Soy kavramını nasıl anlamalıyız? İslamiyet soy kavramıyla neyi anlatır?

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
İslam dininde, soyların, milletlerin, kabilelerin varlığı nazara veriliyor, fakat bunlar karşılıklı tanışma, dayanışma ve yardımlaşma referansları olarak değerlendiriliyor. (bk. Hucurat, 49/13)

İyi bir soydan gelmek; seyyid olmak, bir velinin çocuğu olmak, bir hocanın torunu olmak, insanın şahsî kemalatına katkı sağlayan kriterler değildir. Bir Arap şairinin dediği gibi,

“Aslım-faslım, soyum-sopum budur, deyip övünme / Kişinin aslı kendi kazandığı şeydir.”
Hz. Peygamber (a.s.m)’in “Ne Arabın Arap olmayana, ne de Arap olmayanın Arap olana, ne beyazın zenciye, ne de zencinin beyaza bir üstülüğü vardır. Üstünlük ancak takva iledir.” (Ahmed b. Hanbel, V, 411) manasına gelen meşhur hadis-i şerifi -mümin olarak- bizim için şaşmaz bir pusuladır.

“Allah katında en değerliniz en takvalı (Allah’a karşı en saygılı) olanınızdır.” (Hucurat, 49/13) mealindeki ayetin ifadesi de bu konuda çok nettir.

Şu var ki, kişinin kendisi Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden, takva dairesinde hareket eden bir kimse olması durumunda, seyyid veya salih bir ailenin çocuğu olması, konumunu pekiştiren bir artı olabilir. Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)’in konumlarına, -şahsî olarak var olan şereflerine- soydan gelen bir şeref daha kattığını inkâr etmek mümkün değildir. Şahsî karakterlerine değil de sadece soyuna dayanmak isteyenlere, Ebu Cehil’in oğlu Hz. İkrime ve Ebu Lehep konumunu düşünmelerini tavsiye ederiz. Keza, Hz. Nuh (as)’ın oğlu ve eşinin cehennemlik, Firavun’un eşinin cennetlik olduğunu bilenlerin alması gereken önemli dersler vardır.

Bedüzzaman’ın şu ifadesi de konuyu aydınlatacak mahiyettedir:

“…Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı; sünnet-i seniyyedir. Sünnet-i seniyeye ittibaı terk eden, hakikî Âl-i Beyten olmadığı gibi, Al-i Beyte dost da olamaz.”
(Lem'alar, Dördüncü Lem'a, Üçüncü Nükte).

Evlilik konusundaki denklik meselesi, bir ailenin uyumu için önemlidir.
Çünkü, çok zengin bir ailenin kızı fakir bir ailede, bir valinin kızı, bir kapıcı ailesinde problem olabilir. Bunlar, Allah katındaki değerler olmamakla beraber, dünyadaki hayatın huzuru adına dikkat edilmesi gereken hususlardır.

Bununla beraber, Arap-Kureyş asilzadeliği ve o günkü kabileler arasındaki önemli konum farkları -maalesef- bu denklik meselesinin daha da abartılmasına sebep olmuş ve mevcut realiteyi düşünerek hareket eden bazı fakihler de bu örfün, bu geleneğin tesirinden kurtulamamışlardır. Bu denkliğin asıl ölçüsü din faktörüdür; dindar olup olmadığıdır. Bu gün bir çok ailenin içki- kumar ve benzeri ahlaksızlıktan ötürü bozulup yıkılması, bu din-ahlak faktörünün önemini gözler önüne sermektedir.

Hadis-i şerifte de ifade edildiği üzere, “Bir kadın ya güzelliği, ya soyluluğu, ya zenginliği yahut da dindarlığı için tercih edilir. Siz dindar olanı tercih edin ki eliniz dert görmesin.” (İbnu Mâce, Nikâh 6)

Kadının şahsî kemalatını değil de, ailenin soyluluğunu öne çıkaran hadis rivayetlerinin hemen hemen hepsi zayıf veya mevzu olarak değerlendirilmiştir
 
Üst