Peygamberimizin yaptığı savaşların nedenleri nelerdir?

sultan_mehmet

© ◄ كُن فَيَكُونُ ►
Yönetici
Forum Administrator
Soru

Peygamberimizin yaptığı savaşların nedenleri nelerdir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;
Malum olduğu üzere, savaşların pek çok sebebinden söz edilebilir. Tespitlerimize göre Hz. Peygamber’in savaşları, aşağıdaki sebep ve hikmetlerle meydana gelmiştir:

1. Düşmanla mücadele edecek güce sahip olduklarını hissettirme
Hz. Peygamber’in bazı savaşları, özellikle Bedir Savaşı’ndan önce yapılan seriyyeler, Medine’de İslâm’a ve müntesiplerine düşmanlık duyguları besleyen müşrik ve Yahudilere, Müslümanlara saldırı için fırsat kollayan Mekkeli müşriklere, Müslümanların bir güç olduğunu gösterme, İslâm’ı tebliğ konusunda özgürlük alanı oluşturma ve saldırılara karşı varlıklarını korumayı hedeflemektedir.1

Bu seriyyeler, Müslümanların varlığını ve gücünü gösteren ve netice itibariyle de tebliğin önündeki engelleri açmaya yönelik mücadelelerdir. O dönemde bölgede kaba kuvvetin hâkim olması, kuvvetlinin haklı gösterilmesi ve mazluma hayat hakkı tanınmaması, Hz. Peygamber’in bölgede emniyeti temin etme düşüncesiyle askerî müfrezeler göndermesine sebep olmuştur. Sîfü’l-Bahr ve Rabığ seriyyeleri ile Ebvâ, Buvat, Hamrâu’l-Esed ve Küçük Bedir gazaları bu maksatla gerçekleştirilmiştir.2

2. Saldırının finansal kaynaklarını kesme
Hz. Peygamber’in bir kısım savaşları, Müslümanların Mekke’den hicret ederken geride bırakmak zorunda kaldığı ve müşriklerin ele geçirdikleri mallarla ticaret yaparak Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı savaşmak için ordu hazırlayan Mekke müşriklerinin ticaret yollarını kontrol altına almak ve onları ekonomik bakımdan zayıflatmak gayesiyle yapılmıştır. Mekke müşriklerinin yegâne geçim kaynakları ticaret idi. Şam tarafından sevk edilen kervanların silâhlı muhafızlarının Medine yakınından geçerken Müslümanlara zarar vermemeleri için takip edilmesi gerekiyordu. Bu itibarla Hz. Peygamber, söz konusu gaza ve seriyyeleri, müşrik kervanlarını takip maksadıyla sevk etmiştir.3

Nitekim Bedir Savaşı, Kureyşin ticaret kervanlarından elde ettiği kazançla giriştiği savaş hazırlığına engel olma gerekçesiyle yapılmıştır. Uhud Savaşı da Bedir mağlubiyeti sonrası Hz. Peygamber’den intikam almak düşüncesiyle, Ebu Süfyan’ın Şam ticaret kervanının geliriyle hazırlanmıştı.4

Savaşa hazırlanmada böylesine önemli bir yaptırım olan ticaret kervanlarının takibiyle finansal kaynakların kesilmesi, Müslümanları sürekli tehdit eden Mekkeli müşriklere karşı Sîfü’l-Bahr, Rabığ, Harar, Nahle, Karde ve Îs seriyyeleri ile etkili bir yaptırım olarak kullanmıştır.5

3. Saldırılara karşı savunma yapma
Hz. Peygamber’in savaşlarının bütünü, gerekçeleri ve ana gayeleri açısından savunma nitelikli olmakla birlikte, savaş stratejisi bakımından savunma nitelikli savaşları sayıca azdır. Hz. Peygamber’in bazı savaşları, düşmanın Müslümanların varlığına ve toprak bütünlüğüne karşı giriştiği saldırılar neticesi meydana gelmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber, saldırılara karşı meşru müdafaa hakkını kullanmıştır. Zîrâ Kur’ân’da saldırıya maruz kalınması hâlinde savunma yapmak için savaşa izin verilmekte6 ve savaşın meşru gerekçelerle yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.7

Bedir-Hendek savaşları arasındaki mücadele dönemi, Mekkeli müşrikler ve Medine Yahudilerine karşı savunmaya yönelik girişimlerdir.8 Özellikle birlikte yaşadıkları Yahudilere karşı alınması gereken savunma tedbirlerinin, daha sonraki dönemlerde ne kadar hayatî bir önem arz ettiği müşahede edilmektedir. Nitekim Mekkeli müşrikler ve Hayber Yahudilerinin katılımıyla oluşturulan güçlü Ahzab birliği karşısında, Medine’yi savunma durumunda kalan Müslümanlar, savaş esnasında Kureyzalıların ihanetiyle tehlikeli anlar yaşamıştır.9 Hz. Peygamber, Medine döneminde özellikle Yahudilerin Müslümanlara karşı takındıkları düşmanca tavırlarıyla mücadele etmek ve gelebilecek muhtemel saldırıya karşı hazırlıklı olmak zorunda kalmıştır.10 Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek savaşları, hem meşruiyet açısından hem de savaş stratejisi açısından saldırılara karşı savunmanın hedeflendiği en önemli savunma savaşlarıdır.

4. Düşman hakkında bilgi toplama
Hz. Peygamber’in bazı gaza ve seriyyeleri her ân saldırma fırsatı kollayan düşman hakkında bilgi edinmek maksadıyla yapılmıştır. Müslümanların öncelikle müşrikler olmak üzere bütün düşmanlara karşı dâima teyakkuz hâlinde olmaları gerekiyordu. Bu gerekçelerle Hz. Peygamber Medine’nin güvenliğini sağladıktan sonra çevre kabilelerle anlaşma yaparak Mekke müşriklerine karşı daha tedbirli olmayı hedeflemiştir. Gönderilen ilk seriyyeler genellikle düşman hakkında haber toplamak, istihbarat elde etmek, onların siyasî, ekonomik durumlarını kontrol altına almaya yönelik olmuştur.11

Savaşlardan önce bilgi toplamak için keşif kolları ve casuslar gönderilmiştir. Keşif kolu, istihbarat ve diğer yollarla düşmanın genel durumu hakkında bilgi sahibi olmak, Müslümanların güvenliği bakımından hayatî önemi haizdi. Zîrâ Mekke fethine kadar düşmana karşı az bir kuvvetle mücadele etmek zorunda kalan Müslümanlar, düşmanın savaş gücü hakkında onların nasıl, nerede ve hangi şartlar altında savaşacaklarına dâir bilgiler elde etmek mecburiyetinde kalmıştır.12 Nahle, Birinci Zû’l-Kassa, Vâdi’l-Kura’, İkinci Cinab, Huneyn, Abdullah b. Revaha ve Hayber seriyyeleri, ansızın saldırma ihtimali olan düşman hakkında istihbarat elde etmek için tertiplenmiştir.

5. Anlaşmaların ihlal edilmesi ve ihaneti cezalandırma
Anlaşmaların ihlâli, uluslararası ilişkilerde suç teşkil etmektedir. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde de anlaşma yapılan tarafların anlaşma maddelerini ihlâl etmeleri, bazı savaşların sebebini oluşturmuştur. Hicretten sonra Peygamber Efendimiz'in (s.a.s.) Medine’de yaptığı Medine Vesikası ile Hudeybiye barış anlaşmasının ihlâli, bazı savaşların meydana gelmesinin temel sebebini oluşturmuştur.

Allah Resulü (aleyhi ekmelüttehâyâ) anlaşmalara her zaman azamî derecede riayet etmiştir. Bunun en çarpıcı örneği şu hâdisedir: Hudeybiye anlaşmasının bir maddesine göre, Mekke’de Müslüman olan bir kimse Medine’ye sığınmak isterse, talebi kabul edilmeyip kendisi Mekke’ye iade edilecekti. İmza işi biter bitmez Mekke delegesinin oğlu Ebu Cendel zincirlerini sürüyerek Hz. Peygamber’e gelmiş ve himaye talebinde bulunmuştur. Mekkeliler adına anlaşmayı imzalayan Süheyl b. Amr'ın, anlaşmanın yürürlüğe girdiğini ileri sürerek buna itiraz etmesi üzerine “Ey Müslümanlar! Beni dinimden döndürmeye çalışan bu Kureyşlilere geri mi vereceksiniz?” diye feryat eden Ebu Cendel’e Hz. Peygamber, “Ey Ebu Cendel sabret! Ecrini Allah’tan bekle. Allah sana ve senin durumunda olanlara bir kapı açacaktır. Biz Kureyş ile bir sözleşme imzaladık. Onlar bize, biz onlara Allah adına söz verdik, sözümüzden dönemeyiz.”13 cevabını vermiştir. Bu hazin hâdise, Hz. Peygamber’in anlaşma hükümlerine sonuna kadar bağlı olduğunu gösteren çok önemli bir örnektir.

Hicretten sonra Mekkelilerle başlayan savaş dönemi, Hudeybiye Anlaşması’yla sona ermişken, Kureyşlilerin ihlâliyle bu anlaşma da bozulmuştur. Bu gerekçeyle Hz. Peygamber onları tedip gayesiyle Mekke üzerine yürümüştür.14 Hz. Peygamber’in müşriklerle olduğu gibi Medine’deki Yahudi kabileleriyle savaşları da yapılan anlaşma hükümlerine aykırı hareket etme ve anlaşma hükümlerine muhalif olarak düşmanla işbirliğine kalkışma gibi meşru sebeplerle yapılmıştır. Hicretten sonra Medine’deki Yahudi kabileleriyle yapılan anlaşmaya göre, bütün Medine halkının tek bir toplum olduğu, Müslümanlar aleyhinde müşrikler ve müttefikleriyle anlaşma yapılamayacağı ve onlara yardım edilemeyeceği kabul edilmiştir. Anlaşma metninde özellikle Kureyş müşriklerinin kesinlikle desteklenmeyeceği ibaresi yer alıyordu.15 Söz konusu anlaşma hükümleri doğrultusunda Kaynuka, Nadir ve Kureyza oğulları Yahudilerine karşı yapılan savaşlar, anlaşmalara ihanetin bir neticesi olarak meydana gelmiştir.16

Netice itibariyle yapılan anlaşma maddelerine, kendi aleyhlerine hükümler ihtiva ediyor olmasına rağmen, titizlikle riayet eden Hz. Peygamber, zaman zaman müttefiklerinin ihanetine uğramıştır. İşte bu durum Kaynuka, Nadir, Kureyza oğulları gazaları ile Mekke fethinin temel gerekçesini oluşturmuştur.

6. Baskın ve talanı cezalandırma
Hz. Peygamber ve Müslümanlara ait yaylım hayvanlarının yağmalanması ve bu sırada Müslümanlardan bazılarının şehit edilmesi, bir kısım seriyyelerin sebebini oluşturmuştur. Müslümanlar sırf inançları sebebiyle saldırılara maruz kaldığından, bu saldırıları yapan kişi ve onları organize eden kabilelerle mücadele edilmesi gerekiyordu. Baskın ve talana maruz kalınması durumunda, kişinin malını ve canını korumak maksadıyla yapacağı savunma, meşru müdafaa olarak değerlendirilir. Meşru müdafaa sırasında verilen mal, can gibi zayiat, İslâm hukuku açısından herhangi bir cezayı gerektirmez. Harar, II. Zû’l-Kassa, Tarif, Fezare oğulları, Ükl ve Uraniler, Meyfaa seriyyeleri ile Kureyza oğulları, Safevân/Birinci Bedir, Sevik ve Dûmetü’l-Cendel gazaları, değişik sebepleriyle birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlara ait malların yağmalanması veya yağmalanma teşebbüsü sırasında Müslümanlardan bazı kişilerin şehit edilmesi gibi saldırı ve hâdiseler neticesi meydana gelmiştir.

7. Düşmanın taraftar bulmasını engelleme
Hz. Peygamber, hayatının bütün safhalarında, barış ve anlaşmaya açık bir tutum içerisinde olmuştur. Mekkelilerin vatanından kovduğu, hicrete mecbur edip Medine’de de rahat bırakmadığı bir durumda, Medine’de yaşayan farklı dinlerden kabilelerle bir anlaşma yapmıştır. Bu çerçevede Kureyş’in ticaret yolu üzerinde bulunan bazı kabilelerle, düşmandan önce anlaşma yapmak suretiyle bu kabilelerin düşman safında yer almasını önlemek ve barış zemini oluşturmak için anlaşmalar yapılmıştır.17 Ebvâ ve Zû’l-Uşeyre gazaları barış anlaşmasını fiilen hayata geçirmek için gerçekleştirilmiştir. Allah Resulü’nün bu çabası, sıcak savaş şartlarının henüz yaşanmadığı Medine döneminde, anlaşmazlıkları sulh ve barış ile neticelendirme gayreti olarak değerlendirilmelidir.

8. Saldırı haberinin alınması üzerine yapılan müdahaleler
Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) gaza ve seriyyelerinin önemli bir kısmı, özellikle şahsı ve Müslümanlara sırf inançları gereği, yapılması plânlanan bazen bir kabilenin bazen de kabileler topluluğunun saldırı haberinin alınması neticesi sevk edilmiştir. Saldırı plânının yapıldığı haberinin alınması sonucu herhangi bir müdahalede bulunmama, düşmanın saldırısı karşısında teslim olmak anlamına gelecektir. Düşmanın kesin olarak gerçekleştireceği harekât karşısında ilk darbeyi yememek için, Hz. Peygamber harekete geçmiştir. Düşmanın fiilen saldırısı meşru bir savaş sebebi olmakla beraber, istihbaratla bir saldırı hazırlığının kesin olarak alınması da meşru bir mukabele sebebi olmaktadır.18 Birinci Zû’l-Kassa, Karkaratü’l-Küdr, Bahran, Dûmetü’l-Cendel, Müreysi, Vâdi’l-Kura’, Türebe, Necid/Hevazinler, Meyfaa, Cinab, Zatü’s-Selasil, Bekir oğulları, Abdullah b. Revaha, Hayber, Gâbe, Kutbe b. Amir seriyyeleri ile Gatafan, Katan, Zâtu’r-Rika’, Huneyn, Taif, Hayber, Fedek gazaları ve Tebük seferi, düşmanın saldırı yapacağı bilgisinin alınması üzerine sevk edilmiştir. Sayıca fazlalığı dikkate alındığında, gaza ve seriyyelerin çoğunun saldırı haberinin alınması neticesi meydana geldiği görülecektir.

9. Zulme uğrayan Müslümanlara yardım etme
Savaşların bir kısmı, inançları sebebiyle Müslümanlara baskı ve işkence yapan kabile ve devletlerin din ve inanç hürriyetine uyguladıkları baskıya son vermek maksadıyla yapılmıştır. Hz. Peygamber ve Müslümanlara düşmanlık duyguları ile dolu olan kişi, kabile ve devletler, düşmanlıklarını sahip oldukları her fırsatı değerlendirerek fiiliyata dökmüştür. Bu eylemler, bazen başka devletlerin sınırları içerisinde yaşayan Müslüman azınlığa baskı ve işkence yapmak şeklinde de tezahür edebilmiştir.

Kur’ân’da, zulme maruz bırakılarak inanç ve ibadet hürriyetleri engellenen, inandığı dinin öğretilerine uygun hayat yaşamasına engel olunan Müslüman fert ve toplumlar, bütün güçleriyle bu zulmü ortadan kaldırmakla sorumlu tutulmaktadır.19 “Size ne oluyor da ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, tarafından bize bir yardımcı lütfet’ diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?!”20 âyetiyle, zulme maruz kalan insanlara yardım için savaşılacağı hükmü temellendirilebilir. Yardım talebinden sonra Hudeybiye Anlaşması döneminde Kureyş’in saldırılarına karşı Hz. Peygamber’in Huzaa Kabilesi’ne yardım etmesi,21 bu âyetteki emrin yerine getirilmesine örnek olarak anlaşılabilir.22 Bi’r-i Maûne seriyyesi ve Dûmetü’l-Cendel gazası, Hz. Peygamber’in zulme maruz kalan Müslümanlara yardım için yapmak zorunda kaldığı askerî müdahalelerdir.

10. Tebliğin önündeki engelleri bertaraf etme
Tebliğ, Hz. Peygamber ve Müslümanların aslî vazifesi olduğuna göre, her durumda Allah’ın adının bütün dünyaya barış şartlarında ulaştırılması hedeflenmiştir. Düşmanın kaçınılmaz olarak savaşın içine çektiği durumlarda bile, tebliğ görevi ihmal edilmemiştir.23 Bu sorumluluğun bir gereği olarak Hz. Peygamber, çevre kabile ve devletlere tebliğ heyetleri göndermiştir. Tebliğ maksadıyla yapıldığı iddia edilen gaza ve seriyyelerin gerekçeleri incelendiğinde, bunların tamamen tebliğ gayesiyle gönderilen heyetlere saldırı yapılması durumunda, heyetlerin nefs-i müdafaada bulunmalarının bir sonucu olarak meydana geldiği görülür. Bir başka ifadeyle savaş, muhatabın İslâm’ı kabul etmemesinden değil, Müslümanlara saldırı söz konusu olduğu için gündeme gelmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber insanların zorla İslâm’ı kabul etmeleri için değil, tebliğin önündeki engelleri kaldırmak için savaşmıştır.

Allah Resulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) davet maksadıyla gönderdiği seriyyeler arasında Ka’b b. Umeyr’in başkanlığındaki Zât-ı Atlah24 Amr b. Âs’ın Zatü’s-Selasil25, Abdurrahman b. Avf’ın Dûmetü’l-Cendel ve Halid b. Velid’in Cezime seriyyeleri26 sayılabilir. Yine davet maksadıyla gönderilen İbn Ebi’l-Evca, Süleym oğullarını İslâm’a davet etmiş ancak onlar “Senin davetine bizim ihtiyacımız yoktur.” diyerek Müslümanlara oklu saldırıda bulunmuş ve İbn Ebi’l-Evca dışındakilerin hepsini şehit etmişlerdir.27

Hz. Peygamber, bazen bir talep karşısında bazen de herhangi bir talep olmaksızın, sırf İslâm’ı tebliğ gayesiyle bazı kabile ve devletlere heyetler göndermiştir. İslâm’ı tebliğ etmenin dışında hiçbir maksadı olmayan bu heyetler, pusuya düşürülmek ve ihanete maruz kalmak suretiyle şehit edilmiştir. Reci’, Bi’r-i Maûne, Süleym oğulları, Zât-ı Atlah, Zâtü’s-Selasil, Cezîme oğulları, Uman, Bahreyn ve Dûmetü’l-Cendel seriyyeleri, değişik sebepleri olmakla birlikte, ağırlıklı olarak İslâm’ı çevre kabile ve devletlere tebliğ için gönderilmiş tebliğ heyetlerinin öldürülmesi ile sonuçlanmıştır.

Kendi iradeleriyle, kabilelerinin İslâm’a meyilli olduklarını ileri sürerek Hz. Peygamber’den (s.a.s.) tebliğ heyeti talep edenlerin, gönderilecek tebliğ heyetini emanla koruyacaklarını taahhüt etmelerine rağmen, heyeti pusuya düşürerek şehit etmeleri, bazı gaza ve seriyyelerin sebebini oluşturmuştur. Bütün insanların ebedî kurtuluşunu temin edecek dinamiklere sahip bir dinin insanlığa duyurulmasından başka bir maksat taşımayan bu tebliğ heyetleri, pusuya düşürülerek hain saldırıların hedefi olmuştur. Hz. Peygamber de şahsında İslâm’a düşmanlık yapan bu kimselerle nefs-i müdafaa gayesiyle mücadele sürecine girmiştir. Zâtu’r-Rika’ gazası ile Cemum, Meyfaa, Âmir oğulları, İkinci Sîfü’l-Bahr ve Hayber seriyyeleri, barışçı tebliğ heyetine karşı yapılan saldırıları etkisiz hâle getirmek için yapılmıştır.

11. Elçilere kötü muamele yapılmasını ve onların öldürülmesini cezalandırma
Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem), Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra bölge ülkelerin hükümdarlarına, İslâm’a davet maksadıyla elçiler göndermiştir. Bu hükümdarlardan bazıları tebliğ çağrısına olumlu cevap vermiş, bazıları da sadece olumsuz cevap vermekle kalmamış, elçilere ve gıyaben Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlara nezaket sınırlarını zorlayan hattâ hakarete varan davranışlarda bulunmuştur.28 Tebliğ vazifesini îfâ için yakın ve uzak kabile ve devlet başkanlarına gönderilen bu elçiler, bazen İslâm’a davet edilen devlet veya kabile başkanı tarafından hakarete maruz kalmış, bazen öldürülmüş, bazen de farklı kişiler tarafından saldırıya uğrayıp yağmalanmıştır. Oysa tarih boyunca ve günümüzde elçiler, uluslararası hukukta can güvenliğine sahiptir.29 Can güvenlikleri garanti altına alınan elçilerin tahkir edilmesi, yağmalanması hattâ öldürülmesi, suçu irtikâp eden kişi ve kurumlar açısından suç teşkil etmektedir. Hımsa, Kurayt oğulları ve Kuratalar seriyyeleri ile Mû’te seferi, bu sebeple gerçekleştirilmiştir.

12. Düşmanın savaş ilânına cevap verme
Düşmanın savaş ilân etmesi Hz. Peygamber’in gaza gerekçeleri arasında yer almaktadır. Savaş ilân eden bir topluluğa mukabelede bulunmamak, düşmanı cesaretlendirip onun daha güçlü ve cesaretli saldırısına sebep olacağından, savaş ilânına karşılık verilmesi gerekir. Bu anlamda savaş ilânına karşılık vermek meşru bir müdafaadır. Çünkü düşman savaş ilân etmekle savaşma kararlılığı göstermiş olmaktadır. Bu kararlılık karşısında saldırı tehlikesiyle karşı karşıya olan Hz. Peygamber, savaş ilânına karşılık vermiştir. Bunun tek örneği Küçük Bedir gazasıdır.

Hz. Peygamber, Mekkeli müşriklerle yaptığı Uhud Savaşı’nda bir yönüyle mağlup olunca, galibiyetin verdiği gururla ertesi yıl Bedir’de tekrar buluşmak için meydan okuyan Ebu Süfyan’ın teklifini kabul etmiştir.30 Kureyş’in savaş tehdidine mukabelede bulunmanın gereği olarak Hz. Peygamber, zamanı geldiğinde Ebu Süfyan’ın savaş ilânına karşılık vermek maksadıyla gazaya çıkmış31; ancak karşısında kimseyi bulamamıştır. Mekke’den iki bin kişiyle yola çıkan Ebu Süfyan, kıtlık olduğunu bahane ederek belirlenen bölgeye gelmeden tekrar Mekke’ye dönmüştür.32 Bu gazanın, Ebu Süfyan’ın savaş ilânına karşılık vermek için yapıldığı açıkça anlaşılmaktadır.

Sonuç
Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtü vesselâm) savaşlarının sebep ve gerekçelerinin incelendiği bu çalışmada, savaşların çok farklı sebep ve gerekçelerle meydana geldiği anlaşılmaktadır. Buna göre bütün savaşlar meşru bir temele dayandığından, Hz. Peygamber’in haksız olarak nitelendirilebilecek bir askerî müdahalesinin olmadığı sonucuna varılabilir. Savaşları hazırlayan sebep ve gerekçeler bütünü dikkate alındığında, Hz. Peygamber’in meşru bir gerekçe olmaksızın, herhangi bir kabile veya devlete haksız bir saldırıda bulunmadığı çok açık bir şekilde görülmektedir.

İslâm’ın Kur’ân ve Sünnet merkezli ilke ve esasları dikkate alındığında, gerek fert ve gerekse devlet ölçeğinde münasebetler, barış esasına dayanmaktadır. Savaş ise istenmeyen bir mecburiyet olup arızî/geçici bir durumdur ve bir varlık mücadelesi olarak gündeme gelebilir.

Günümüze bakan yönüyle ifade edilecek olursa, Hz. Peygamber’in savaşlarının sebep ve gerekçeleri, her dönemde olduğu gibi günümüzde de, meydana gelen savaşların meşruiyetini belirlemede temel ölçüt olarak kabul edilebilir mahiyet ve özellikler taşımaktadır.

Dipnotlar
1. Hattâb, Mahmud Şît, Komutan Peygamber Hz. Peygamber’in Askerî Dehası, çev. Ağırakça, Ahmed, İst., 1988, s. 56.
2. Gaza ve seriyyeler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Nargül, Veysel, Kur’an ve Hz. Peygamber’in Uygulamaları Işığında Cihad, (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 2005, s. 111-217.
3. İbn Hişâm, Ebu Muhammed Abdulmelik b. Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa Sekâ ve arkadaşları, by., ts., II, 241-242, 245; Müslim, Sayd 17.
4. İbn Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut, 1985, II, 37; Semhûdî, Nuruddin Ali b. Ahmed, Vefâu’l-Vefa, Beyrut, ts., I, 281. Ayrıca bkz. İbnü’l-Esîr, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Tarih, Beyrut, 1965, II, 113, 116; Buhârî, Menakıb, 251, Megazi, 2.
5. Bkz. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, Ankara, 2003, II, 1036-1037.
6. Hac, 22/38; Bakara, 2/190; Şûra, 42/41.
7. Bakara, 2/194.
8. Hattâb, Komutan Peygamber, s. 13.
9. Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitâbu’l-Meğazî, Oxford Üniversitesi, 1966, II, 459-460; İbn Kayyim, Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Bekir, Zâdü’l-Meâd fî Hedy-i Hayri’l-İbâd, Kahire, ts., III, 129-130.
10. Bakara, 2/91; Al-i İmran, 3/183; Kasas, 28/48-50.
11. İbn Hişâm, I-II, 601 vd.; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 139.
12. Bkz. Belâzurî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensâbu’l-Eşraf, Beyrut, 1996, I, 383-384; Kettânî, Abdulhay, et-Terâtibu’l-İdâriyye, Beyrut, ts., I, 363.
13. İbn Hişâm, III-IV, 318; Beyhâkî, Ahmed b. Ali b. Hüseyin, es-Sünenü’l-Kübrâ, Haydarabad, 1344, Sünen, IX, 219-220.
14. İbn Kayyim, Zadu’l-Meâd, III, 290, 394.
15. Bkz. İbn Hişâm, I-II, 501-504.
16. İbn Sa’d, II, 28-29, 57-59, 74-78; İbnü’l-Esîr, II, 137-139; Süheylî, Abdurrahman b. Abdillah b. Ahmed, er-Ravdu’l-Unuf fî Tefsiri’s-Sîreti’n-Nebeviyye li İbn Hişâm, Kahire, ts., II, 296; Semhûdî, I, 277-278, 298.
17. Enfâl, 8/58; Tevbe, 9/12-13; Güner, Osman, Resûlullah’ın Ehl-i Kitap’la Münasebetleri, Ankara, 1997, s. 299.
18. Enfâl, 8/58; Tevbe, 9/12-13; Al-i İmran, 3/146-147, 200.
19. Hac, 22/39-40.
20. Nisâ, 4/75.
21. Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitâbu’l-Harâc, Kahire, 1396, s. 230; Belâzurî, Fütûhu’l-Buldân, thk. Abdullah Enîs et-Tabbâa’, Beyrut, 1987, s. 41.
22. Yaman, Ahmet, İslam Devletler Hukukunda Savaş, İstanbul, 1998, s. 86-87.
23. Darimî, Siyer, 8.
24. İbn Sa’d, II, 127-128.
25. İbnü’l-Esîr, II, 232.
26. İbn Hişâm, IV, 280-281.
27. İbn Sa’d, II, 123.
28. İbn Kesîr, İbn Kesîr, İmaduddin Ebu’l-Fida İsmail, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, 1966, IV, 268 vd.
29. Şeybânî, Muhammed b. Hasen, Şerhu Siyeri’l-Kebîr, (Serahsî’nin şerhi ile birlikte), Beyrut, 1997, II, 72; Turnagil, Ahmet Reşid, İslamiyet ve Milletler Hukuku, İstanbul, 1972, s. 92-96.
30. İbn Hişâm, III, 100; Belâzurî, Ensâb, I, 417.
31. Taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Târihu’t-Taberî Târihu’l-Ümem ve’l-Müluk, Beyrut, ts., III, 42; İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, Cevâmiu’s-Sîre, çev. M. Salih Arı, İstanbul, 2004, s. 180-181.
32. İbn Hişâm, III, 220; İbn Sa’d, II, 59-60.

Dr. Veysel Nargül

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 
Üst