir ve vâcip eylemiştir.

Allah-u Teâlâ’nın “Teklif-i mâlâ yutak” buyurmayacağı, yani kuluna güç getiremeyeceği şeyi teklif etmeyeceğini bildiğimiz halde; sâdıklarla beraber olmayı emredince, her zaman için sâdıkları bulundurmayı hem de bildirmeyi temin etmiş demektir.

Mürşidle beraberliğin bir kısmı cismâni olduğu gibi, bir kısmı da ruhânîdir ki, bunu Râbıta ile izah edebiliriz. Râbıtan’ın azlık ve çokluğu, yani zayıflık ve kuvvetliliği muhabbetin azlık ve çokluğuna tâbi bulunacağından, muhabbet arttıkça Râbıtan’ın kuvveti de artar.

Bir Âyet-i kerime’sinde de şöyle buyuruyor:

“İyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın.” (Mâide: 2)

Kişi için her ne kadar maddî yardım gerekli ise de, mühim olan mânevî yardımlaşmadır. Zirâ birincisi fânî, ikincisi ise bâkîdir, devamlıdır

Bir Mürşid-i kâmil’in, Rabbi tarafından gönül deryasına akıtılan ilâhî feyzi; müridin kurumuş gönül bahçesine akıtıp, orada iman ağacının yeşermesine, dal-budak salmasına ve ibadet meyvelerini verip ebedî saâdete ulaşmasına vesile olmasından daha güzel bir yardım mı olur?

Râbıta, işte bu emr-i ilâhî’nin gereği bir yardımlaşmadır.




Bediüzzaman -kuddise sırruh- Hazretleri İstanbul'a geldiği yıllarda Erenköy'de zamanın Mürşid-i kâmil'i Şeyh Muhammed Es'ad Erbilî -kuddise sırruh- Hazretleri ile görüşmüş ve intisab etmiştir. "Yeni Said" olarak kendisini tanıtması bu yıllarda olmuştur.

Mektubat adlı eserinin 29. Mektub'undaki 3. Telvih'te tarikat hakkındaki şu beyanları ne kadar arza şayandır:

"Madem Adalet-i ilâhiyye böyle hükmeder ve hakikat dahi bunu hak görür; tarikat, yâni Sünnet-i Seniyye dairesinde tarikatın hasenatı seyyiatına kat'iyyen müreccah olduğuna delil: Ehl-i tarikat, ehl-i dalâletin hücumu zamanında imanlarını muhafaza etmesidir. Adi bir samimi ehl-i tarikat; sûrî, zahiri bir mutefenninden daha ziyade kendini muhafaza eder. O zevk-i tarikat vasıtasıyla ve o muhabbet-i evliya cihetiyle imanını kurtarır. Kebâirle fâsık olur, fakat kâfir olmaz; kolaylıkla zındıkaya sokulmaz. Şedit bir muhabbet ve metin bir itikad ile aktab kabul ettiği bir silsile-i meşâyihi, onun nazarında hiçbir kuvvet çürütemez. Çürütemediği için, onlardan itimadını kesemez. Onlardan itimadı kesilmezse, zındıkaya giremez. Tarikatta hissesi olmayan ve kalbi harekete gelmeyen, bir muhakkik âlim zat da olsa, şimdiki zındıkların desiselerine karşı kendini tam muhafaza etmesi müşkülleşmiştir.

Bir şey daha var ki: Daire-i takvâdan hariç, belki daire-i İslâmiyet'ten hariç bir suret almış bazı meşreblerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiatiyle, tarikat mahkûm olamaz. Tarikatın, dini ve uhrevî ve ruhânî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız Âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, te'sirli ve hararetli vasıta tarikatlar olduğu gibi, âlem-i küfrün ve siyaset-i hıristiyaniyyenin, Nur-u İslâmiyet'i söndürmek için müdhiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kal'a-i İslâmiyye'den bir kal'asıdır.

Merkez-i Hilâfet olan İstanbul'u, beş yüz elli sene bütün âlem-i hıristiyaniyyeninin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul'da beş yüz yerden fışkıran envâr-ı Tevhid; ve o Merkez-i İslamiye'deki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde "ALLAH, ALLAH!" diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve Mârifet-i İlâhiyyeden gelen bir muhabbet-i ruhanî ile cuş u huruşlarıdır.


İşte ey akılsız hakimiyet-füruşlar ve sahtekâr milliyet-perverler! Tarikatın, hayat-ı içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz?" (29. Mektup)



Dokuzuncu Telvih'te Tarikat-ı aliye'nin faydalarından bahsetmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Üçüncüsü: Âlem-i berzah ve âhiret seferinde, tarikat silsilelerinden bir silsileye iltihak edip ve o kafile-i nuraniye ile ebedü'l-âbâd yolunda arkadaş olmak ve yalnızlık vahşetinden kurtulmak ve onlarla dünyada ve berzahta mânen ünsiyet etmek ve evham ve şübehâtın hücumlarına karşı onların icmâına ve ittifakına istinad edip, herbir üstadını kavî bir senet ve kuvvetli bir burhan derecesinde görüp, onlarla o hatıra gelen dalâlet ve şübehâtı def etmektir."

 

Muhammed Furkan

Yeni Üye
Üye
hoş bulduk Hanefiyim ben ama mantıkla hakla doğrulukla hareket etmemiz lazım. su bir kere çok yanlış bidatın iyisi olmaz dinimiz eksik değil tam elhamdülillah. Biz Müslümanların Kuran ve hadislerle hareket etmemiz lazım diğer her şeyler uydurmadır. bana hadis ve ayetlerden kaynak getirin inanıyım.كل بدعة ضلالة وكل ضلالة في النار Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden birkaçı:
(Bid’at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]

(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]

(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!)
[Ebu Davud]

(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]

(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!)
[Ukayli]

(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!)[İbni Hibban]

(Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad etmek, kâfirlerle cihad etmek gibidir.)
[Deylemi]

(Bid’at ehli, bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.)
[İ.Neccar]

Yani itikadda veya amelde veya sözde yahut ahlakta bid’at olan bir şeyi yapmaya devam edenin bu cinslerden ibadetleri sahih olsa da, hiçbiri kabul olmaz. İbadetlerinin kabul olması için, bu bid’ati terk etmesi gerekir.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün kalbler kararmış olduğundan, bazı bid’atler güzel görünse de, hepsinden kaçınmak gerekir. Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. [Kur’an-ı kerimde ise, (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216] buyuruldu.

Bid’atin zararı büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bid’at işleyenin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Deylemi]

(Allah bid’at ehlinin amelini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.)
(İbni Mace]

(Allah, bid’at ehlinin tevbesini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.)
[Taberani]

(Bir bid’at çıkarınca, bir sünnet kaldırılmış, eksiltilmiş olur.)
[İ.Ahmed]

(Bid’atten sakının; her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İbni Asakir]

(Bid’atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allah’ın, Muhammed aleyhisselama indirdiğini gizlemiş olur.)
[İbni Asakir]

(Bid’atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!)
[Deylemi] Kardeşlerim şöle bir şey ben Hanefiyim sadece bidatlardan uzağım her bidat sapıklıktır her sapıklığın sonu ateşdedir. Ahir zamandayız her çeşit şey cıktı Allah sonumuzu hayır eylesin İnşAllah.
 

Münzevi

KF Ailesinden
Özel Üye
Ey güzel kardeşim kişi sadece bid'atle değil sahih hadis hatta ayet ile de sapması mümkündür.

İlim kimileri için zehirdir.Büyüklerin (alimlerin) yemeği (ilmi)küçükleri(mübtedi) òldürür.Seviyene göre sofralarda otur mazallah sonra ehli sünnetim diye gezen ama pratikte her türlü haltı yiyen zevatın fikirleri sahih hadis altında imanını zedelemesin..Nicelerini müşebbehe, mücessime gördüm.

Alimin dizinin dibine oturacaksın ilimle irfanla yoğrulacaksın daha sonra şahsi incelemeleri yapacaksın.Nice talebe gördüm 3 5 hadis okudu diye muhaddisleri beğenmeyen, ebu hanife kim ki? Diyen.. .

Medrese okuyan biri olarak sòylüyorum.Dikkat ediniz.
 
Son düzenleme:

Muhammed Furkan

Yeni Üye
Üye
Ben hadisten kurandan başkasına inanmam. Hanefiyim ben. sadece bidatlara karşıyım. Neden Bidatlara karşı cıkmıyorsunuz.Birde nerde Alim
 
Üst