Efendimiz (s.a.v) in Şeytanla Konuşması

hzl

Deneyimli Üye
Kademeli
Muaz bin Cebel (ra) rivayet ediyor:

Bir gün Resulullah (sav) ile beraberdik. Ensar’dan birinin evinde toplanmıştık... Tam sohbete dalmışken, dışarıdan bir ses geldi:
"Ev sahibi... İçindekiler... Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var, görülecek bir işim var."
Bunun üzerine, herkes Resulullah (sav) efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük efendimizdi... İzin ondan çıkacaktı. Resulullah duruma vakıf oldu ve
"Bu seslenen kimdir, bilir misiniz" buyurdu. Biz hep birden söyledik:
"En iyi bilen Allah ve Resulü’dür." Bunun üzerine Resulullah (sav) efendimiz:
"O, lâin İblistir. Allah’ın laneti onun üzerine olsun" buyurunca, Hz. Ömer
"Ya Resulullah, bana izin veriniz onu öldüreyim" dedi. Resulullah efendimiz bu izni vermedi, şöyle buyurdu:
"Dur ya Ömer, biliyor musun ki, ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi bırak..." Sonra da şöyle buyurdu:
"Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalısınız, size anlatacaklarını dinleyiniz."
Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani raviden. Şöyle anlattı:
"Kapıyı ona açtılar. İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki şekli su: Bir ihtiyar, şaşı, aynı zamanda köse, çenesinde altı ya da yedi kadar kıl sallanıyor, at kılı gibi. Gözleri yukarı açılmış. Kafası büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da bir manda dudağına benziyordu. Sonra söyle bir selam verdi:
"Selam sana Muhammed; selam size ey cemaat-i Müslimin."
Onun bu selamı üzerine Peygamber efendimiz şu mukabelede bulundu:
"Selam Allah’ındır ya lâin." Sonra ona şöyle buyurdu:
"Bir iş için geldiğini duydum. Nedir o iş?"
Şeytan şöyle anlattı:
"Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı, mecburen geldim."
Resulullah Efendimiz:
"Nedir o mecburiyet” diye sordu. Şeytan anlattı:
"İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
"Allah Teâlâ sana emir veriyor; Muhammed’e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve âdemoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl aldattığını bir bir söyleyeceksin ona. Sonra o; ne sorarsa doğrusunu diyeceksin. Sonra... Allah Teâlâ buyurdu ki; "Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... Seni kül ederim; rüzgâr savurur. Düşmanların önünde seni rüsvam ederim." İşte böyle ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek. Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur."
Bundan sonra, Resulullah (sav) efendimiz şöyle sordu:
"Mademki sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat; halk arasında en çok sevmediğin kimdir?”
Şeytan şu cevabı verdi:
"Sensin ya Muhammed. Allah’ın yarattıkları arasında senden daha çok sevemediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?"
Resulullah Efendimiz sordu:
"Benden sonra en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?"
Şeytan anlattı:
"Muttaki bir gence ki... Varlığını Allah yoluna vermiştir."
Bundan sonra soru cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resulü Ekrem efendimiz sordu, şeytan anlattı:
- Sonra kimi sevmezsin?
- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi...
- Sonra?
- Sabırlı olan fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz. Halinden şikâyet etmez.
- Sonra kim?
- Şükreden zengin.
Resulullah (sav) Efendimiz bu defa konuyu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
- Peki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?
- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
- Neden böyle olursun ya lâin?
- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
- Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?
- O zaman da bağlanırım. Ta onlar iftar edinceye kadar.
- Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?
- O zaman da çıldırırım.
- Peki, ya Kur’an okudukları zaman nasıl olursun?
- O zaman da eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm.
- Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?
İste o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
Resulullah (sav) efendimiz sebebini sordu:
“Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Ebamürre?”
Bunun üzerine İblis:
“Onu da anlatayım, dedikten sonra anlatmaya başladı: Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki: 1- Allah Teâlâ, sadaka verenin malına bereket ihsan eyler. 2- O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir. 3- Allah Teâlâ, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar. 4- Allah Teâlâ, belayı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.”
Bundan sonra Resulullah (sav) efendimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sordu: “Ebu Bekir için ne dersin?”
İblis buna su cevabi verdi: “O bana, cahiliyle devrinde bile itaat etmedi. İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?”
- Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?
İblis buna su cevabi verdi: “Allah’a yemin ederim ki; her gördüğüm yerde ondan kaçtım.”
- Peki, Osman b. Affan için ne dersin?
- Ondan utanırım. Hem de çok... Nasıl ki, Rahman’ın melekleri de ondan utanırlar...
- Peki, Ali b. Ebu Talib için ne dersin?
- Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa, ben de kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... Ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım ama o beni bırakmaz.
Resulullah (sav) efendimiz yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
“Ümmetime saadet ihsan eden; seni de ta, belli bir vakte kadar saki kılan Allah’a hamdolsun.”
Resulullah Efendimizin bu cümlesini duyan lâin İblis söyle dedi:
“Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi görmez ve bilmezler. Beni yaratan ve kıyamet gününe kadar bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki; onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve âlimlerini... Ümmilerini ve okumuşlarını... Facirlerini ve âbidlerini... Hâsılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Fakat... Allah’ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.”
Bunun üzerine Resulullah (sav) Efendimiz sordu:
"Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?"
‘’Bilmez misin? Ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever. O Allah için bir ihlâsa sahip değildir. Bir kimseyi görsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten hoşlanmaz; bilirim ki o ihlâs sahibidir. Hemen onu bırakır, kaçarım. Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği sürece; kalbi de dünyaya bağlı kaldığı müddetçe, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misin ki, mal sevgisi, büyük günahların en büyükleri arasındadır. Bilmez misin ki, ya Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.”
İblis anlatmaya devam etti:
“Ya Muhammed, bilmez misin? Benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra... O her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmini ulemaya gönderdim. Bir kısmini gençlere yolladım. Bir kısmını da, evliyalara saldım. Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince... Onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da âbidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahitlerin… Onlar, bunların yanına girer, halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne, hep dolaşıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki, baslarla, sebeplerden herhangi birine sövmeye...

İşte böylece, onlardan ihlâsı alırım. Onlar, bu halleri ile yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayri. Ama asla bu hallerinin farkında olamazlar.

(Muaz bin Cebel (ra) rivayet)Milli Görüş Forum® - Sanalda Hakkın Sesi - 5.YIL
 
Üst