Tâif Yolculuğu

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm

Tâif Yolculuğu

Hazret-i Âişe -R. Anhâ- İle Nişan:

Bir gün Osman bin Mâz'un'un zevcesi Havle binti Hakîm -radiyallahu anhâ- Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına gelerek: "Yâ Resulellâh! Evine girince Hatice'nin yokluğunu hissettim." dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"Evet öyledir. O çocuklarımın anası, evin de görüp gözeticisi idi." buyurdu.

Daha sonra Havle, kendisine Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-ın kızı Âişe ile Zem'a -radiyallahu anh-ın kızı Sevde'yi tavsiye etti. Bunun üzerine:

"Haydi git, her ikisi hakkında benim için konuş." buyurdu.

Havle -radiyallahu anhâ- önce Ebu Bekir -radiyallahu anh-ın evine gitti. Evde Ümmü Ruman -radiyallahu anhâ- vardı. "Ey Ümmü Ruman! Allah-u Teâlâ hayır ve bereketten sizin üzerinize neyi eriştirdi biliyor musun?" dedi. Ümmü Ruman -radiyallahu anhâ-: "O hayır ve bereket nedir?" diye sorunca Havle: "Resulullah Aleyhisselâm Âişe'yi istemek için beni gönderdi." dedi.

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- o anda evde olmadığından Ümmü Ruman -radiyallahu anhâ- bir cevap vermedi. Daha sonra durum Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-e intikal ettirildi. Bu tekliften fevkalade mahzuz olan Ebu Bekir -radiyallahu anh-, Resulullah Aleyhisselâm'ı evine çağırarak nişanlayıp nikâhlarını kıydı. Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz temyiz yaşında nikâhlanmıştı ve altı-yedi yaşlarında bulunuyordu. Üç yıl sonra da hicretin ikinci yılında, büluğ yaşına girdikten birkaç ay sonra Şevval ayında Medine-i münevvere'de evlendiler.

Urve -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e şöyle buyurmuştur:

"Rüyâmda sen bana üç gece gösterildin. Melek seni bana beyaz bir ipek parçası içerisinde getirdi ve: 'İşte senin hanımın! Aç onu!' dedi. Ben de yüzünü açtım, ne göreyim, senmişsin. 'Eğer bu rüyâ Allah'tan ise onu gerçekleştirsin.' dedim." (Buhârî-Müslim: 2438)

Bu Hadis-i şerif Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in evlenmeden önce Resulullah Aleyhisselâm'a rüyâsında gösterildiğini ifade etmektedir.



Hazret-i Sevde -R. Anhâ- İle Nikâh:

Sevde -radiyallahu anhâ- ilk müslümanlardandı. Kocası Sekrân bin Amr -radiyallahu anh- ile birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, oradan da Mekke'ye dönmüştü. Çok geçmeden kocası hastalanarak vefat etti. Elli yaşlarında idi ve beş-altı kadar çocuğu vardı.


Havle -radiyallahu anhâ- Resulullah Aleyhisselâm'ın isteği üzerine dünürlük için Sevde -radiyallahu anhâ-ya geldi. "Allah sana hayır ve bereketten ne eriştirdi biliyor musun?" dedi. Sevde -radiyallahu anhâ-: "Nedir o?" diye sordu. Havle -radiyallahu anhâ-: "Resulullah Aleyhisselâm seni istemek için beni gönderdi." deyince: "Bunu babama söyle!" cevabını verdi.

Zem'a -radiyallahu anh- yaşlı bir kimseydi. Bu habere çok sevindi. "Doğrusu bu çok şerefli ve hayırlı bir eş, pek münasiptir." diyerek Resulullah Aleyhisselâm'ı çağırdı ve Sevde -radiyallahu anhâ-yı ona nikâhladı. Resulullah Aleyhisselâm onu dinine bağlılığının mükâfâtı olarak, yalnızlıktan kurtarmak gayesiyle nikâhlamıştı.

Sevde -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz zaten daha önceleri de bu hayırlı iş için böyle olacağını rüyâsında görmüştü.

Yaşlı olması sebebiyle Resulullah Aleyhisselâm'ın kendisini boşayacağı endişesine kapılarak müracaatta bulunmuş ve: "Yâ Resulellah! Beni boşama, nikâhın altında tut. Zira ben senin zevcelerin arasında haşrolunmak isterim. Nöbet günümü gönül hoşnutluğu ile Âişe'ye vereyim." demişti.

Bunun üzerine nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Eğer kadın kocasının ilgisizliğinden veya kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedâkârlıklarla sulh olup aralarını düzeltmelerinde bir günah yoktur. Sulh ise daha hayırlıdır." (Nisâ: 128)

Resulullah Aleyhisselâm bunu kabul buyurarak onu hâli üzere bırakmıştı. Hazret-i Sevde -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz nöbet gününü Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ-ya vermiş olarak "Müminlerin anneleri" arasındaki yerini muhafaza etmiş, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in hilâfeti sonuna kadar yaşamıştır.

Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Validemiz buyururlar ki:

"Bir defasında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in bazı hanımları 'Hangimiz önce ölüp de en önce sana kavuşacaktır?' diye sormuşlardı. O da cevaben:

"Eli uzun olanınız." buyurmuştu.

Bunun üzerine bir çubuk alarak kollarını ölçmeye başladılar. İçlerinden en uzun kollu kadın Sevde çıktı. Fakat Resulullah Aleyhisselâm'ın vefatından sonra öğrendik ki; kolu uzun olan kadın, sadakası bol cömert kadın demekmiş. Ve hakikaten içimizde Resulullah Aleyhisselâm'a ilk iltihak eden kadın Sevde oldu. Sevde sadaka vermeyi çok severdi." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 701)



Tâif Yolculuğu (620 M.):


Ebu Tâlib'in vefatından sonra Hâşim oğullarının başına Ebu Leheb geçmişti. Önceleri akrabalık gayretiyle ve Ebu Tâlib'in vasiyeti üzerine yeğenini savunmaya başlamışsa da, daha sonraları Ebu Cehil gibilerin kışkırtmaları ile yeğenini kesinlikle terketti.

Kureyşliler zaten Ebû Tâlib'in vefatını bekliyorlarmış gibi, Resulullah Aleyhisselâm ve müslümanlar üzerindeki zulüm ve baskılarını kat kat artırdılar. Bunun üzerine yanına evlâtlığı Zeyd bin Hârise -radiyallahu anh-i alarak Mekke devrinin onuncu yılında Şevval ayında, Mekke'ye iki günlük (85 km.) mesafe olan Tâif şehrine gitti. İslâmiyet'i oralarda yaymayı düşünüyordu.

Tâifliler'le Mekke halkının büyük dedeleri Mudar olduğu için bir sülâleden idiler. Fakat aralarında rekabet vardı. Bu rekabet Resulullah Aleyhisselâm'a ümit veriyordu.

Tâif, bağlık bahçelik bir yerdi. Orada bulunan Sakîf kabilesi putlara tapıyorlardı. Onları İslâm'a çağırmak ölüme gitmek demekti. Fakat o tebliğ görevini yerine getirmek istiyordu. Tâif'de on gün kaldı, oranın ileri gelen eşrâfını çağırtarak onlarla konuştu. Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir Peygamber olduğunu arzederek Allah'a imana dâvet etti. Fakat hiçbiri müslüman olmadıkları gibi, kaba ve ters sözlerle teklifi reddettiler. Gençlerin müslüman olmalarından korktular. "Allah peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?" dediler. "Kavmin senden nefret etti, onlar sözlerini kabul etmeyince bize geldin. Vallahi biz de kavmin gibi senden kaçınır, seni reddederiz!" dediler. "Memleketimizden çık git, nereye gidersen git!" dediler. En çirkin bir red ile ilâhî dâveti reddettiler.

Alay etmekle başladılar, işi çirkin hakaretlere kadar vardırdılar. Onu Tâif'ten çıkarmaya mecbur etmekle kalmadılar, içlerinden birtakım ipsiz, ayak takımından kimseleri kışkırtıp musallat ettiler. Onlar da yolun iki yanına sıralanıp taş ve sopalarla saldırdılar. Bağırıp çağırıyorlar, küfürler yağdırıyorlardı. Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek ayakları ve topukları kan içinde kalmıştı. Dermansız düşüp oturdukça zorla kaldırıp yürüttüler, taşlamaya devam ederek gülüşüp eğlendiler. Evlâtlığı Zeyd bin Hârise -radiyallahu anh- de kendisini korumak için çaresizlik içinde vücudunu ona siper ediyordu. Onun da başı yarılmış, ayaklarından kanlar akıyordu.

Resulullah Aleyhisselâm nihayet yorgun ve bitkin bir halde Rebiâ'nın oğulları Utbe ve Şeybe'nin yol üstündeki bağına sığınarak tâkiplerinden kurtuldu. Onlar da çekip gittiler.



Üzgün ve bitkin bir halde bir asmanın gölgesinde biraz dinlenip sükûnet bulduktan sonra ellerini semâya kaldırdı, şöyle ilticâ ve niyazda bulundu:

"Ey Allah'ım! Kuvvetsiz ve çaresiz kaldığımı, halkın nazarında hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ve şikâyet ederim.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği biçârelerin Rabb'i sensin, benim Rabb'im sensin. Sen beni kötü huylu yüzsüz bir düşman eline düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabamdan bir dosta bırakmayacak kadar bana merhametlisin.

Ey Allah'ım! Senin gadabına uğramayayım da, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam. Fakat senin af ve merhametin bana bunları göstermeyecek kadar geniştir.

Ey Allah'ım! Senin gadabına uğramaktan, rızândan mahrum kalmaktan, sana senin o karanlıkları aydınlatan dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan ilâhî nuruna sığınıyorum.

Ey Allah'ım! Sen hoşnud oluncaya kadar affını dilerim.

Ey Allah'ım! Her kuvvet, her kudret ancak seninle kâimdir."

Rebia'nın oğulları Utbe ve Şeybe, Sakiflilerin yaptıklarını görmüşlerdi, ona revâ görülen bu kötü muameleye üzüldüler. Aradaki akrabalık ilişkisi, kendilerini Resulullah Aleyhisselâm'a karşı gayrete getirdi. Hıristiyan köleleri Addas ile bir salkım üzüm gönderdiler. Resulullah Aleyhisselâm, kendisine üzüm getiren köleye İslâmiyet'i anlatarak müslüman olmasını sağladı.

Daha sonraları buraya bir mescid yapılmıştır.



Tâiflilerden bir hayır gelmeyeceğini gören Resulullah Aleyhisselâm üzgün bir halde geri dönüyordu. O güne kadar benzerine rastlamadığı hakaret ve zulme maruz kalmıştı. Mekke'ye iki konak mesafe kalmıştı ki, bir bulutun kendisini gölgelemekte olduğunu farketti. Dikkatlice bakınca içinde Cebrâil Aleyhisselâm'ı gördü.

Cebrâil Aleyhisselâm:

"Şüphesiz ki Allah, kavminin sana ne söylediklerini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin." dedi.

Bunun üzerine dağlar meleği:

"Ey Muhammed! Cebrâil doğru söyledi. Sen ne dilersen emrine hazırım. Eğer şu iki yalçın dağın Mekkeliler'in üzerine kapanırcasına birbirine kavuşmasını istiyorsan emret kavuşturayım." dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"Hayır! Ben böylesini istemem. İsterim ki Allah bu müşriklerin sulbünden, yalnız Allah'a ibadet eden ve ona hiçbir şeyi şerik koşmayan bir nesil ortaya çıkarsın." buyurdu. (Buhârî)

Bu arada Mekkeliler Resulullah Aleyhisselâm'ı şehre almama kararı almışlardı.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Mekke'ye girebilmek için müşriklerden Mut'im bin Adiy'e haber salarak himayesine girmek istediğini bildirdi. Onun himayesinde şehre girerek Kâbe'de namaz kılmış ve evine dönmüştür.

Mut'im böyle bir maceraya atılmanın tehlikesini çok iyi biliyordu. Bu yüzden bütün Kureyş kendisine düşman olabilirdi. Çok ağırlarına gittiği halde seslerini çıkarmadılar. O çok sıkıntılı anında kendisine yardım eden Mut'im bin Adiy'in bu iyiliğini hiç unutmamış, yeri geldikçe anmıştır.

Hatta Bedir savaşı sona erdiği zaman esir düşen müşrikler hakkında oğlu Cübeyr -radiyallahu anh-e:

"Eğer (senin baban) Mut'im bin Adiy sağ olsaydı da şu kokmuşlar hakkında şefaâtte bulunsaydı hiç şüphesiz ben onları Mut'im'e bağışlardım." buyurmuştur. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1574)

Resulullah Aleyhisselâm Sakif liderlerini ikna edebilmek için büyük bir çaba sarfetmesine rağmen Allah-u Teâlâ henüz bir çıkış kapısı nasip etmemişti.

Tâif'ten döndükten sonra Mekke'de yeni bir şevkle İslâm'ı neşretmeye başladı.

"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Son düzenleme:
Üst