Duhâ Sûre-i Şerif’inin Tefsiri

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
Duhâ Sûre-i Şerif'i (1)


Sûre-i Şerif'in Takdimi:

Mekke-i mükerreme döneminde nâzil olmuştur. On bir Âyet-i kerime, kırk kelime ve yüz yetmiş iki harften müteşekkildir.

İlk Âyet-i kerime'de geçen ve "Kuşluk vakti" mânâsına gelen "Duhâ" kelimesi bu Sûre-i şerif'e isim olmuştur. "Ve'd-duhâ sûresi" olarak da anılır.

Kuşluk vaktinin kıymetli olması hasebiyle nafile namazlar arasında bir de Duhâ namazı bulunmaktadır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Kim kuşluk namazı kılmaya devam ederse, günah-ı sağiresi deniz köpüğü kadar dahi olsa mağfiret olunur." (İbn-i Mâce)

Bu namazın vakti gündüzün dörtte biri geçtikten sonra başlar, istivâ vakti, yani öğleye bir saat kalaya kadar devam eder. Dört, sekiz veya on iki rekât olarak kılınır. Gündüz kılındığı için dört rekâtta bir selâm verilir.

Nüzul Sebebi:

İslâmiyet'in ilk yıllarında Cebrâil Aleyhisselâm'ın inmesi bir süre gecikmişti. Bunu üzerine müşrikler: "Rabb'i Muhammed'e darıldı ve onu terketti!" gibi alaylı sözler söyleyerek birtakım sataşmalarda bulundular. Bunu üzerine Duhâ sûre-i şerif'i nâzil oldu, Resulullah Aleyhisselâm ve Ashâb'ı ferahladılar.

Muhtevâsı:

Bu mübârek Sûre-i celîle muhtevâsı bakımından, Resulullah Aleyhisselâm'ın Allah katındaki yüceliğini beşeriyete ilân etmektedir.

İlk üç Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ kuşluk vaktine ve durgunlaştığı zaman geceye yemin ederek Resulullah Aleyhisselâm'ı, müşriklerin iddiâ ettikleri gibi terketmediğini, kendisine darılmadığını bildirmektedir.

Mütabâki Âyet-i kerime'lerde; Sevgili Peygamber'inin üzüntü ve endişesini gidermek için iltifat etmekte, kendisi için çok büyük ikramlar hazırladığını beyan buyurmakta ve ona bazı tavsiyelerde bulunmaktadır.

Rabbânî İltifat:

Kur'an-ı kerim'de kıymetli olan bazı mahlûkatın üzerine yemin etmek âdet-i ilâhî'dendir. Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini müşriklerin istihzalarına karşı tesellî etmek için bu Sûre-i şerif'te de beyanlarına yeminle başlamıştır:

"Kuşluk vaktine andolsun!" (Duhâ: 1)

Güneşin yükselmekte olduğu bu vakit pek kıymetli olduğu için Allah-u Teâlâ kuşluk vaktine yemin ediyor.

Bu saatlerde dünyada hayat yeniden başlar, kâinat güneşin aydınlığıyla ve hararetiyle dolup taşar.

Allah-u Teâlâ gündüzü maişet zamanı, geceyi de istirahat zamanı olarak tayin etmiştir.

"Durgunlaştığı zaman geceye andolsun!" (Duhâ: 2)

Işığı karanlığa giydirip örttürdükten sonra, bir de çevirip karanlığı ışığa giydirir. Gecede bütün mahlûkat sükuna erer, her biri kendi yerine ve barınağına sığınıp girer.

Bu Âyet-i kerime'de öyle bir sır var ki; herkes uyuyup kâinat uykuya daldığında, sen yalnız Rabb'ine yönel, teheccüd ve tesbih namazı ile, zikir ve fikirle meşgul ol, gecenin derinliğinde Hazret-i Allah ile beraber ol.

"Rabb'in seni bırakmadı ve darılmadı." (Duhâ: 3)

Rabb'inden hiçbir zaman ümidini kesme. Seni seçtiğinden beri terketmedi, sevdiğinden beri darılmadı. Kalben münşerih ve müsterih ol, bütün işlerinde Rabb'ine tevekkül et, hiç kimseden korkma!

Bırakmak iki şekilde olur: Birisi lütuf eseri, birisi kahretmek için. Allah-u Teâlâ lütuf eseri bıraktığını belirtmek için, Âyet-i kerime'sinde ayrıca darılmadığını da beyan buyurmaktadır.

Hiç şüphesiz ki vahyin gecikmesi, tekâmül ve uygun olan yolun kendisine gösterilmesi içindi. Nübüvvetten önce de Resul'ünü kimseye muhtaç etmeyen Allah-u Teâlâ, nübüvvetten sonra yüz üstü bırakması aslâ düşünülemez.

"Andolsun ki senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır." (Duhâ: 4)

İşte bu hayat-ı hakikinin semeresidir. Nefsin ölümünden sonra yepyeni bir hayat başlar.

Bu tebliğ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i için olduğu gibi ümmet-i muhteremesine de bir tebliğdir. İnsanlar hayâlâta dalmak için değil, hakikati bulmak ve ahireti kazanmak için gönderilmişlerdir.

Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Dünyayı âhirete tercih etmek; kâfirin küfründeki, münâfığın nifakındaki, âsinin mâsiyetindeki gizli hastalığı gösteren bir işarettir. Hakk ve hakikati bırakıp dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)

Kâfirler dünyada muvakkat bir zaman için bir servete, bir mevkiye nâil olabilirler, yaşadıkları müddetçe bu imkânlardan istifade edebilirler. Fakat bu sadece geçici bir faydalanmadır. Süresi kısadır, sonu hüsranla biter.

Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.

"Sana Rabb'in, sen râzı oluncaya kadar verecek." (Duhâ: 5)

Sana öyle lütuflarda bulunacak, ikram ve ihsanından öyle verecek, öyle verecek ki, huzur ve ebediyet âleminde hoşnut olacaksın.

Bu öyle bir verilmedir ki; lütuf üzerine lütuftur, rızâ ve hoşnut olma makamıdır, ona âit övülen bir makamdır.

Bu ilâhî tebşir Ümmet-i Muhammed'e en büyük hediyedir ve bu nimet-i ilâhî, bu ikram-ı ilâhî, o âlicenâb Peygamber'in yüzü suyu hürmetinedir.

Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz en büyük şefâat makamı olan Makam-ı Mahmud'a erdirilmiştir.

Amr bin Âs -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm bir defasında İbrahim Aleyhisselâm'ın ve İsa Aleyhisselâm'ın ümmetleri hakkındaki Âyet-i kerime'leri okumuş, akabinde ellerini kaldırarak:

"Ey Allah'ım! Ümmetim!.. Ümmetim!.." diye duâ etmiş ve ağlamış.

Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ: "Yâ Cibril! Muhammed'e git, ona niye ağladığını sor. Rabb'in onun niye ağladığını biliyor ya!" buyurmuş.

Cebrâil Aleyhisselâm da gelerek sormuş. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş. Halbuki Allah-u Teâlâ onun ne söyleyeceğini pekâlâ bilir.

Nihayet Allah-u Teâlâ: "Yâ Cibrîl! Git Muhammed'e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında râzı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz." buyurmuş. (Müslim: 202)

O öyle bir makamdır ki, Allah-u Teâlâ yalnız ve yalnız ona bahşetmiştir. Hiç kimsenin şefâat edemeyeceği bir zamanda yalnız ona şefaat izni verilecek ve şefaatı kabul olunacak peygamber yalnız Muhammed Aleyhisselâm'dır.

Şefâat sayesinde kıyametin sıkıntısı ve şiddeti ümmetine dokunmayacaktır.

Duhâ Sûre-i Şerif'i (2)

Mânevi Destek:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Allah-u Teâlâ'nın bizzat himayesinde büyümüştü. Hıfz-u himâyesi onu çepeçevre kuşatmıştı. Çeşitli vasıtalar kullanarak başlangıçtan itibaren onu ilâhî bir gözetim altında tutmuştu. Âyet-i kerime'lerinde onu nasıl desteklediğini, nasıl barındırdığını, onu kudret eli içinde yaşattığını, onun bizzat muallimi olduğunu bize duyuruyor ve şöyle buyuruyor:

"O seni yetim bulup da barındırmadı mı?" (Duhâ: 6)

Seni terketmek ve sana darılmak bahis mevzuu değildir. O sana yetim doğduğun günden beri lütufta bulunmaktadır.

"Sen bilmezken doğru yola eriştirmedi mi?" (Duhâ: 7)

O seni peygamberlik alâmetlerinden ve ilâhî hükümlerden habersiz bulmuş; verdiği vahiy, indirdiği kitap ile bilmediklerini bildirerek doğru yolu göstermiştir.

"Seni fakir bulup zengin etmedi mi?" (Duhâ: 8)

Fakir ve yetim iken dünya refahına eriştirdi. Ticaret yollarını senin için kolaylaştırmak suretiyle, insanlara muhtaç olmaktan kurtardı.

Allah-u Teâlâ onu göz alıcı mucizelerle, kesin delillerle desteklemiş, halkettiği yüce sebepler ve azim hikmetlerle onu korumuştur.

Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Resul'üm! Şüphesiz ki sen bizim hıfz-u himâyemizde, gözetimimiz altındasın." (Tûr: 48)

Bir kimsenin bir malı ne kadar kıymetli olursa, onu o derece muhafaza etmeye çalıştığı gibi; Allah-u Teâlâ'nın yarattığı mahlûkâtın içinde en kıymetlisi o olduğu için, onu bizzat hıfz-u himâyesinde ve tasarruf-u ilâhîsinde bulunduruyor. O'nun bütün sevgilileri böyledir. O ise sevgililer sevgilisidir.



Merhamet Duyguları:

Arzedilen bu lütufları Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a bahşettikten sonra, fakir ve yetim olanlara şefkatle nazar etmesini, merhamet duygularını onlara duyurmasını emir buyuruyor:


"Sakın yetime kahretme!" (Duhâ: 9)

Sen yetim iken Rabb'in seni barındırdığı gibi, sen de yetimlere güzel davran. Sen yetimlerin efendisi ve önderisin.

Bu emir hem ona hem de ümmet-i muhteremesinedir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Ben ve yetimin işlerini üzerine alan kimse, cennette şöylece beraber olacağız." buyurdular ve şehâdet parmağı ile orta parmağını işaret ederek aralarını ayırdılar. (Buhârî)

Yetimlere karşı yapılacak en hayırlı şey, onların ıslâhını düşünmek, tâlim ve terbiyelerine bakmak, ilim ve irfanla terbiye etmek, malları varsa korumak, her türlü maddî ve mânevî ihtiyaçlarını, üzüntülerini gidermeye çalışmak gibi her türlü iyiliklerdir.

"Bir şey isteyeni reddetme!" (Duhâ: 10)

Allah-u Teâlâ ihtiyacını arzedip de istekte bulunan kimsenin hoşnut edilmeyerek reddedilmesini ve boş çevrilmesini yasaklamaktadır.

Muhtaç olan, dilenen kimse değildir. İhtiyaç içerisinde olduğu halde, kimseden bir şey istemeyen, istemekten sıkılan kimsedir.

Dilencinin ısrarla istemesi hoş karşılanmamıştır. Çünkü ısrarla istemede, kendini fazla acındırma, dilenmeyi alışkanlık hâline getirme ve karşıdakini huzursuz etme gibi mahzurlar vardır. İslâm dini dilenciliği hoş görmediği gibi, ihtiyacından dolayı istemek zorunda kalan fakir ve yoksulları eli boş çevirmeyi de tasvip etmemiştir.

İhtiyacını arzeden bir kimseye bir şey verilmesi muvafık görülürse verilmeli; verilmediği takdirde yumuşak bir dille, nezaketle davranmalı, hakaretle ve azarlayarak kovmamalıdır.

İhtiyacından dolayı isteyeni reddetmeyip bir şey vermek, bir emr-i ilâhîyi yerine getirmek olduğu gibi, aynı zamanda büyük bir fazilettir. Rızâ-i ilâhî'yi kazanmaya vesile olur.

Öyle kimseler vardır ki işsizdir, ihtiyaç içindedir. Kimisi de çalışır amma kazancı ile geçimini sağlayamaz. Sadaka vermek için işte bu gibi kimseleri aramak, görüp gözetmek gerekir.

"Ve Rabb'inin nimetini anlat!" (Duhâ: 11)

Rabb'in sana hidayet yolunu gösterdiği ve o yolun rehberliğini yaptırdığı gibi, sen de insanlara doğru yolu göster. Bütün nimet, ihsan ve ikramların âlemlerin Rabb'ine âit olduğunu düşünerek, O'nu hatırla ve O'na rağbet et.

Allah-u Teâlâ'nın kullarına olan nimetleri o kadar çoktur ki, saymak mümkün değildir. Değil nimetlerini, bir nimetinin binde birini dahi insanın aklı almaz.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Allah'ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız, icmâlen bile sayamazsınız." (İbrâhim: 34)

En büyük nimet olan İslâm'ın insanlara en güzel yollarla tebliğ edilmesi gerekir. Bu vazife "Rabb'inin nimetini anlat"mak olur.

En kıymetli çalışma Hakk yolda çalışıp, halkı İslâm'ın sulh ve selâmetine dâvet etmek gayesi ile gayret etmektir. En kötü insanken, hidayet erişiverince bir anda en iyi insan olur, bu nimetten o da müstefid olur.

Bir kimsenin kurtuluşuna vesile olabilmek büyük bir menfaati muciptir.

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Moderatörün son düzenlenenleri:
Üst