Tekvir Sûre-i Şerif’inin Tefsiri

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
TEKVİR SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-1

Kıyametin Bazı Safhaları

Sûre-i Şerif’in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminin ilk yıllarında nâzil olmuştur. Yirmi dokuz Âyet-i kerime, yüz dört kelime ve beş yüz otuz harften müteşekkildir.

Birinci Âyet-i kerime’de güneşin bir şeye sarılarak karanlık bir halde kalmış gibi olacağını bildirdiği için bu ismi almıştır. “Küvvirat” diye de anılır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Kim kıyamet gününü gözleriyle bakıp görmek istiyorsa; Tekvîr, İnfitâr ve İnşikâk sûrelerini okusun.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, Tefsir: 18)

Çünkü bu ve benzeri Âyet-i kerime’ler, kıyametin akılları baştan alacak hallerini ve orada meydana gelecek olan sıkıntıları veciz bir şekilde açıklamaktadır.

Muhtevâsı:

Bu mübarek Sûre-i celîle’de özellikle “Kıyamet” ve “Risalet” konuları açıklanmaktadır.

On beşinci Âyet-i kerime’ye kadar kıyametin kopmasıyla birlikte müthiş hadiselerin gerçekleşeceği bir bir açıklanmaktadır.

Mütebâki Âyet-i kerime’lerde ise Resulullah Aleyhisselâm’ın peygamberliği delilleriyle ispat edilmekte, müşriklerin Kur’an-ı kerim hakkındaki inkârcı tavırları kınanmaktadır.

Kıyametin Bazı Safhaları:


Şüphe yok ki, sonradan yaratılan her şeyin bir sonu, bir ölümü vardır, her şey er veya geç zevâl bulacaktır. Dünyanın da bir ölümü vardır. Allah-u Teâlâ dünyanın ömrünü sona erdirmeyi murad ettiğinde, İsrâfil Aleyhisselâm’a Sûr’a üfürmesini emreder.

Onun Sûr’a üfürmesi ile kıyamet kopar. Sûr’a üfürüldüğünde kâinat bütünüyle altüst olur, tamamen düzeni bozulur, takdir edilen eceline doğru gider, gizli olan her şey açığa çıkar. -

“Güneş katlanıp dürüldüğü zaman.”
(Tekvîr: 1)

Güneşin ışığı ve ateşi söndürülerek gözle görünmez bir hâle gelir, kendi merkezinden çıkar, kat kat parçalanıp dürülür.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Güneş ile ay kıyamet gününde kararıp, sarık sarılırcasına dürülürler.” (Buhârî, Bed’i-halk: 4)

Kâinatın mevcut düzeni altüst olunca; kendilerine mahsus sistemi, hareket tarzı, yörüngesi olan yıldızlar da birbirine çarpıp parçalanır, dağılıp dökülürler.

“Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman.” (Tekvîr: 2)

O gün gökyüzü yıldız yağdırır, nurlarını kaybederler. O kadar çok olup, o kadar da ışık saçtıkları halde mahvolur giderler.

“Dağlar yürütüldüğü zaman!” (Tekvîr: 3)

Bulundukları yerlerden başka yerlere intikal ederler, sonra da serap olurlar. O ulu dağlar, o muhteşem cesametleri ve ağırlıkları ile beraber ufalanır ufalanır, yumuşak kum yığını hâline gelirler. Ağırlıklarını kaybedip, yerlerinden sökülerek yürütülürler. Dağlar böyle olunca, insanların ne hâle geleceği düşünülmelidir.

“Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman.” (Tekvîr: 4)

Develer o devirde Araplar’ın en kıymetli varlıklarıydı. Onun için develere çok iyi bakarlardı. Develerine ilgisiz kalmak zorunda olmaları demek; o gün çok büyük bir âfetle karşı karşıya kalmaları demektir. Öyle ki en kıymetli varlıklarıyla bile ilgilenmeyecekler, kıyılmaz mallarını bile terkedeceklerdir. Başlarına gelen felâket, en çok sevdikleri şeyleri görmemezlikten gelmeye götürecek onları.

“Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman.” (Tekvîr: 5)

Yırtıcı, vahşi ve ürkek hayvanlar o günün şiddetinden dolayı korkuya kapılıp, şaşkın bir halde yuvalarından çıkıp, gruplar halinde bir araya toplanırlar. Şaşkın bir halde bakışıp dururlar.

Hayvanlar böyle olursa ya insanlar nasıl olur?

“Denizler kaynatıldığı zaman.” (Tekvîr: 6)

Dağlar parçalanıp yeryüzü dümdüz olunca, denizler her yeri kaplar, acısı tatlısı birbirine karışır, birleşip tek bir deniz olur.

Çok geçmeden sular zelzelelerle kaynar, denizler ateş hâline gelir.



Sûr’a ikinci defa üfürülünce de ruhlar cesetlerine dönerek diriliş meydana gelir.

“Ruhlar bedenlerle birleştirildiği zaman.” (Tekvîr: 7)

Allah-u Teâlâ bu üfürmeyi ruhların tekrar cisimlerine dönüp yerleşmesine bir sebep yapacaktır.

“Diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman.” (Tekvîr: 8-9)

Cinayetin sebebi doğrudan doğruya onu işleyene sorulmayıp da dâvâcısı olan suçsuz çocuğa sorulması, kâtilin Hakk’ın huzurunda hiçbir savunma yapamayacak şekilde öfke ve cezâyı hak etmesindendir.

Herkesin ölünce kapatılan amel defteri, sualden önce dağıtılır ve açılır. Bu ikinci hayat, öldükten sonra sorguya çekilmek içindir.

“Amel defterleri açıldığı zaman!” (Tekvîr: 10)

O gün insanın bütün amelleri bütünüyle ortaya dökülür.

Her insan, kendine verilen bir kabiliyet ile amel defterlerinde yazılı olanları tamamen okuyup anlayacak, hiçbirini inkâr edemeyecektir.

“Gök, yerinden koparıldığı zaman.”
(Tekvîr: 11)

Bütün perdeler ortadan kalkacak, gerçek bütün açıklığı ile görülecek. Allah-u Teâlâ’nın gadap tecellileri de rahmet tecellileri de tezahür edecek.

“Cehennem alevlendirildiği zaman.” (Tekvîr: 12)

Cehennem; dünya hayatında ömrünü inkârlarla, isyanlarla, günahlar ve sapıklıklarla geçirenler için hazırlanmış korkunç bir azap yeridir. Kâfirlerin yakılması için şiddetli bir şekilde tutuşturulacak, alevleri ve harareti artırılacak, ateşi gittikçe gürleşecek ve çılgınlaşacaktır.

“Cennet yaklaştırıldığı zaman.” (Tekvîr: 13)

Cennet ise Allah-u Teâlâ’nın mümin kullarına, bir imtihan sahnesi olan dünyada samimiyetle inanıp sâlih ameller yapmaları, haram ve günahlardan sakınmaları karşılığında vaadettiği zevk ve sefâ yeridir, mükâfat yeridir. Müminler, o günün dehşetinden korkuya kapılmamaları için cenneti görecekler, bu güzel nimete kavuşacaklarına sevineceklerdir.

“Kişi, önceden ne hazırladığını bilecektir.” (Tekvîr: 14)

Dünyada ne yapmış, o gün için ne hazırlamış olduğunu kesin bir bilgiyle bilip anlayacak; iyi ve kötü bütün amellerini en ince teferruatı ile beraber defterinde görecektir.
_______________________________

TEKVİR SÛRE-İ ŞERİF’İNİN TEFSİRİ-2
Çok Şerefli Bir Elçi'nin Sözü:


Kur'an-ı kerim'de Allah-u Teâlâ'nın bir veya birkaç şey üzerine yemin ederek söze başlaması, o beyan edilecek sözün çok mühim olduğunu; eğer bir hadise ise, o hadisenin mutlaka gerçekleşeceğini göstermektedir.

Nitekim Allah-u Teâlâ bu Sûre-i celile'de de dört önemli şey üzerine yemin ederek şöyle buyurmuştur:

"Hayır! (Gündüz) kaybolan yıldızlara andolsun!" (Tekvîr: 15)

Öyle yıldızlar ki akıp giderek gündüzleri gözlerden gizlenirler.

"(Gece) ortaya çıkıp gözükenlere andolsun!" (Tekvîr: 16)

Geceleri geri dönerek gözlere ve gönüllere ferahlık verirler.

"Kararmaya yüz tuttuğu zaman geceye andolsun!" (Tekvîr: 17)

Gecenin gelme vakti, kararmaya başladığı ilk saatlerdir. Gitme vakti de yok olmaya yüz tuttuğu, sabaha yöneldiği son saatlerdir ki sabahın müjdecisidir.

"Ağarmaya başladığında sabaha andolsun!" (Tekvîr: 18)

Allah-u Teâlâ gecenin karanlığını gündüzün ışığıyla, gündüzün ışığını gecenin karanlığı ile giderir. Her biri diğerini durmadan ve gecikmeden kovalar. Biri gider gitmez diğeri, o gittiğinde ise öbürü hemen gelir. Işığı karanlığa giydirip örttürdükten sonra, bir de çevirip karanlığı ışığa giydirir.

"Şüphesiz ki bu (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür." (Tekvîr: 19)

Bu Âyet-i kerime yeminlerin cevabıdır. Burada "Resul" kelimesi ile kastedilen Cebrâil Aleyhisselâm'dır. Kur'an-ı kerim'in Cebrâil Aleyhisselâm'a nispet edilmesi, Allah katından onun getirmiş olmasından dolayıdır.

Allah-u Teâlâ Hâkka sûre-i şerif'inde ise şöyle buyurmaktadır:

"Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, (Kur'an) elbette şerefli bir elçinin sözüdür." (Hâkka: 38-39-40)

Kur'an-ı kerim Muhammed Aleyhisselâm'ın getirdiği kesin bir sözdür. Bu söz, âlemlerin Rabb'inden indirildiği hâlde, bu Âyet-i kerime'lerde Muhammed Aleyhisselâm'a izafe edilmiştir.

Allah-u Teâlâ vahyi getiren Cebrâil Aleyhisselâm'ı övüyor ve mütebâki Âyet-i kerime'lerde vasıflarını şöyle beyan buyuruyor:

"O elçi güçlüdür, Arş'ın sahibi katında itibarlıdır." (Tekvîr: 20)

Aldığı emri yerine getirmede hiç şüphesiz ki büyük bir kuvveti vardır. Derecesi ve makamı yücedir, şeref ve itibarı yüksektir.

"Orada kendisine uyulandır, güvenilen bir elçidir. " (Tekvîr: 21)

Üstün bir mevkisi vardır, Mele-i â'lâ'da kendisine son derece itaat ve itimat edilen mukarreb bir melektir. Aldığı vahyi güvenirlilik içinde Peygamber'e nakleder.

"Arkadaşınız aslâ deli değildir." (Tekvîr: 22)

Yıllarca bir şehirde beraber yaşadığınız, sohbet ettiğiniz, fikirlerine danıştığınız Muhammed Aleyhisselâm, sizin iftira ve iddiâ ettiğiniz gibi cinlenmiş bir kimse değildir.

"Andolsun ki; onu apaçık ufukta görmüştür." (Tekvîr: 23)

Cebrâil Aleyhisselâm kendisine Allah-u Teâlâ'nın onu yaratmış olduğu aslî suretinde görünmüştür. Onun altı yüz kanadı vardı ve yaratılışının büyüklüğü ufku kaplamıştı.

Aslî suretinde ikinci defa görmesi ise gökte, Sidre-i müntehâ'da olmuştur. Resulullah Aleyhisselâm'dan başka hiçbir peygamber Cebrâil Aleyhisselâm'ı hakiki şeklinde görmemiştir.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ilâhî ahkâma, peygamber kıssalarına, milletlerin tarihine, mebde ve meâda, geçmişe ve geleceğe dâir verdiği haberler her bakımdan hakikata mutabıktır.

"O (peygamber), gayb haberlerini vermede aslâ cimri değildir." (Tekvîr: 24)

Haber verdiği vahiy ve diğer gayb ile ilgili gizli bilgileri bildirmekte cimri davranmaz, haberleri gizleyip saklamaz. Haber verdiği her şeyde güvenilir olup, kendi zannına göre konuşmakla suçlanamaz.

Zira müşrikler, onu keyfine göre konuşmakla suçluyorlardı, bu zamandaki müşrikler gibi.

Onun gaybdan haber vermesi, kimsenin bilmediği şeyleri bilmesi şaşılacak bir şey değildir. Onu, o yüksek fıtrat ve ahlâkta yaratan Allah-u Teâlâ'nın gayb ilmiyle onu şereflendirmesi de çok görülecek bir şey değildir.

"Bu Kur'an, kovulmuş şeytanın sözü değildir." (Tekvîr: 25)

Âlemlerin Rabb'i olan Allah tarafından beşeriyetin saâdet ve selâmeti için indirilmiştir.

"O halde nereye gidiyorsunuz?" (Tekvîr: 26)

Bu hakikatlere karşı doğru yolu bırakıp da hangi görüş ve düşüncelere kapılıyorsunuz?

Tam bir teslimiyetle, İslâm'ın sulh ve selâmetine niçin girmiyorsunuz? İslâm bir bütün olduğu halde, işinize gelene inanıyor, işinize gelmeyene, bilhassa içyüzünüzü ortaya koyan hükümlere inanmıyorsunuz?

"O, âlemler için bir öğüttür." (Tekvîr: 27)

Bütün beşeriyete, saâdet ve selâmet yolunu gösteren bir hidayet rehberidir.

Kur'an-ı kerim'in indirilmesinden asıl gaye, doğru yolda gitmek isteyenlere o yolu anlatmaktır. Doğru gitmek istemeyen kimseler ise bu hatırlatmadan hoşlanmaz, ondan istifade etmezler. Allah-u Teâlâ'nın hükümleri onları körlükten, sağırlıktan uyandırmaz. Uyandırsa da, onlar eğrilikten hoşlandıkları için, sapıklık yolunda gitmek isterler.

"İçinizden dosdoğru bir yola gitmek isteyenler için." (Tekvîr: 28)

Çünkü hatırlatmalardan, ikaz ve irşaddan faydalanacak olanlar ancak onlardır.

Kur'an-ı kerim'i dikkatle inceleyenler, insanların kazanabileceği bütün şan ve şerefi, dünya ve ahirete âit bütün selâmet ve saâdeti bulacaklarına aslâ şüphe etmezler.

Allah-u Teâlâ onu hasta gönüllere bir şifâ, bir hidayet rehberi ve bir rahmet olarak göndermiştir. Yaştan, kurudan her ne varsa hepsi onda mevcuttur. Hiçbir şey eksik bırakılmamıştır.

"Âlemlerin Rabb'i olan Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz." (Tekvîr: 29)

Sizin isteğiniz Allah'ın isteği olmadan gerçekleşemez.

Kullarının en küçük ihtiyaçlarını bile öyle dikkate alır ki, ihtiyaçlarının nasıl karşılandığının farkında bile olmazlar.

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Üst