Hicretin Neticesi

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm

Hicretin Birinci Yılı

"Hicretin Neticesi"

Hicret Mekke devrinin on üçüncü yılında gerçekleşmiş, aynı zamanda Resulullah Aleyhisselâm'ın elli üçüncü doğum yıldönümüne rastlamıştır. Hicret'le yirmi üç yıl süren Peygamberlik devrinin on üç yıllık Mekke devri sona ermiş, on yıllık Medine devri başlamıştır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Allah yolunda hicret edenlerin nâil olacakları mükâfatları beyan buyurmaktadır:

"Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülen veya ölenlere Allah elbette güzel bir rızık verecektir. Hiç şüphesiz ki Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır." (Hacc: 58)

Çünkü O hesapsız rızık verir.

"Andolsun ki onları hoşnud olacakları bir yere yerleştirecektir. Şüphesiz ki Allah çok iyi bilendir, hilim sahibidir." (Hacc: 59)

Gücünün azametine rağmen, din düşmanlarını cezalandırmak için acele etmeyendir.

"Bu böyledir. Her kim kendisine uygulanan cezanın dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine saldırılırsa, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, mağfiret edicidir." (Hacc: 60)

İntikam alanı bağışlar ve intikam almayı, bağışlamaya ve sabretmeye tercih etmesiyle ortaya çıkan kusurları da bağışlar.

"Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın tâ kendisidir. Onu bırakıp da taptıkları şeyler ise bâtıldan başka bir şey değildir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür." (Hacc: 62)

Yüceliği ve azameti dolayısıyla mazlumlara yardım eder.





Dört Sınıf İnsan:

Hicret bu dönem içinde, imanın gerçekliğini gösteriyordu. Müslümanlardan sayılmak ve onların dostluğunu kazanabilmek hicrete bağlı idi.


Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ve (Muhâcirler'i) barındırıp yardım edenler birbirlerinin dostlarıdırlar." (Enfâl: 72)

Önce Muhâcirler anılmıştır. Çünkü onlar İslâm'ın temelidir. Allah rızâsı için mallarını ve yurtlarını terketmişlerdir.

İkinci olarak Ensâr'dan bahsedilmiştir. Bunlar ise hicret eden kardeşlerini evlerinde barındırdılar, onları mallarından istifade ettirdiler. Allah'ın dinine ve Resul'üne onlarla birlikte cihad ederek yardım ettiler. İşte Allah-u Teâlâ bunlar hakkında biri diğerinin velisi olduğu hükmünü vermiştir. O kadar ki birbirlerine vâris oluyorlardı. Nihayet bu durum miras Âyet-i kerime'si ile Allah-u Teâlâ tarafından kaldırıldı.

"İman edip hicret etmeyenlerle, hicret edinceye kadar sizin dostluğunuz yoktur." (Enfâl: 72)

Bunlar ise iman ettikleri halde hicret etmeyen, bâdiyelerinde ikamet edenlerdir. Onlar Allah yolunda hicret etmedikçe dostluktan mahrum bırakılmış kimselerdir. Çünkü onlar herhangi bir şekilde müslümanlara destek verip yardımcı olamazlar. Fakat hicret ederlerse, diğer müslümanların elde ettiği bütün haklara sahip olurlar.

"Şayet onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur." (Enfâl: 72)

Hicret etmemiş olan bu müminler ile kâfirler arasında savaş olur da müslümanlardan yardım isteyecek olurlarsa, kâfirlere karşı onlara yardımcı olmak müslümanların vazifesidir.

"Ancak aranızda sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olursa o, bu hükmün dışındadır.

Allah yaptıklarınızı görmektedir." (Enfâl: 72)

Çünkü sözleşme hükmüne riayet etmek gerekmektedir. O kavim ile sözleşmeyi bozarak üzerlerine hücum etmek câiz olmaz.

Allah-u Teâlâ bu üç sınıf mümini arzettikten sonra dördüncü olarak kâfirlerden bahsederek şöyle buyurdu:

"Kâfir olanlar ise birbirlerinin dostlarıdırlar." (Enfâl: 73)

Onlar küfür ve sapıklık hususunda bir tek millettir.

"Muhâcirler"in ve "Ensâr"ın dünyadaki hükmü zikredildikten sonra ahirette onlar için büyük müjdeler olduğu Âyet-i kerime'lerde haber verilmektedir:

"İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler, Muhâcirler'i barındıranlar var ya, işte gerçek müminler onlardır.

Onlar için mağfiret ve cömertçe verilmiş bir rızık vardır." (Enfâl: 74)

Bu ise çok büyük bir müjdedir, tebşir-i ilâhî'dir.

"Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir." (Enfâl: 75)

Sevap ve ecir hususunda onlar hakkında verilen hüküm, ilk iman edip hicrette bulunan müminler hakkında verilen hüküm gibidir.

Bir Âyet-i kerime'de de hicret, müminlerin dostluğunu kazanmanın ölçüsü olarak beyan edilmektedir.

"Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin." (Nisâ: 89)

Resulullah Aleyhisselâm hicret etmeyen müslümanlardan uzak olduğunu beyan buyurmuştu:

"Ben müşriklerin arasında ikâmet eden müslümanlardan uzağım." (Ebu Dâvud)

Mekke'nin fethinden sonra Muhâcirler'den hiç kimse Mekke'deki eski evlerine yerleşip kalmamıştı. Mekke'ye vâli olarak da, fetih günü müslüman olan bir Mekkeli Attab bin Esîd -radiyallahu anh- tayin edilmişti.



Mekke-i mükerreme'de müslüman olmuş ve hicret farz kılındığı sırada hicret etmemiş olan bazı kişiler hakkında Âyet-i kerime nâzil olmuş, Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Melekler nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken: 'Siz ne işde idiniz?' derler. Onlar da: 'Biz yeryüzünde zayıf (çaresiz) idik.' derler. Melekler: 'Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' derler.

İşte onların barınakları cehennemdir. Orası gidilecek ne kötü yerdir!" (Nisâ: 97)

Âciz ve zayıflardan olmadıkları halde, kendilerini tamamen zayıf sayıp yerlerinden kımıldamayanlar, yapabilecekleri görevlerini terketmiş, küfür ve zulme yardımcı olmuş, bunun için de böyle bir cezayı haketmiş olurlar.

"Erkek, kadın ve çocuklardan zayıf olup, hiçbir çareye gücü yetmeyen ve hicret etmek için bir yol bulamayanlar müstesnâdır. İşte onları umulur ki Allah affeder. Allah affedicidir, çok bağışlayıcıdır." (Nisâ: 98-99)

Çocuklar henüz mükellef bulunmadıklarından, büyükler de kalplerindeki imanı korumak şartıyla hicret etmeme hususunda özürlü olduklarından dolayı affedilmeye ve bağışlanmaya lâyıktırlar.

"Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek bir çok güzel yer ve genişlik bulur. Kim Allah ve Resul'üne hicret ederek evinden çıkar da, sonra kendisine ölüm yetişirse, artık onun ecir ve sevabı Allah'a kalmıştır. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Nisâ: 100)

Dolayısıyla yaşadıkları yerde rahatlık ve bolluk bulunanlar, oradan ayrılınca mutlaka üzüntü ve sıkıntılara, darlıklara düşeceğini zannedip korkmamalıdırlar. Allah için hareket eden bir kimse, kaderde öyle yazıldığı için, yarıyolda da kalsa, yine tam sevap alacağını bilmelidir.



Resulullah Aleyhisselâm doğum yeri ve ecdadının memleketi olan Mekke'yi fethettikten sonra da Medine-i münevveere'de kalmayı tercih etmiş ve onu şöyle övmüştür:

"Medine İslâm'ın kubbesi, iman beldesi, hicret yurdu, helâl ve haram (hududunun) belirlendiği yerdir." (C. Sağir: 9186)





Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye hicret ettiklerinde müslümanların kendilerine mahsus bir takvimleri yoktu. Hicretten on yedi sene sonra Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-in hilâfeti zamanında hicret "Takvim başı" olarak kabul edilmiştir.

"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Son düzenleme:
Üst