İslamda tasavvuf

ömr-ü diyar

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Yönetici
İslamda tasavvuf

Varolduğu günden beri insanoğlunun en büyük problemi,
dünya ve eşya ile ilişki konusundadır.
Dünya nimetlerinden istifade ederken sınır ne olacak?

insanoğlu dünyayı âbad ederek kendini berbat mı edecek?
Yoksa kendini âbâd edip dünyayı ihmâl mi edecek?


Dünya tarihine "Asr-ı Saadet" olarak geçen Allah Resulünün örnekleyerek yaşayıp yaşattığı kutlu çağda bu itidâl ve dengenin en üstün bir biçimde yaşandığını görüyoruz.
Bu çağın insanları, dinin tarif ettiği biçimde
(dünyaya ancak orda kalacakları ve kulluklarına lâzım olan kadar) değer vermişlerdir. Hayatlarım manevî değerler uğrunda Allah ve Peygamber için abideleştirmişlerdir.
Çünkü bu dinin peygamberi kendi hayatında dünyanın ve dünya üzerindeki bütün imkânların nihâi bir gaye olmadığını, aksine bunların ebedî mutluluğa giden yolda birer araç olduğunu belirtmiştir. Onun nezih hayatını gören insanlar, itidâl çizgisi üzere ruh ve beden, madde ve mânâ, dünya ve âhiret dengesini düzgün bir biçimde yürütmüşlerdirIçerikler ziyaretçilerimize gösterilmemektedir. Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Dinin tamamlanıp Hz. Peygamber'in aralarından ayrılmasından sonra insanlar, bu itidâli ancak çok kısa bir süre koruyabilmişlerdir. İlk devir Müslümanların İslâm'ı özümsemiş halleriyle dünya nimetlerine karşı müstağni tavırları ve bu nimetleri kardeşleriyle paylaşan anlayışları aynı duyarlılıkta sürdürülememiştîr.
Yeni ortaya çıkan zenginlik ve maddî refah insanları bencilleştirmiştir.
Ve nihayet insanlar o paylaşım ortamını unutup terk etmeye başlamışlardır.
Asr-ı Saadetteki gönül zenginliğini, ibâdetlerdeki derinliği,
insanî ilişkilerdeki ahlâkî erdemi arar olmuşlardır.

Elbette bu güzellikler büsbütün silinip gitmiş değildi İslâm toplumundan.
Ama belli bölgelerde insanların gözlerini bürümüş olan siyâsî ve maddî ihtiraslar,
kaygılı ve mevcut durumdan tedirgin olan kimseleri bir arayışa ve özleme sevk etmiştir.
Din ve ilim muhitlerindeki yeni oluşumlar,
yeni yeni ilimlerin ve bu ilimlerle birlikte ilmî ve felsefî bir takım tartışmaların ortaya çıkması, onları daha da kaygılandırıyor, özlemlerini daha da artırıyordu.

Tasavvuf, köken itibariyle Arapça bir terimdir.
Sözlükte "yün" manasına gelen "sûf' kökünden türemiş ve
(tefa'ul) kalıbında gelmiş mastar bir kelimedir.
Tasavvufun ıstılah manası, İslamiyetin temel prensiplerine dayanarak nefsi arıtma,
ahlâkı, güze ilettirerek dini yaşama, ruhun yücelmesine ve kemale ermesine çalışarak
Allah'a ulaşma ilmidir. Bir başka ifadeyle, tasavvuf nefsi ıslah ve terbiye eden, Kur'an' dan kalb ilmini çıkaran felsefedir.

Binâenaleyh, diyebiliriz ki; tasavvuf; insanın sûfiyâne hayata kendini
vakfetmesi ve Kur'an'ın çimdiği çerçeve içinde hareket ederek İslâmiyette sûfî olması fiilidir. Tasavvufun ne demek olduğunu mutasavvıflar değişik cümlelerle ifade etmişler ve bu konuda birbirine yakın tarifler getirmişlerdir.

Muhammet! Bakî Billah'ın tasavvuf hakkındaki görüşleri de şöyle: "İnsana lâzım olan; önce ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra seriâte (dinin emir ve yasaklarına) uymak, daha sonra da tasavvuf yolunda yükselmektir."

Şimdiye kadar yedi yüz velî, tasavvufun tarifinde türlü sözler söylemişlerdir. Bu sözler şu noktada toplanabilir:

Tasavvuf; vakti en değerli şeye sarf etmektir"
Bu tanım da Ebû Sâ-îd Ebu'l- Hayr'a aittir.

Tasavvuf, güzel ahlâka ve selim bir kalbe sahip olmak için verilen samimî bir mücadelenin adıdır. Kalbi her türlü emraz-1 kalbiyyeden, kötü niyet ve huylardan temizleyip ıslah etmek gerekir. Kalplerde iman cevherinin gelişip güçlenmesi, gönüllerde tutuşan tevhîd meş'alesiniıı ebediyyen parlaması için. İnsanın daima akıllı ve uyanık davranması icabeder. Yüce Allah'ınkendisine lütfettiği bu eşsiz nimetlerin elinden çıkmaması için bütün gücüyle çalışmak ve gayret etmek durumundadır.

Bu kaygılar sebebiyle olsa gerektir ki;
insanoğlu "takva içinde yaşamak" anlamına da gelen tasavvufa ihtiyaç duyabilmektedir
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Üst