Çevre ve Şahsiyet

KF_Admin

Administrator
Forum Administrator
Çevre ve Şahsiyet

016.jpg



"İnsan, tabiatının ve mîzacının değil, kendisini saran muhîtin ve bu muhîtten kazandığı alışkanlıkların (ve kültürün) çocuğudur". İbnu Haldun

Küre-i arz seyyaresi, hayatın beşiği yani "Dünya" olabilmek için yedi kat atmosfer veya yedi kat sema ile çevrilmiştir. Bu katlardan birinin eksikliği ondaki hayat dengesini bozacaktır.

Ademoğlu da böyle. Sıradan bir canlı olmaktan çıkıp, belli bir dini, belli bir milliyeti, belli bir içtimaî mevkii ve belli bir adı olan "şahsiyet" olabilmek için, maddî - manevî pek çok muhitler, çevreler ve sargılarla kuşatılmıştır. Bu da onlarsız olmaz. Açıklayalım:

İnsan özde ruhtur, ama bedensiz düşünebilir miyiz?

Beden onun ilk sargısı, birinci muhîti değil midir!

Bu öz ve sargı samîmi ve hayatlar bir birlik ve terkîb arzederler: Birinin diğerine te'siri ve bağımlılığı vardır. Nitekim, elçilerin güzel yüzlü olması hususunda Rasûlullah'ın (aleyhisselam) gösterdiği titizliği, İslâm alimleri: "Çünkü yüz güzelliği ruh ve huy güzelliğine delildir" diye yorumlarlar.

Ruh'a, birinci muhiti olan beden te'sîr ettiği gibi, ikinci muhit ve sargı olan elbise de tesir eder. Bundandır ki, abid'in bedeni kadar elbisesi de temiz olacak, İslâmî olacak. Fiilî-yatda da öyle değil mi? Her medeniyetin, her kültürün kendine has bir kıyafeti yok mu! Hatta aynı cemiyet içerisinde dindarların, fasıkların, kopuk takımlarının bile kıyafetleri farklıdır. Kıyafet, bir kısım değerleri koruduğu içindir ki, birçok cemiyetlerde kanun konusu bile olmuştur, korunmuştur.

Kur'an-ı Kerîm'de İslâmî kıyafetin ana hatlarını tespit eden ayetleri, hadis kitaplarında kitabu'l-libas adı ile müstakil bölümler teşkil edecek kadar çok sayıda gelen hadîsler tamamlar. Rasûlullah (aleyhisselam): (Kılık kıyafette) kim bir kavme benzerse onlardandır" buyurmak, veya saçı sakalı karışık olan bir kimseyi "şeytan"a benzetmek suretiyle "kıyafet muhîti'nin ruh üzerindeki tesirine dikkat çekmiş olmaktadır.

Ruhumuzu, sadece "bedenî" ve "libasî" muhîtlerin nezahetiyle koruma altına almış olmuyoruz. Yaşadığımız mekan'ın da temiz olması gerekir. Pis mekanda ibadet yapılamaz, Rasûlullah (aleyhisselam) pis yerlerde rahmet meleklerinin bulunmayacağını ifade buyururlar.

Mekan deyince, ilk önce, ömrümüzün çoğunun içinde geçtiği meskenlerimiz, evlerimiz akla gelir. Mesken, sükunet yani huzur bulunan yer demektir. Rasûlullah (aleyhisselam) meskenlerin "salih" olmasını tavsiye eder. Yani sükunet bulmaya salih, İslâmî hayatı yaşamaya salih, çocuklara İslâmî terbiyeyi vermeye, manevî değerleri korumaya vs. salih!

Salahetin içine neler girmez ki!

Her medeniyetin, her hayat nizamının meskeni, maddesiyle, planıyla, tezyinatiyle, tefrişatiyle farklıdır. Meskendeki her bir unsur, içinde yaşayanın bir inancını, bir zevkini, bir hayat görüşünü aksettirir. Sözgelimi, üç kişilik bir aile için yeterli sayılacak bir evde, yedi - sekiz kişi yaşamak zorunda bırakılsa, pek çok sıkıntı ve huzursuzluklardan başka, mahremiyet duygusu, utanma duygusu, haremlik-selamlık tatbikatının koruduğu pek çok telakkiler, edebler, adablar kaybolup gidecektir. Nitekim, tarihten intikal eden her çeşit inanç ve an'aneyi yıkarak, yerine, kendi ideolojik sistemini yerleştirmek azminde olan Komünist Rusya, vatandaşlarını, son derece dar meskenlerde yaşatma siyasetini, ta bidayetten beri, hiç taviz vermeden, uygulamaktadır. Burada, ekonomik endişe değil, ideolojik hesap hakimdir.

Mühendis ve mîmarlar muhitinde yaygın olan: "Meskenlerimizi biz inşa ettiğimizi zannederiz. Halbuki, bizi meskenlerimiz inşa etmektedir" sözü "mesken muhîtî'nin ruh'a, şahsiyete olan etkisini açıklar.

Daha uzak bir muhît olan arkadaş muhîti'nin şahsiyete te'siri herkesçe bilinen bir husus. Rasûlullah'ın (aleyhisselam): "Kişi, dostunun dini üzeredir. Öyle ise, her biriniz, dost edindiği kimselere dikkat etsin" hadîsleri ile Kur'an-ı Kerîm'in: "Mü'minler, mü'minlerden ayrılıp kafirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa, Allah'la ilişiği kesilmiş olur" (Al-i İmran 28) ayeti, başka söze hacet bırakmaz.

Arkadaş çevresini de içine alan ve çok daha geniş olan "içtimaî muhît'in şahsiyet üzerindeki müspet veya menfi etkisi, kaçınılması imkansız derecede kesindir. Ferd, bu noktada, adeta emrivakilerle karşılaşır. Dilini, dinini, milliyetini, ve karakterini teşkil eden sabit huylarını burada kazanır. İçtimaî muhît'in, şahsiyetin inşasında, ferdî tedbirleri son derece kısıtlayan, bazan hiçe indiren emrivakilerini te'yîd eden Kur'anî örnekler var:

Kur'an-ı Kerîm'deki Ashab-ı Kehf kıssası, dinî ve ahlakî yönden bozulmuş içtimaî çevreden kaçışın eskiliğine örnek olduğu gibi, günümüz insanına da bir irşattır.

Keza, İsrailoğullarının, bin bir tehlikeyi göze alarak Mısır'dan Firavun'un zulüm ve küfründen kaçmaları daha çarpıcı bir örnektir: Filistin'e geldikleri zaman, Hz. Musa'nın (aleyhisselam) cihad çağrısını:

"....Ey Musa... Sen ve Rabbin beraber gidin, ikiniz harbedin, biz kesinlikle burada oturucularız" şeklinde cevaplamaları üzerine, ilahî bir ceza olarak, kırk yıl çölde başı boş dolaştırılmalarını İbnu Haldun mevzuumuz, yani içtimaî çevrenin insan şahsiyetine tesiri açısından yorumlayarak, ezcümle, şöyle der: "(...) Bu şaşkın dolaşmanın hikmeti ve maksadı uzun müddet Mısır'da zillet, zulüm ve eziklik içinde yaşadığı için hamiyeti gitmiş, tezellül ve meskenet kendine huy haline gelmiş olan eski neslin yok olup, onun yerine çölün hür havasında yetişen tahakküm ve kahır çekmemiş izzet-i nefis ve hamiyet sahibi yeni bir nesil yetişmesidir. Bundan anlarsın ki, kırk yıl bir neslin gidip yeni bir neslin gelmesi için zaruri olan asgarî müddettir".

Bu meseleye hadîslerde çok daha çarpıcı örnekler var. Burada sunacağımız, yüz kişiyi öldürdükten sonra tevbe yolu arayan azgın bir katilin affıyla ilgili. Uzunca olan hikayenin bizi ilgilendiren kısmında Resûlullah (aleyhisselam), bir nasihatçi alimin dilinden şunları söyler: "Seninle tevben arasına kim girebilir! Ancak, yaşamakta olduğun o habîs köyden çıkacaksın... Falanca köye gideceksin... Orada Allah'a ibadet eden insanlar var. Onlarla sen de ibadet et. Artık bir daha kendi beldene dönme, zira orası kötü bir yerdir"
İnsanı saran, insanlık dairesi, coğrafî muhît, iklim şartları gibi daha başka müessir kuşaklar, muhitler de var, ancak, onlara işaretle yetiniyoruz.

Sözümüzü bitirirken, başa dönüp, diyoruz ki: Evet insan da, dünya gibi mütedahil daire ve muhitlerle sarılmıştır. Her ikisinde de "hayatî" denge bunlarla sağlanır.

Ancak arada mühim bir fark var: Dünya bunlara kesinlikle mahkumdur. İnsan ise, iradesiyle onlara hakim olabilir: Elbisemize, evimize irademizle farklı şekiller verebileceği-miz gibi, arkadaş çevremizi, içtimaî çevremizi de değiştirebiliriz, ve esasen mü'minde buna mahkumdur, bunu yapmanın imtihanını vermektedir: İradesini kullanmaya, yani muhîtini, Kur'an-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyenin emirlerine uygun şekilde iradî olarak inşaya mahkumdur. Hadîsler bunu "hakîki hicret" olarak ifade eder. Öyle ise, Kur'an ve hadîslerde ısrarla ifade edilen "kötü çevreden hicret" emri, bu manada kıyamete kadar hükümfermadır.

Hazreti Peygamber anlatıyor:

Ebu Musa'l-Eş'arî (r.a.) Peygamber (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

- İyi ile oturup kalkan ve kötü ile oturup kalkanın benzeri ancak koku taşıyanla körük çeken gibidir. Misk taşıyan, ya sana bir koku verir, ya sen ondan satın alırsın yahut hiç olmazsa ondan iyi koku koklamak imkanı bulursun. Körük çekene gelince, ya elbiseni yakacak veya çirkin koku bulur koklarsın.

Buhari - Müslim

İzahı

İyi insanla sohbet de böyledir. Ya sana hayırlı bir şey öğretir, ya sen sorar, öğrenirsin. Hiç biri olmazsa bile iyilikten başka bir şeyle karşılaşmazsın.

Kötü kimse de kendi günahıyla seni de nara yakar, kötüyle arkadaş olmanın zararlarını çekersin.


Prof. Dr. İbrahim Cânan

 
Üst