İhlâs Sûre-i Şerif'i Tefsiri

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
İhlâs Sûre-i Şerif'i (1)


Sûre-i Şerif'in Takdimi:


Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. Dört Âyet-i kerime, on beş kelime ve kırk yedi harften müteşekkildir.

Bu Sûre-i şerif'in bir çok isimleri vardır.

Beyan ettiği gerçekleri benimseyip inanan kimse dininde ihlâs sahibi olduğu, bu inançla ölen kimseyi de cehennemden halâs ettiği için "Sûre-i ihlâs" denmiştir.

Sûre-i tevhid: Allah-u Teâlâ'nın varlığını, birliğini, eşi benzeri, ortağı olmadığını beyan eder.

Sûre-i tecrid: Allah-u Teâlâ'yı Zât-ı Ecell-ü Â'lâ'sına yakışmayan bütün noksan sıfatlardan ayırıp, kemal sıfatları ile vasıflandırır.

Sûre-i mârifet: Mârifetullah bu Sûre-i şerif'in mânâsına tamamıyla vâkıf olmakla tamamlanır.

Sûre-i velâyet: Bu Sûre-i şerif'i kemâl-i edeble okuyan, tebliğ ettiği mânâlara nüfuz eden kimse Allah-u Teâlâ'nın sevgisini ve dostluğunu kazanır, velâyet makamına yükseltilir.

Sûre-i nûr: İnsanların gönüllerini nurlandırır.

Sûre-i muhzar: Bu Sûre-i şerif okunduğunda işitmek için melâike-i kiram hazır olur, kemâl-î edeple dinlerler.

Sûre-i esas: Bu Sûre-i şerif'in mânâsı dinin esasını teşkil eder. Göklerle yer bu Sûre-i şerif'in esası üzerine kurulmuştur.

Sûre-i necat: Okuyanın dünyada şirk ve küfürden, ahirette cehennemden kurtulmasına sebep olur.

Sûre-i samed: Bu Sûre-i şerif Allah-u Teâlâ'nın mutlak ganî olduğunu; her şeyin ve herkesin O'na muhtaç olduğunu, O'nun ise hiç kimseye muhtaç olmadığını anlatır.

Sûre-i berâet: Bu Sûre-i şerif'i okuyan bir zât için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Gerçekten bu adam şirkten uzaklaştı." buyurmuşlardır.

"İhlâs" ve "Kâfirûn" Sûre-i şerif'leri "İki ihlâs" mânâsına gelen "İhlâseyn" adıyla; "Felâk" ve "Nâs" Sûre-i şerif'leri ile birlikte de "Muavvizât" adıyla anılır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her gün sabah namazının sünnetini edâ ederlerken "Kâfirûn" ve "İhlâs" Sûre-i şerif'lerini okurlardı.

İhlâs Sûre-i şerif'i "Tevhid akidesi"nin özünü ihtiva etmesi ve İslâm'da ayrı bir önemi olması sebebiyledir ki Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki İhlâs sûresi Kur'an'ın üçte birine denktir." buyurmuşlardır. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1771)

Enes -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Yâ Resulellah! Ben İhlâs sûresini seviyorum." diyen bir zâta şöyle buyurmuştur:

"Onu sevmen seni cennete sokacaktır." (Tirmizî: 2903)

İhlâs Sûre-i Şerif'i (2)


TEVHİD AKİDESİ'NİN ÖZÜ



Allah Bir Tektir:


"De ki: O Allah bir tektir."
(İhlâs: 1)

"Bir tek" mânâsına gelen "Ehad" lâfzı, Zât-ı ilâhî'ye âit has bir sıfat olup, başka hiç kimse hakkında kullanılmaz. Çünkü Allah-u Teâlâ zâtında birdir ve her cihetten tektir. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, asla misli ve benzeri yoktur. Birliğinin, tekliğinin delilleri yarattığı varlıklarda apaçık görülür.

Sıfatlarında birdir, hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzeri değil nişâneleri vardır. O nişânelerden Allah-u Teâlâ'nın ilâhî sıfatları sezilir ve iman edilir.

Varlığının başlangıcı yoktur, nihayete ermez.

Fiillerinde birdir; yaratmakta, yarattıklarını idâre etmekte yardımcıya ihtiyacı yoktur.

İsimlerinde birdir; Esmâ-i hüsnâ'sında hiçbir isimde hakiki mânâsıyla benzeri yoktur. Yegâne ve benzersizdir. Bu ise Tevhid'in kati ifâdesidir.

Allah-u Teâlâ eksiksiz olan "Seyyid"dir, şerefi en üstün olan "Şerif"tir, azameti en yüce olan "Azîm"dir, hilmi en mükemmel olan "Halîm"dir, ilmi geçmişi ve geleceği içine alan "Âlim"dir, hikmeti en yüce olan "Hakîm"dir. Her türlü şeref ve yücelikte mükemmelin kendisidir. O'ndan başkası için bu sıfatlar kullanılmaz.

Ulûhiyet ve ubûdiyet yalnız O'na mahsustur. Varlığına şâhit yine kendi varlığıdır. Her varlık O'nun kudretinin eseridir. Var olan ne ki varsa O'nunla var olmuştur.

Allah-u Teâlâ "Vâhid" sıfatı ile de muttasıftır. İlâhlıkta tektir, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur.

Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır." (Bakara: 163)

Fakat insanların kendi uydurdukları bâtıl ilâh çoktur. Bunun içindir ki bir mümin "Lâ ilâhe illâllah" dediği zaman; onların hak olmadıklarını, ancak hak mâbud olarak Allah'ın var olduğunu ispat ve tasdik etmiş olmaktadır.

Müminin ilk görevi, O'nun kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan, tek ve ortaksız Allah olduğunu bilmesi; O'nun Zât-ı akdes'ini zihinlerde tasavvur edilen, vehimlerde hayal edilen her şeyden tecrîd etmesi, uzak tutmasıdır.

Gerek yahudiler ve gerekse hıristiyanlar aslında "Tevhid ehli" oldukları halde, Allah-u Teâlâ'yı şânına lâyık olmayan noksan sıfatlardan, eksikliklerden uzak tutmadıkları için "Tenzih ehli" olamamışlardır. Kur'an-ı kerim Allah-u Teâlâ'yı bir bilmenin bu bakımdan yeterli olmadığını göstermek için O'nun eşi ve benzeri olmadığını, birliğinin her yönüyle Zât-ı akdes'ine mahsus bir birlik olduğunu ortaya koymuş, Allah-u Teâlâ'nın birliği inancına, O'nun eşsiz yüceliği demek olan "Tenzih" vasfını eklemiştir.

Resulullah Aleyhisselâm'ın İslâm'a dâvet ettiği Arap müşrikleri de Allah'ın varlığına inanıyorlardı, fakat putları O'na ortak koşarak inanıyorlardı. Bu ise makbul bir iman değildir. Tapılacak, ibadet yapılacak, kulluk edilecek, mabud tanınacak başka hiçbir mâbud yoktur, yalnız ilâhlık kendisinin hakkı olan Allah vardır.

Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyurur: "Yoksa onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden uzaktır." (Tûr: 43)

Allah-u Teâlâ müşriklerin söylediklerinden, iftiralarından ve şirk koşmalarından kerîm zâtını tenzih etmektedir.

İhlâs Sûre-i Şerif'i (3)


Her Şey Allah'a Muhtaçtır

Her Şey Allah'a Muhtaçtır:


Allah-u Teâlâ tek olduğu gibi hiçbir şeye de muhtaç değildir.

"Allah Samed'dir, her şey O'na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir." (İhlâs: 2)

Yarattıkları ise O'nunla kâim olduğu için, yaratılan ne ki varsa her şey O'na muhtaçtır. Her şey O'nun "Ol!" emriyle, O'nun yaratmasıyla meydana gelmiştir. Yaratılanların O'na muhtaç olması, yaratılma ile sona ermez. "Öl!" emri gelinceye kadar her zerre O'nun varlığı ile hayattadır, O'na muhtaçtır. Bir atom tanesi de böyledir, kâinat da böyledir, insan da böyledir.

İradesini yerleştirmek ve kudretini göstermek için her şeyi sonradan ve yoktan var etti, yoksa ihtiyacı için değil. O "Samed"dir, hiç kimseye muhtaç değildir, herkes O'na muhtaçtır. O "Meliklerin meliki"dir. Her şey ancak O'nun izni ve irâdesi ile hükme bağlanır.

Herkesin ihtiyacını O karşılar. İhtiyaçları karşılayıp gidermenin tek kaynağı O'dur. Hacetlerin bitirilmesi için tek müracaat edilecek O'dur. İlâçlarda şifâyı, tedavide devâyı yaratan O'dur. O hiçbir kimseye hiçbir zaman aslâ muhtaç değildir. İhtiyaçtan münezzehtir. Rızıklandırır, rızka muhtaç değildir.

"Ehadiyet" sıfatı ile muttasıf olan Allah-u Teâlâ, bütün mahlûkatın her ihtiyaç ve isteklerinde başvurulan yegâne mercidir. Sığınılacak yegâne dayanak O'dur. Duâ etmez, kendisine duâ edilir.

O öyle bir Allah ki;

İnsanı yoktan var etti, sayılması imkânsız olan çeşit çeşit nimetler verdi, onu kendi mülkünde yaşatıyor, her işini görüyor, her ihtiyacını gideriyor.

Bütün istek ve ihtiyaçları O verir. İhtiyaçlar yalnız ve yalnız O'ndan talep olunur. Dilekleri yalnız ve yalnız O yerine getirir.

Dilekler çoğaldıkça ihsan ve keremi de çoğalıyor. Hâcetler arttıkça in'âm ve ikramı da artıyor. İyilik ve güzellikleri bitmez tükenmez.

Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir." (İbrahim: 34)

Sıkıntılı ve darlıklı günlerde kendisine başvurulan kapı O'nun kapısıdır. Her şeyden ve herkesten müstağni olan, her şeyin ve herkesin kendisine muhtaç olduğu zât O'dur. Cömertliği, lütufkârlığı son haddine ulaşmış olan ilâh O'dur. O'nun izni ve emri olmadan hiçbir iş hükme bağlanmaz.



Farz-ı muhal ki bir meyve olgunlaşabilmesi için toprağa, suya, havaya ve güneşe muhtaçtır.

Toprağı O yarattı, suyu O yarattı. Her şeyi topraktan ve sudan yarattı. Amma toprak da O'na muhtaç, su da O'na muhtaç.

Bir meyve tekâmül edebilmesi için havaya ve güneşe muhtaçtır. Hava da O'nun emrinde, güneş de O'nun emrinde.

Hadis-i şerif'te beyan buyurulduğu üzere; "Güneş her gün doğudan batıya gider, Arşurrahman'ın altında secdesini yapar ve tekrar doğması için izin ister." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1321)

Her şey O'na muhtaç olduğu gibi, güneş de O'na muhtaç. Her şey O'nun yed-i kudretinde ve O'nun emrindedir...
____________________________________________________________
İhlâs Sûre-i Şerif'i (4)

Ekim 2014
Hakikat Aylık İslâm Dergisi



Her Şey Allah'a Muhtaçtır (2)

Hülâsa olarak; cemâdatı, nebâtatı, hayvanatı, insanları, melekleri hep O yaratıyor, hepsi de O'na muhtaç. O yaratıyor, O tekâmül ettiriyor, O öldürüyor... Hep O...

Bir meyveyi düşünün. Bütün insanlar, cinler bir araya gelseler; bir elma, bir nar, bir portakal, veyahut bir buğday, bir arpa tanesi yaratabilirler mi? Hayır! İşte Hazret-i Allah budur.

Hadi sen de bir tanesini yap! Fakat yapamazsın. Çünkü insan âcizdir, mahlûktur. Bakınız daha bir tek meyvenin karşısında kâinat acze düşüyor. Bir tek arpanın karşısında kâinat bakar, fakat kör bakar. Yaratıcısını onda görmez.

Mevye dalına güvenir, dal ise ağacına, ağaç ise köküne, kök ise toprağa güvenir. Meyve olması için de ayrıca suya, havaya, güneşe, aya... ihtiyaç vardır. Dalı kessen meyve yok olur, kökünü çıkarsan ağaç yok olur.

Aslında her şey Hakk'a muhtaçtır.

Meselâ toprağı ele alalım. İnsanı ondan yarattı, yiyeceğini de ondan yarattı. Kokuları ayrı, renkleri ayrı, tadları ayrı ayrı olan bütün bitkiler toprakta bitiyor.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Ölü toprak da onlar için bir delildir. Biz onu (yağmurla) dirilttik de ondan pek çok taneler çıkardık, işte onlar bunlardan yerler." (Yâsin: 33)

Toprakta ne var? Hiçbir şey yok. Ne varsa yalnız O'nun emrinde, O'nun hükmünde, O'nun takdirinde var.

"İşte bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir." (Yâsin: 38)

Kör bir tabiatın eseri değildir.

Bitkilerde yarattığı berekete bir bak! Toprağa yüzlerce buğday tanesi atıyorsunuz, topraktan binlerce alıyorsunuz. Öğüttüğünüz zaman un oluyor. Unlar yoğurulduğu ve pişirildiği zaman ekmek oluyor. O buğdayda ne var ki, sana gıda veriyor. Alçı veya çiriş aynı una benziyor, fakat yutsan mideni dondurur. Birine başka hassa vermiş, diğerine başka hassa vermiş. Yani hepsinde O'nun "Ol!" emri var.

"'Ol!' dediği gün her şey oluverir." (En'âm: 73)

Onlara; "Öyle ol!" buyurmuş, öyle oluyorlar.

Her şey O'nun emri ile olur. Görünen de görünmeyen de bütün her şey böyledir. Neye ve kime hangi hassayı koymuşsa, onda o mevcuttur. Bu hassaların hiçbirinden haberimiz yok.



"Samed" ism-i şerif'i doğrudan doğruya "Ehad" ism-i şerif'nin bir açıklamasıdır. O'nun "Samed" olması, mâbud olarak da tek olduğunu gösterir.

Kendisinin herkesten müstağni olduğunu, buna karşı bütün yaratıkların kendisine muhtaç olup huzurunda boyun eğdiğini haber vererek Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her şeyden müstağnidir, her hamde lâyıktır." (Fâtır: 15)

Bu hitap Allah-u Teâlâ'nın engin nimetlerini kendilerine hatırlatmak için bütün insanlığa yapılmıştır.

Allah-u Teâlâ zâtında Gani olup, hiç kimsenin şükrüne ve ibadetine ihtiyacı yoktur. İhtiyaç mahlûkun şanıdır, bütün insanlar her türlü hallerinde O'nun ihsan ve nimetlerine muhtaçtır.

Allah-u Teâlâ zâtında Mahmud'dur, kullarının hamd ve senâsına ihtiyacı yoktur. O zaten kendisine hamd edilmiş olandır. Fakat vermiş olduğu nimetler karşılığında kullarının hamdetmeleri vâciptir.

O'nun ne derece lütuf, inayet ve merhamet sahibi olduğunu idrak etmek için insanların bu hakikati bilmeleri gerekir.
____________________________________________________________
İhlâs Sûre-i Şerif'i (5)


Lem Yelid Velem Yûled


"Lem Yelid Velem Yûled":


"Doğurmamış, doğurulmamıştır."
(İhlâs: 3)

Kendisi başkasını doğurmamış, başkasından da doğmamıştır. Çünkü doğan her şey sonradan olmadır ve cisimdir. O ise "Ezelî" ve "Ebedî"dir. Başlangıcı olmayan ilk, sonu olmayan sondur. Ezelde de ebedde de hep birdir.Zira doğma ve doğurma yarattıklarına âittir. Eğer sonradan meydana gelmiş olsaydı, kendisini var eden bir yaratıcıya muhtaç olurdu. O Allah ki vardır, müstakil var olan O'dur, varlıkları yaratan O'dur. O'ndan başka müstakil ne vücud vardır, ne de mevcud. O, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.

O öyle bir Allah ki "Doğurmamış, doğurulmamıştır." Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Doğrusu Rabb'imizin şânı çok yücedir." (Cin: 3)

Her türlü eksikliklerden uzaktır. Azamet ve ululukta eşi ve benzeri yoktur.

"O ne eş, ne de bir çocuk edinmemiştir." (Cin: 3)

Çocuğu, babası, eşi olmaktan münezzehtir.

Yahudiler: "Üzeyr Allah'ın oğludur." dediler, hıristiyanlar da: "İsa Allah'ın oğludur." dediler. Arap müşrikleri ise: "Melekler Allah'ın kızlarıdır." diyerek "Ehadiyet" akidesini bozdular ve "Tevhid inancı"na aykırı bir yol tuttular.

Bu iftiralardan dolayı Allah-u Teâlâ'nın ilâhî gadabına mâruz kalmışlardır:

"Onlar o Rahman olan Allah'a bir evlât isnad ettiler diye, bu sözlerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp çökecekti. Oysa Rahman olan Allah'a çocuk isnad etmek asla yakışmaz." (Meryem: 90-91-92)

Müslümanlar ise "Lem yelid velem yûled" itikadı ile bu bozuk inançlardan tamamen kurtulmuşlardır.



Dengi ve Benzeri Yoktur:

Allah-u Teâlâ ilâhî sıfatlarının hepsinin neticesini beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:


"Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir." (İhlâs: 4)

O Allah ki, ortağı ve benzeri olmayan bir Allah'tır. Hiçbir varlığa benzemez, hiçbir varlık da kendisine benzemez ve benzetilemez. Zerreden kürreye kadar ne varsa O'nun varlığı ile var olmuştur.

Bu Âyet-i kerime hem birinci Âyet-i kerime'nin açıklaması, hem de bütünüyle İhlâs sûre-i şerif'inin bir hülâsasıdır.

Hiçbir dengi ve benzeri olmamak yalnızca O'na mahsustur. Sonradan olan, varlığının başlangıcı olmayana denk olamaz. Denk sanılanların da yaratıcısı O'dur. O'na bir şeyin eş olması mümkün değildir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir." (Sâffât: 159)

Allah-u Teâlâ ezelî ve ebedîdir. Zâtının evveli ve âhiri, dengi ve benzeri olmadığı gibi; sıfatlarının da öncesi ve sonrası yoktur. O'nun zâtı yarattığı varlıklara benzemediği gibi, sıfatları da mahlûkatın vasıflarına benzemez. Her cihetten tektir.

O'nun "Bir" ve "Samed" olması; doğurmadığını, doğurulmadığını, dengi ve benzerinin olmadığını göstermektedir.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de:

"O'nun benzeri bir şey yoktur." buyuruluyor. (Şûrâ: 11)

O'nun yaptığı gibisini yapacak da yoktur.

İşte Hazret-i Allah budur!

Bütün insanların O'nu bu sıfatları ile tanıması ve inanması gerekir.


Kaynak
:
http://www.hakikat.com/dergi/250/tefsir250.html
http://www.hakikat.com/dergi/251/tefsir251.html
http://www.hakikat.com/dergi/252/tefsir252.html
http://www.hakikat.com/dergi/253/tefsir253.html
http://www.hakikat.com/dergi/254/tefsir254.html
 
Son düzenleme:
Üst