Mustafa İslamoğlu Hakkında İkazlar

Murat Yazıcı

Deneyimli Üye
Kademeli
Arif Çevikel ve Sami Hocaoğlu mahlaslarını da kullanan Mustafa İslamoğlu isimli yazar, okuyucularını yanıltıcı görüşler öne sürmektedir.

Aşağıdaki yazılar kendi sitesinden kopyalanmıştır. Gerekli görülen yerlerde cevap verilmiştir.

Müzik aleti çalmayı öğrenmek zaman israfı mıdır?

Esselamu Aleykum
Sayın Hocam
Kız kardeşim biraz müziğe meraklı, keman çalmayı öğrenmek istiyor bir keman edineyim, kursa gideyim, öğreneyim diyor. Ben de kendisine öncelikli olarak yapmamız gereken işler varken böyle bir şeyle uğraşmak hem zaman hem para israfı olur diyorum ama üzülüyor. Bu durumda ne yapmamı önerirsiniz sayın hocam? Bir müzik aleti çalmayı öğrenmek zaman israfı mıdır? Kardeşimi nasıl yönlendirmeliyim?Zamanınızı aldım, hakkınızı helal edinAllah yardımcınız olsun..
08/10/2008

Aziz mümine, mukabil tebrik ve dualarımla. eğer kardeşinizin müziğe kabiliyeti varsa ki bu Allah'ın ikramı sayılır, bu kabiliyet ziyan olmamalı. İki şartla: Ona verilecek bedel ailenin zorunlu geçimi olmamalı, musiki ile uğraşırken farzlarını ihmal etmemeli. vesselam.


Cevap:

İmam-ı Rabbanî rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki:

"Kıymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Harâm ile geçirmemek, elbette lâzımdır. Tegannî ve şarkı ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karışdırılmış, şekerle kaplanmış zehrdir." (Mektubat, c.3, m.34)

"Mûsikînin harâm olduğunu bildiren, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ve fıkıh âlimlerinin yazıları o kadar çokdur ki, saymak güçdür. Tegannînin câiz olduğunu gösteren, mensûh bir hadîs veyâ bir fetvâ görülürse, ehemmiyyet vermemelidir. Çünki hiçbir âlim, hiçbir zamanda, tegannînin mubâh olduğuna fetvâ vermemiş, raks [dans] etmeğe izin verilmemişdir. İmâm-ı Zıyâeddîn-i Şâmî "rahmetullahi aleyh", Mültekıt adındaki kitâbında böyle bildirmekdedir." (Mektubat, c.1, m. 266)

Daha fazla bilgi için blogumdaki "Müzik Hakkında Alimlerin Yazıları" başlıklı makaleye bakınız.

***

Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu'l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye "Bile bile terkedilen namazın kazası olmaz" demişler.

Cevap:

Kaza namazları ile ilgili bir soruya cevap verirken sarfettiği bu sözler, Mustafa İslamoğlu'nun yücelterek bahsettiği İbni Teymiyye'yi ve İbni Kayyım'ı aslında yeterince okumadığını, tanımadığını göstermektedir. Çünkü İbnu'l-Cevzî, h. 508'de doğmuş, h. 597'de vefat etmiştir. Ebül-ferec ibni Cevzî adı ile meşhurdur. İbni Teymiyye ise h. 661 (m. 1263) de doğmuş, 728 (m. 1328) de ölmüştür. Yani, İbni Cevzî vefat ettiğinde, İbni Teymiyye henüz doğmamıştı bile!

***

Adet halindeyken oruç tutabilir miyim, dinen bir sakıncası var mıdır?
03/03/2007

Bu Hz. Aişe'nin kendi yaklaşımını aktardığı bir hadise dayanılarak tüm imamlarımız tarafından bir ruhsat olarak değil sanki bir yasak olarak değerlendirildi. Allah’u alem bizim konuyu Kur'an ekseninde yeniden tarayarak vardığımız sonuç o ki, vahye göre hayız "ezen" yani "rahatsızlıktır".Hasta bir kimsenin orucunu isterse erteleyebileceği ve gününe gün kaza edeceği, istemezse ertelemeyeceği hükmü ise Bakara 184'ün açık hükmüdür. Bu sorunuzun cevabını ben değil Kur'an böyle vermiştir. Ona sorup cevabını aldınız.


Cevap:

Hadis ve Şâfi'î fıkıh alimi İmam-ı Şa'rânî (vefatı m. 1565) rahimehullah diyor ki:

"Dört imam, hayız ve nifas halinde olana oruç tutmanın haram olduğunda, tutarlarsa sahih olmayıp, kaza etmelerinin lazım geldiğinde ittifak etmişlerdir." (Mizan-ül Kübra (Dört Hak Mezhebin Büyük Fıkıh Kitabı), Berekat Yayınevi, İst., 1980, s. 390)

Şimdi, İslamoğlu'nun şurada söylediklerine bir bakınız. Bunlardan anlaşılan:

1. Tüm imamlar yanılmış(mış),
2. Kendisi konuyu "Kur'an ekseninde" yeniden değerlendirmiş,
3. Kendisi, Kur'an-ı kerime uygun cevap vermiş(miş),
4. Haşa, tüm imamlar ve hatta Hazret-i Âişe validemiz radıyallahü anhâ Kur'an-ı kerimi doğru anlamamışlar, doğrusunu İslamoğlu anlamış!

Bunlar aklı başında bir insanın söyleyeceği şeyler değildir.

***

Mustafa İslamoğlu'nun 6/07/2007 makalesinde şu edeb dışı ifadeleri görüyoruz:

AK Parti’nin önümüzdeki seçimde kazanacağı seçim zaferinde aslan payına sahip olan dindar kitleler AK Parti’yi “Hubbu Ali” yüzünden değil “buğzu Muaviye” yüzünden desteklemiş olacak. Yani partinin politikalarına muhabbet besledikleri için değil, milli irade hırsızı azgın azınlığın tahakkümüne buğzettikleri için destekleyecekler.

Cevap:

Burada, Hazret-i Muaviye'ye (radıyallahü anh) buğzetmek ile, "milli irade hırsızı azgın azınlığın tahakkümüne" buğzetmek arasında yaptığı benzetme akıl sahiplerinin gözünden kaçmamaktadır.

İmam-ı Kurtubî (rahime-hullahü teâlâ) der ki:

"Ashab arasında birçok muhalefet ve muharebeler olmuştur. Bununla beraber hiç biri diğerinin nifakına hükmetmemiştir. Onların bu husustaki hâlleri, ahkâm babında müctehidlerin hâlleri gibidir. Ya hepsi hakka isabet etmiştir denilir, yahut isabet eden bir tanesidir. Fakat hata eden mazur olur. Çünkü o reyine ve zannına göre muhataptır. İşte bunlardan birine meâzallah bir şeyden dolayı buğzeden kimse âsî olur; tevbe etmesi gerekir." (Bkz: A. Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Yayınevi, 1983; c.1, Bab:33, s.345)

Allâme İbni Hacer el-Heytemî (rahime-hullahü teâlâ) diyor ki:

Hadis ravisi Müslim'in en yüce şeyhlerinden, asrının imamı olan Ebu Züra er-Razi demiş ki: "Birisi, Resulullah'ın (aleyhisselam) eshabından birisini noksanlıkla ayıplarsa, gerçekten o kimsenin zındık olduğunu bil. Çünkü Resulullahın (aleyhisselam) peygamberliği doğrudur. Kur'an-ı kerim de doğru bir kitapdır ve Peygamber'in (aleyhisselam) getirdiği din de hakdır. Bunların hepsinin hak, doğru oldukları itikadı bize sahabeden gelmiştir. Onları (sahabeleri) cerh eden, ayıplayan kimse, ancak Allah'ın kitabını, Resulü'nün sünnetini iptal etmek ister. Öyle ise cerh edilmek o kimseye daha yakışır ve zındıklık, sapıklık, yalan söylemek, fasıklık nitelikleriyle nitelenmeye o kimse herkesden daha layıktır." (Es-Savâiku'l-Muhrika, Bedir Yayınevi, İst., 1990, s. 452)

Hazırlayan: Murat Yazıcı
 

Murat Yazıcı

Deneyimli Üye
Kademeli
Dr. E. Sifil, M. İslamoğlu'nun bazı aykırı ve tuhaf sözlerini tahlil etmiş. Okuyalım:

SORMAK DA SORUMLULUKTUR
Milli Gazete - 19 Mayıs 2007


Önce birkaç alıntı:
Soru: Adet halindeyken oruç tutabilir miyim, dinen bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Bu Hz. Aişe'nin kendi yaklaşımını aktardığı bir hadise dayanılarak tüm imamlarımız tarafından bir ruhsat olarak değil sanki bir yasak olarak değerlendirildi. Allah'u alem bizim konuyu Kur'an ekseninde yeniden tarayarak vardığımız sonuç o ki, vahye göre hayız "ezen" yani "rahatsızlıktır". Hasta bir kimsenin orucunu isterse erteleyebileceği ve gününe gün kaza edeceği, istemezse ertelemeyeceği hükmü ise Bakara 184'ün açık hükmüdür. Bu sorunuzun cevabını ben değil Kur'an böyle vermiştir. Ona sorup cevabını aldınız.
Soru: Hocam; Hz.Peygamber'in gelecekle ilgili hadisleri olabilir mi?
Cevap: Kur'an açıkça Rasulullah da dahil kimsenin geleceği bilemeyeceğini söyler. Efendimiz de bunu tekrarlar (Osman b. Mazun'un hanımına "vallahi yarın bana ne yapılacağını bile bilmiyorum" sözünü hatırlayalım) Kıyamete, onun alametlerine dair hadisler Rasulullah'ın bir tür tahminleri ve bu konudaki nasları ve olayları "OKUMALARI"dır. Ve efendimizin okumaları bizim için çok değerlidir. Kehanet ve gelecekten haber olarak değerlendirilmemelidirler.
Soru: (…) Bile bile ve şartları müsaitken bırakılan "namazın" kazası olur mu?..
Cevap: Evet, İmam İbn Teymiyye, hocası İbnu'l-Cevzi, büyük talebesi ibn Kayyım el-Cevziyye "Bile bile terkedilen namazın kazası olmaz" demişler…
Soru: Sorum Hz.İsa ile ilgili olacak. Onun tekrar geleceğine inanan yakın dostlarıma nasıl anlatayım da veya nasıl cevap vereyim de, biraz da olsa bilgi sahibi olsunlar. (...) Buhari, Müslim gibi zatların hadislerini gösterdiklerinde bu hadisler uydurma diyemiyorum ve yorum yapamıyorum. Çünkü; hadislerin gerçekliğini bilemiyorum. Bana bu konuda yardımcı olabilir misiniz? Ben gelmeyeceğine inananlardan olduğumu ifade ettiğimde bana itikatımdan bahsediyorlar...
Cevap: Aynen ben de öyle yapıyorum. Bu doğru olan. Buhari ve Müslim'deki hadisleri izahın binbir yolu var. İsa'nın gerçek inancı onu takip edenlere dönecek de diyebiliriz. Fakat bu hadisler haber-i vahid. Zan içerir. Yanlış ve yalana ihtimali vardır. Bu tür haberler akideye konu olmazlar. Bu yeterlidir.[1]

Problem: Benzer örnekler arasından rast gele seçtiğim bu soru ve cevaplar, ciddiye alınması gereken bir "mesele"yle karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Bu köşede fetva sorma/verme konusuyla ilgili birçok yazı okudunuz. Âdâbu'l-müftî ve'l-müsteftî meselesini gömeli hayli zaman oldu. Onu anlıyoruz da, şahsen benim anlamadığım bir şey var: Milyonlarca kişinin kullanımına arz ederek kalıcılaştırdığı bu ve benzeri yanlışların telafisinin olmadığını bu arkadaşımız bilmiyor mu? Ali el-Karî, "Kim ilimsiz fetva verirse günahı fetvayı verenin boynunadır[2] hadisi üzerinde dururken ilginç bir noktaya temas eder. Hadis iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisi yukarıda verildiği gibidir. İkincisi ise şöyledir: "Kim ilimsiz olarak fetva verirse, günahı, ona fetva soranın boynunadır."[3] Çünkü fetvaya ehil olmayana soru soran kişi, onu, bilmediği ya da "yeterince" bilmediği bir konuda fetva vermeye teşvik etmiş olmaktadır. Yukarıdaki soruların cevapları mı? Gördüğünüz gibi daha sonraya bırakmak zorundayım…

[1] Bunlar ve daha fazlası için bkz. www.mustafaislamoglu.com/sorular.php
[2] Ebû Dâvud, el-Hâkim. [3] Mirkâtu'l-Mefâtîh, I, 503.

Okuyucu Soruları 8 KABİR AZABI
Milli Gazete - 20 Mayıs 2007

Geçen hafta değindiğim "kabir azabı" konusuyla ilgili birçok e-posta aldım. Hepsini burada zikretmeme imkân yok. İlgili Kur'an ayetlerinin konuya doğrudan (hatta bir kısmına göre "dolaylı da olsa") delalet etmediğini, ilgili hadislerin ise (kimine göre "uydurma", kimine göre ise "haber-i vahid" oldukları için) bu meselede kaynak olarak kullanılamayacağını söyleyen e-posta sahipleri ve konuya ilgi duyan başkaları ile bir hususu paylaşalım öncelikle:

Snouck Hurgronje, tesbitinde haklı çıkmış ve Müsteşrikler amacına ulaşmıştır.[1] Müslümanlar'ı çözmenin, dönüştürmenin, bitirmenin yolu, onların bilinçlerinde Sünnet'i zedelemekten ve aşındırmaktan geçer. Zira bu, yeni ve farklı bir "din tasavvuru" demektir. Nitekim öyle de olmuştur. Bu yeni "din tasavvuru"nun kıblesinin neresi olduğunu kısmet olursa başka yazılarda ele almak üzere ...
(...)
Kabir azabı meselesine dönecek olursak, kabir azabı bağlamında zikredilen birkaç ayetin, diyelim ki konuya delaleti tartışmalıdır. Peki bu durumda yapılması gereken nedir? Sünnet'ın Kur'an'ın "beyan edicisi" olduğunu söylüyorsak –ki öyledir– nasıl anlaşılması gerektiği noktasında ihtilaf ettiğimiz ayetler konusunda Sünnet'in ne dediğine bakmak dürüstlük gereği değil midir? Hadis sahasıyla iştigal eden ve görüşleri bu Ümmet'in ulemasınca itibar gören alimler arasında, kabir azabının mevcut olmadığını söyleyen birisinin varlığını bilmiyoruz. Bu bir yana, konuyla ilgili eser vermiş ulemadan pek çoğu, kabir azabı hakkındaki hadislerin "tevatür" derecesinde olduğunu açıkça ifade etmiştir. Buradaki tevatürün, "manevî tevatür" olduğunu belirtelim. Meselenin "manen" tevatür bulmuş olması, onun hafife alınabileceğini kesinlikle anlatmaz. Son zamanlarda böyle bir anlayışın yaygınlaşma eğiliminde olduğu gözlendiği için bu noktanın özellikle vurgulanması gerekiyor. Eğer Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), bir seferinde kabir azabından Allah'a sığınmış, bir başka seferinde yanına uğradığı bir kabrin içinde yatanın azap görmekte olduğunu söylemiş, bir başka seferinde ölünün hangi sebepler dolayısıyla kabirde azap göreceğini belirtmiş… ve bütün bunlar bize çok sayıda sahabî kanalıyla nakledilmişse, bütün bu rivayetlerin buluşma noktası olan "kabir azabı"nın tevatüren sabit olduğunu anlatır.

İmam el-Eş'arî'nin, Sahabe ve Tabiun'un üzerinde icma ettiğini belirttiği[2] ve mütevatir hadisler konusunda kaleme alınmış eserlerde yer verildiğini gördüğümüz[3] bu ve benzeri meselelerin inkârı, sokaktaki hayatı –hele de bu seçim döneminde!– çok fazla ilgilendirmiyor gibi görünebilir; ancak itikadımızın zedelenmekte olduğunu düşündüğümüzde ne kadar ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuz daha rahat anlaşılacaktır!

[1] Bkz. Mehmet Görmez, Klasik Oryantalizmi Hadis Araştırmalarına Sevk Eden Temel Faktörler Üzerine, "İslâmiyât" dergisi, III/I, Ocak/Mart-2000, 11-31 [2] el-İbâne, 14. [3] Kabir azabıyla ilgili hadislerin tevatür seviyesinde olduğunu söyleyen ulemanın isimlerinin zikri bile bu köşeyi dolduracağı için, bu noktanın tafsilatına girmiyorum.

NOT: Yukarıdaki cevap E. Sifil'e aittir. İmam-ı a'zam Ebu Hanife efendimiz diyor ki:

Kabirde Münker ve Nekir'in sualleri haktır. Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve asi mü'minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır. Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cüc'ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa'nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alâmetlerinin hepsi de haktır. (Fıkhu'l-ekber)
 

Murat Yazıcı

Deneyimli Üye
Kademeli
Muhterem baba Ahmed İslamoğlu Hoca Efendi’nin teessürü boşuna değil zâhir:

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!.. Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler... Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla... Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

“Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!... Mustafa’nın dâl ve mudılliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz... Milyonları ifsat ve idlal etmesin... Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun...”

Ahmed İslamoğlu’ndan Ali Eren’e mektub, Ali Eren, “Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü” içinde, Yeni Mesaj, 23 Receb 1421 (21 Ekim 2000).

Not:

dâl = sapık
mudıl = saptırıcı
idlal etmek = saptırmak, yoldan çıkarmak.
 

ma'vera

Emektar
Özel Üye
Yeni nesil hocalardan hemen hemen hiç birini tanımıyorum ama,yinede bu konuları takip edip,kimin ne olduğunu bilmek gerekir diye düşünüyorum.Sitede daha önce bu şahıs hakkında tartışmalar olmuştu. Bu bilgilerle daha da aydınlanmış olduk.
Yazınızdaki bana göre en can alıcı noktası aşağıdaki paragraf.
"Snouck Hurgronje, tesbitinde haklı çıkmış ve Müsteşrikler amacına ulaşmıştır.[1] Müslümanlar'ı çözmenin, dönüştürmenin, bitirmenin yolu, onların bilinçlerinde Sünnet'i zedelemekten ve aşındırmaktan geçer. Zira bu, yeni ve farklı bir "din tasavvuru" demektir. Nitekim öyle de olmuştur. "

Konuyla ilgili ayrıntıları merak ve ilgiyle bekliyorum...Allah razı olsun....
 
Üst