Leyl Sûre-i Şerif’inin Tefsiri

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Leyl Sûre-i Şerif'i (1)

Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Yirmi bir Âyet-i kerime, yetmiş bir kelime ve üç yüz on harften müteşekkildir.

İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "Gece" mânâsına gelen "Leyl" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "Ve'l-leyli izâ yağşâ sûresi" olarak da anılır.

Resulullah Aleyhisselâm'ın öğle ve ikindi namazlarında Leyl sûre-i şerif'ini okuduğu mervidir.

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından; insanın bu dünyadaki gayret, çaba ve mücadelesinden, sonunda da ya cennete ya da cehenneme gideceğinden mevzu etmektedir.

Beşinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah-u Teâlâ'nın bütün heybetiyle gelen ve ortalığı karanlığı ile örten geceye, güneşin doğuşuyla canlıları hayata sevkeden gündüze, erkek ve dişi olmak üzere çiftleri yaratan Zât-ı akdes'ine yemin ederek; insanların çalışmasının ve kazanç yollarının çeşit çeşit olduğunu haber verdiği beyan buyurulmaktadır.

On birinci Âyet-i kerime'ye kadar Allah için infakta bulunan ve en güzel Kelime-i tevhid'i tasdik eden kimsenin Hakk yolunda başarılı kılınacağı; cimrilik yaparak kendisini her türlü ihtiyaçtan uzak sayan ve o en güzeli yalanlayan kimsenin de yoluna engel konulacağını açıklamaktadır.

On yedinci Âyet-i kerime'ye kadar kişilerin helâl demeden haram demeden biriktirdikleri servetlerine aldandıkları, bu servetin kıyamet gününde kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağı, gösterilen doğru yolda yürümeyenlerin cehenneme namzet olacakları belirtilmektedir.

Mütebâki Âyet-i kerime'lerde ise, nefsini temizlemek ve Allah-u Teâlâ'nın azabından korunmak için servetini iyilik yollarında harcayan gerçek müminlerin de cennet-i âlâ'ya namzet olacakları müjdelenmektedir.

İlâhî Azametin Delilleri:

Leyl sûre-i şerif'indeki yemin ifadeleri, üzerine yemin edilenlerin yaratılışındaki mucizevî durumu, onları yaratan Yaratıcı'nın azamet ve ululuğunu gözler önüne sermektedir:

"Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman geceye andolsun!" (Leyl: 1)

Karanlığı ile gecenin, aydınlığı ile gündüzün birbirini takip etmesi, dünyanın yaratıldığı andan bugüne kadar sürüp gelmektedir ve kıyamete kadar da bu düzen devam edecektir.

Elbise, giyeni örttüğü gibi, gecenin karanlığı da insanları örter. Uyku sayesinde gündüz yaptıkları işlerin yorgunluğundan kurtulurlar.

"Açılıp ağardığı zaman gündüze andolsun!" (Leyl: 2)

Allah-u Teâlâ gecenin karanlığını gündüzün ışığıyla, gündüzün ışığını gecenin karanlığı ile giderir. Her biri diğerini durmadan ve gecikmeden kovalar.

İnsanlar gündüz olunca uykudan uyanırlar, yeniden hayata kavuşmuş gibi olurlar. Geçimlerini temin etmeye çalışırlar.

"Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki!" (Leyl: 3)

Allah-u Teâlâ eşsiz ve hikmet sahibi bir yaratıcı olduğuna dikkat çekmek için erkek ve dişi cinslerini yarattığına dair Zât'ına yemin etmektedir. Çünkü erkek ve dişi arasındaki bir farklılığın tesadüf eseri meydana geleceği düşünülemez. Menideki asli unsurlar da dengelidir. Aynı unsurlardan bazen erkek bazen dişi çocuk yaratmak ancak ilâhî kudretin eşsiz bir eseridir.

"Ey insanlar! Doğrusu sizin çalışmalarınız çeşit çeşittir." (Leyl: 4)

İnsanların tabiatları farklı farklıdır. Kimisi hayır işler, kimisi şer işler. İçlerinde takva sahibi olanlar da vardır, bedbaht olanlar da vardır, itaat edenler de vardır.

Çalışmaları ve işleri bölüm bölümdür, hedef ve gayeleri değişiktir, takip ettikleri yol netice itibari ile farklıdır, değer verdikleri şeyler ayrıdır, birbirini tutmaz.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"De ki: Herkes kendi yaratılışına (mizaç ve karakterine) göre hareket eder.

Rabb'iniz kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir." (İsrâ: 84)

Hidayet yolunu takip edenleri hiç şüphesiz ki sevaplara ve mükâfatlara erdirecektir. Şu ölümlü dünyada ömür süren insanların her birinin takip ettiği bir yol ve yine her birinin ayrı bir başarısı vardır. İşler ve ameller her ne kadar farklılık arzetse de iman nokta-i nazarında birleşmek gerekmektedir.

Yolu Kolaylaştırılanlar:

İman-küfür, itaat-isyan, hayır-şer... Bunların her biri insanın kabiliyetine göre Allah-u Teâlâ'dan istediği şeylerdir. Ne diledi ise o verilmiş ve verildiği şeyin yolu kendisine kolaylaştırılmıştır.

"Kim ki verir, (masiyetten sakınır) Allah'tan korkarsa..." (Leyl: 5)

Malının üzerindeki hakları infak suretiyle hayır yollarına sarfederse, verilmesi gereken yerde verirse, Allah-u Teâlâ'dan korkup kötülüklerden, günahlardan sakınırsa...

"Ve o en güzeli (Kelime-i tevhid'i) tasdik ederse..." (Leyl: 6)

"Allah'tan başka ilâh yoktur!" deyip, dünyada ve ahirette buna göre karşılık alacağını gönülden doğrularsa...

"Biz de ona kolay olanı hazırlarız, (hayra karşı tatlı bir arzu veririz)..." (Leyl: 7)

Yaptıkları iyiliklerin, hayır ve hasenatın, ileride artırılarak daha güzeliyle karşılığının, daha fazlasıyla mükâfatının verileceği; sonunda da en güzel bir âkıbete erdirileceği, dünyadan imanlı göçerek ahirette cennete ve Cemâlullah'a kavuşturulacağı müjdelenmiş oluyor.

Allah için veren, Allah'tan korkan ve o en güzeli tasdik eden kimse, Allah-u Teâlâ'nın tevfik ve inayetine müstehak olmuş olur, mükâfatını en güzel bir şekilde ve kat kat alır. Allah-u Teâlâ, onu en kolay olana muvaffak kılar, kolay yolları gösterir, doğru yola iletir. Bunun içindir ki; kolaylıkla neticeye varır, iyiliği itiyat hâline getirdiği için nefsin vereceği ağırlık ortadan kalkar, adımını kolay atar, yolunda kolay yürür, her işinde muvaffak olur. Dünya saâdetine ahiret selâmetine kavuşur.
_________________________________________________________
Leyl Sûre-i Şerif'i (2)

Yolu Zorlaştırılanlar:


Öte yandan malı ile mağrur olup cimrilik eden, biriktirmiş ve yığmış olduğu servetine aldanan, Rabb'inden müstağni olup hidayetinden uzaklaşan, dinini yalanlayan kimselere gelince, Allah-u Teâlâ onlar hakkında mütebâki Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:

"Fakat kim de cimrilik edip inâyet-i ilâhîden kendisini müstağni görürse..." (Leyl: 8)

Malı üzerinde cimrilik ederse, iyilik yollarında sarfetmezse, verilmesi gereken lüzumlu yere vermezse, bir tek nefes alırken bile Rabb'ine muhtaç olduğu halde O'na ihtiyaç hissetmezse, O'na isyan etmekten sakınmazsa...

"O en güzel kelimeyi tekzip eder, yalanlarsa..." (Leyl: 9)

Allah-u Teâlâ'nın varlığını ve birliğini inkâr ederse, iyiden ve iyilikten yana ne varsa arkaya atarsa, şeytanın ve nefsinin kulu olursa...

"Biz de ona en güç olanı kolaylaştırırız, (hayra karşı bir isteksizlik veririz)." (Leyl: 10)

Allah-u Teâlâ ona kötülük yolunu kolaylaştırır, onu her türlü kolaylıktan mahrum eder. Attığı her adım onu Allah yolundan uzaklaştırır. O artık sapıklık yolunda ilerler durur. Geleceğini hiç hesaba katmaz, ahiret nimetlerine ihtiyaç duymaz olur. Alçaldıkça alçalır, battıkça batar, düştükçe düşer, tâ ki hayvanlar seviyesine kadar iner, hatta daha da aşağılara yuvarlanır.

"Çukura yuvarlandığı zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." (Leyl: 11)

Dünyada cimrilik ederek malını hayır yollarında sarfetmeyip vârislerine terkeden kimsenin malı, cehenneme yuvarlandığı zaman kendisine hiç fayda vermez, çekeceği azaptan onu aslâ kurtaramaz.

Kişi baktığı zaman kendisini bu hakikat aynasında görebilir.



Kullarının hep iyiliğini isteyen Allah-u Teâlâ, hiç kimseye cebren aslâ kötülük yaptırmaz. Herkese arzusu verilmiş ve herkes onları yapmaya koyulmuşlardır. Binâenaleyh bir kulun: "Salâhımı isterse salâh olurum, etmezse olmam!" diyerek kaçamak yollar aramaya, yaptığı-yapacağı bütün kötü işlere bunu perde yapmaya hakkı yoktur. Kendi kendisini kandırmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Şeytan işini kadere havale etti kâfir oldu, Âdem Aleyhisselâm Allah-u Teâlâ'ya sığındı, O da onu affetti.

Kula düşen şudur: Allah-u Teâlâ'ya muhtaç olduğunu bilecek, O'ndan isteyecek, O'na sığınacak, O'na yalvaracak, O'na boyun bükecek, gözyaşı dökecek. O'nu bilecek başka bir şey bilmeyecek.

Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz masum oldukları halde ibadet ettiler. Aşere-i Mübeşşere -radiyallahu anhüm- Hazeratı cennetle müjdelenmelerine rağmen ibadetten bir an bile geri kalmadılar.

Allah-u Teâlâ mahlûkatın en ekmeli ve eşrefi olan insanı, en güzel iş ve hareket yapma istidâdı üzerinde halketmiştir. Böyle iken Hakk ve hakikati bırakıp gayrıya çalışması bâtıl değil midir?

Buhârî'nin rivayet ettiği bir Hadîs-i şerif'te Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyuruyorlar ki:

"Bakî-i Gargad mezarlığında bir cenazede bulunuyorduk. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanımıza gelip oturdu. Biz de etrafına oturduk. Elinde bir asâ vardı. Başını eğdi ve asâsıyla yere vurmaya başladı.

Sonra buyurdu ki:
"Sizden hiçbiriniz müstesnâ olmamak üzere hepinizin cennetteki yeri de cehennemdeki yeri de yazılmıştır. Şakî veya saîd olacağı tespit olunmuştur."

Bunun üzerine Ashâb-ı kiram'dan bir zât sordu:

"Öyle ise yâ Resulellah, amel ve ibadeti bırakıp Allah-u Teâlâ'nın takdirine itimad edemez miyiz? Zira bizden saâdet ehli olanları, ilâhî takdir saâdet ehlinin ameline sevkeder, kişi cennete girer. Yine bizden şekâvet ehli olanları, ilâhî takdir şekâvet ehlinin ameline sevkeder, kişi cehenneme girer."

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz cevâben:

"Güzel ameller yapmaya devam edin. Çünkü herkes niçin yaratıldıysa, o iş kendisine kolaylaştırılmıştır. Saâdet ehli olan saâdet amelleri yapar. Şekâvet ehli olan ise şekâvet amelleri yapar." buyurdu ve Leyl sûre-i şerif'inin ilgili Âyet-i kerîme'lerini okudu.

Doğru Yolu Göstermek

Allah-u Teâlâ insanları yaratmış ve onlara iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, Hakk'ı bâtıldan ayırabilecek fıtri bir kabiliyet ve istidat vermiş ve onlara peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla hayır ve şer yolunu bildirmiştir.

"Doğru yola iletmek sadece bizim işimizdir." (Leyl: 12)

Bunun içindir ki insanların kendilerine bir lütuf olarak gösterilmiş olan hiyadet yolunu takip ederek ebedî hayatlarını kazanmak için çalışmaları gerekir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Yolun doğrusunu göstermek Allaha âittir. Yolun eğri olanı da vardır." (Nahl: 9)

Allah-u Teâlâ insanı yaratmış, ona cüz'i bir irade vererek bu imtihan sahnesine koymuştur. Kendisine varan yolu da peygamberler göndererek, kitaplar salarak, zihinlerine doğruyu ve eğriyi ilham ederek göstermiştir. O'nun hidayeti olmayınca insanlar kendiliğinden doğru yolu bulamazlar.

"Şüphesiz son da ilk de (ahiret de dünya da) bizimdir." (Leyl: 13)

Dünya da ahiret de Allah'a âittir. Her ikisi de O'nun mülküdür, O'nun kudret ve tasarrufu altındadır. Ne ahirette ne de dünyada O'nun hüküm ve iradesinin dışında geçerli olacak bir başvuru yeri yoktur.

Asıl hidayet O'nun hidayetidir, O nasıl dilerse öyle olur.

"Ben, sizi alevler saçan bir ateşe karşı uyardım." (Leyl: 14)

Hidayet yoluna gitmekle ele geçecek fayda ve kâr, dalâlet yoluna gitmekle karşılaşılacak zarar kulların kendilerine âittir.

"O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren bedbaht kimse girer." (Leyl: 15-16)

Küfür ve isyanda ileri gidip tevbe etmeyerek ölen bedbahtlar, alev saçan o ateşte yanarlar. Hiçbir kâfir istisnâ tutulmaz.

"Temizlenip arınmak üzere malını hayra veren kimse ise ondan uzak tutulur." (Leyl: 17-18)

Allah-u Teâlâ'yı yalanlayıp inkâr eden, İslâm'ı kabullenmeyen, bir an olsun Hakk'a yönelmeyen kimselerin yanında; takvâda ileri bir merhaleye varan, küfür ve şirkten sakınıp, onları hatırına bile getirmeyen, nefsini arıtmak için malını hayır yollarında harcayan itaatkâr müminler ise bu ateşten uzak kalacaklardır. Allah-u Teâlâ dünyada ve ahirette bunlara, râzı ve hoşnut olacakları kadar lütufta bulunacaktır.

Onlar mallarını Rabb'lerine taat uğrunda infak ederler, verdikleri ile hem kendilerini, hem mallarını temizlemek için gönüllü olarak verirler. Yalnız ve yalnız Hakk'ın rızâsını gözetirler.

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- ziyâdesiyle cömert idi. Mal varlığının hemen hepsini Allah-u Teâlâ'nın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın yolunda harcamaktan çekinmedi. Bu sebeple hakkında bu Âyet-i kerime'ler nâzil oldu

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"Ebu Bekir'in bağışladığı mal kadar, başka bir mal bana yaramamıştır."

Bu sözleri duyan Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-, gözleri yaşararak şöyle dedi:

"Ey Allah'ın elçisi! Malımı ve canımı uğrunda fedâ edecek senden daha iyisi mi var!"

Müslüman olduğu gün Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in kırk bin dinar parası vardı. Bu servetin hepsini Resulullah Alayhisselâm'ın üstlendiği İslâm dâvâsı uğruna harcadı. Hicret ettiği gün elinde beş bin dinardan başka para kalmamıştı.

"Onda hiç kimseye verilecek bir minnet borcu yoktur." (Leyl: 19)

Yaptığı her bir iyiliği, herhangi bir kimseden bir karşılık görmek için yapmaz.

"(Verdiğini) yüce Rabb'inin hoşnutluğunu kazanmak için verir." (Leyl: 20)

Onun bir tek düşüncesi vardır:

"Acaba Rabb'im benden râzı olur mu? Günahlarımı bağışlar da, beni cenenneminden kurtarır mı, cemâl-i bâkemâli ile müşerref eyler mi?"
"Yakında kendisi de (Allah'ın vereceği nimetle) hoşnut olacaktır." (Leyl: 21)

Hiç kimseye borçlu ve minnetli değildir ki, verirken ona karşılık olarak versin.

Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-in fakir, miskin, köle ve câriyeleri azat etmek için mal sarfettiğini gören babası Ebu Kühafe: "Oğlum!" dedi, "Görüyorum ki zayıf olanları kurtarıyorsun. Eğer genç ve sağlam olanlar için aynı malı sarfetmiş olsan, onlar senin için bir güç olur."

Hazret-i Ebu Bekr -radiyallahu anh- ise:

"Babacığım! Ben Allah'ın hoşnutluğunu bekliyorum." cevabını verdi.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'ın hoşnut olması ise hepsinden büyüktür." (Tevbe: 72)

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Üst