Baş Düşmanlar

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm


Baş Düşmanlar -1-




Mekke'de İslâm'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a muhalefet eden ve alaya alan birçok zındıklar olmakla beraber, bunların ön ayak olanları azılı birkaç kişiydi.



Ebu Leheb:

Resulullah Aleyhisselâm'ın en büyük düşmanlarının başında amcası Ebu Leheb geliyordu. İslâmiyet'ten önce Resulullah Aleyhisselâm'ın dostu olan Ebu Leheb, iki oğlu Utbe ile Uteybe'yi onun kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm ile evlendirmişti. Ancak Peygamber olduktan sonra daha ilk dâvetinde kendisine şiddetle karşı çıktı. Putlarla mücadelesi sebebiyle aleyhine geçti ve en azılı düşmanlarıyla iş birliği yapmaktan çekinmedi.

Evi Resulullah Aleyhisselâm'ın evine yakın olduğu için, evini sık sık taşa tutar veya başkalarına taşlatır, kapısının önüne her çeşit pisliği atmaktan çekinmezdi.

Ebu Süfyan'ın kızkardeşi olan karısı Ümmü Cemil de Resulullah Aleyhisselâm'a eziyet etmekten geri kalmazdı.

Ebu Leheb Resulullah Aleyhisselâm'ı her yerde takip eder, sözlerini yalanlar, onun bir sihirbaz ve yalancı olduğunu, kavmini birbirine düşürdüğünü, sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söyler dururdu. Kendisinin ve karısının Resulullah Aleyhisselâm'ı rahatsız eden bu hareketleri üzerine Tebbet sûre-i şerif'i nâzil oldu. Karısı da kendisi de ilâhî gadaba uğramışlardı.

Ebu Leheb'in elleri kurumuş, öldüğünde üç gün kimsenin haberi olmamış, cesedi kokmuş, adam tutularak bir çukura gömülmüştür.



Ebu Cehil:

Elinden ve dilinden müslümanların en çok çektiği putperestlerden biri olan Ebu Cehil, Mekke'nin o gün için en bilgili ve ileri gelenlerinden idi. Velid bin Muğire'nin de yeğeni idi. Asıl adı Amr bin Hişam iken, Allah'a ve Peygamber'ine karşı küfründe her geçen gün biraz daha inatlaştığı için, Resulullah Aleyhisselâm tarafından kendisine "Cehâletin babası" mânâsına gelen Ebu Cehil adı verilmiştir.

İslâm dâvetine başından beri karşı çıkmış ve müslümanlar aleyhinde hazırlanan bütün komplolarda başrolü oynamıştı. Velid bin Muğire ile beraber, kendi kabilelerine mensup olmayan bir kimsenin peygamber olmasını hazmedemedikleri için Resulullah Aleyhisselâm'a inanmayacaklarını açıkça söylemişlerdir.

Ticari nüfuz ve servetinden güç alan Ebu Cehil, hayatı boyunca İslâmiyet'in yayılmasını engellemeye çalıştı, müslüman olanları da dinlerinden vazgeçirmeye gayret etti. İslâmiyet'i kabul eden kişi itibarlı biri ise, ona itibarını kaybedeceğini söyleyerek; ticaretle uğraşıyorsa, kendisini iflâs ettirmekle tehdit ederek; güçsüz ve kimsesiz ise onu döverek dininden döndürmeye çalıştı. Ammar bin Yâsir -radiyallahu anhümâ- ile annesine, babasına ve daha birçok müslümana çok ağır işkenceler yaptı.

On bir müşrik arkadaşı ile halkın Hacc mevsiminde Resulullah Aleyhisselâm'la görüşmesini ve etkilenmesini engellemek, onları iman etmekten vazgeçirmek için aralarında iş bölümü yaparak, Mekke'nin girişini kontrol altına almışlardı.

Resulullah Aleyhisselâm, İslâmiyet'in yayılmasına yardımı olur düşüncesiyle bazı nüfuzlu kişilerin hidayete ermeleri için Allah-u Teâlâ'ya duâ ederdi. Hidayete ermesini arzu ettiklerinden biri de Ebu Cehil idi.

Hicretten birkaç yıl önce Mahzumoğulları kabilesinin reisliğine getirilen Ebu Cehil, Resulullah Aleyhisselâm'a ve müslümanlara her fırsatta sözlü ve fiili saldırıda bulunmuştu. Müslümanlara karşı başlatılan boykotla onların Ebu Tâlib mahallesinde üç yıl boyunca muhasara altında tutulmasına öncülük etmiş, dışarıdan yapılmak istenen yardımlara da engel olmuştu.

Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye hicret etmesine mâni olmak için Dârünnedve'de yapılan toplantıda onun her kabileden seçilecek gençler tarafından öldürülmesini teklif eden ve hicret gecesi evini muhasara altına alarak öldürülmesini plânlayan da yine odur.

Bir ömür cehâlette kalan Ebu Cehil, müşriklerin muharebe ihtiyaçlarının büyük bir kısmını bizzat karşıladığı Bedir savaşı'nda cezasını bulmuş, katledilen diğer müşriklerle beraber Bedir'deki kör kuyulardan birine atılmıştır.

Resulullah Aleyhisselâm'ın: "Bu ümmetin firavunu" olarak vasıflandırdığı Ebu Cehil hakkında pek çok Âyet-i kerime nâzil olmuştur.

Ezcümle Kıyâmet sûre-i şerif'inde şöyle buyurulmaktadır:

"İşte o tasdik etmemiş, namaz da kılmamıştı. Aksine yalanlamış ve arkasını dönmüştü. Sonra da salına salına yürüyerek taraftarlarının yanına gitmişti. Gerektir o belâ sana gerek! Evet! Gerektir o belâ sana gerek!" (Kıyâmet: 31-35)

Bu Âyet-i kerime'ler onun gibi İslâm düşmanlarını da kapsamaktadır.

Annesi Esma binti Muharribe -radiyallahu anhâ- müslümanlıkla şereflenmiş, Mekke'nin fethinden sonra müslüman olan oğlu İkrime -radiyallahu anh- ise meşhur bir vali ve kumandan olarak İslâm'a hizmet etmiştir.




Velid bin Muğire:

İslâm'ın büyük kumandanı Halid bin Velid -radiyallahu anh-in babası Velid bin Muğire, müşriklerin akıl hocalarından ve ileri gelen söz sahiplerindendi. Bunun içindir ki, "Biricik" ve "Kureyş'in gülü" diye lâkaplanmıştı. Allah-u Teâlâ ona dünya nimeti olarak bol mal ve çocuk vermiş, onu rızka boğmuştu. Mekke ve Tâif'te deve sürüleri, kısrakları, geniş miktarda bağ ve bahçeleri, köle ve câriyeleri bulunuyordu. Tâif'te bir bahçesi vardı ki yaz-kış meyvesi hiç eksilmezdi. Buna rağmen Allah-u Teâlâ'nın nimetlerine nankörlük etti.

Resulullah Aleyhisselâm onun müslüman olmasını çok arzulardı. Bir defasında Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına geldi, oturup öğütlerini dinledi, kalbinde İslâmiyet'e karşı bir meyil uyandı, neredeyse müslüman olacaktı. Ne var ki, müşriklerden bir adam onu azarlayıp: "Atalarının dinini terk mi ediyorsun? Kendi dinine dön, onda sebat et!" dedi. Velid: "Allah'ın azabından korktuğum için ona uydum." diyerek kendisini mazur göstermeye çalıştı. O adam, kendisine bir miktar para verip eski dinine döndüğü takdirde, Allah'tan gelecek azabı onun yerine kendisinin çekeceğine dâir garanti verdi. Bunun üzerine Velid, adamın istediği malın bir miktarını verip kalanına cimrilik göstererek dayattı.

Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Gördün mü o yüz çevireni? Azıcık verip, sonra vermemekte direneni? Gaybın bilgisi onun yanındadır da, o kendisi mi görüyor? Yoksa kendisine haber verilmedi mi Musa'nın sahifelerinde olanlar? Ve vazifesini tamamen ifâ eden İbrahim'inkinde olanlar? Ki, gerçekten hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez." (Necm: 33-38)

Velid bin Muğîre, İslâm'a karşı her türlü kötülüğü düşünüp tatbik sahasına koymaya çalışırdı. Daha çok zekâ ve kabiliyetiyle, evlât ve servetiyle övünür: "Ben bir oğlu birim, Araplar içinde bir benzerim yoktur." deyip dururdu. Bütün kin ve kıskançlığı ile Resulullah Aleyhisselâm'ın karşısına çıkar, onun peygamberliğe lâyık olmadığını iddiâ ederdi. Zaman zaman hırçınlaşıp saldırıya geçmeyi plânlar ve bu yüzden geceleri uykusu kaçardı.

Kureyş'in ileri gelenleri Resulullah Aleyhisselâm'ı susturamayıp, onu susturacak ve dâvetinin nurunu söndürecek çareleri bulmakta zorluk çekince Velid'e başvurdular. Çünkü hangi hususta olursa olsun, onun görüşü tercih edilirdi. O da uzun boylu düşündükten sonra: "O bir sihirbazdır. Baksanıza kişiyi, âilesinden, çocuğundan ve sevdiklerinden nasıl ayırıyor?" diyerek sihirbaz lâkabını takmalarını, kölelerine ve çocuklarına ona bu şekilde seslenmelerini emretmelerini tavsiye etti. Herkes: "Muhammed sihirbazdır." demeye başladılar. Resulullah Aleyhisselâm bu duruma çok üzüldü.

Allah-u Teâlâ bu mağrur kâfirin cezasını yakında bizzat vereceğini beyan buyurarak Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini teselli etmiş, Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Resul'üm! Tek olarak yarattığım, kendisine bol bol servet ve göz önünde duran oğullar verdiğim, nimetleri yaydıkça yaydığım o adamla beni başbaşa bırak!" (Müddessir: 11-14)

Velid'in ayağında basit bir yara çıktı, tedavisi mümkün olmayacak şekilde müzminleşti. Yıllarca acısını çekip başka şeylerle ilgilenemedi. Hicretten üç ay sonra da bu yaradan ölerek, kıyamete kadar gelecek olan o tıynettekilere bir ibret numunesi oldu.


"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 

kurtuluş

KF Ailesinden
Özel Üye
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm

Baş Düşmanlar -2-

Ümeyye bin Halef:

Ümeyye bin Halef de İslâm düşmanlığında ileri giden, Kureyş'in en sayılı zındıklarından ve zulüm şebekesi elemanlarındandı. Mekke'nin o can dayanmayan sıcak günlerinde Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh-i bir gün bir gece aç susuz bıraktıktan sonra sırtüstü yatırıp ve göğsünün üzerine kocaman bir kaya parçası koydurup işkence eden, sonra da boynuna ip takıp dağ tepe demeden dolaştırtan odur.


Resulullah Aleyhisselâm'a her ne zaman rastlasa kaşıyla, gözüyle alay eder, ayıplamaya çalışırdı.

Bedir günü Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- onu görür görmez: "Ey Ensâr! Bu habis Ümeyye'dir, yakalayınız! Küfrün başı buradadır! O kurtulursa ben kurtulmayayım!" diye bağırmış, müslümanlar da onu ve oğlunu süngüleyerek öldürmüşlerdi.



Âs bin Vâil:

Âs bin Vâil, Kureyş kabilesi'nin Sehm kolunun reisi olup meşhur sahabî Amr bin Âs -radiyallahu anh-ın babasıdır. Güçsüz ve kimsesizlere yaptığı zulümlerle tanınmıştır.


Malını satmak için Mekke'ye gelenlerden satın aldığı malın bedelini ödemezdi. Onun bu gibi haksızlıkları İslâm'ın gelişinden sonra da müslümanlara karşı devam etmiştir.

Habbab bin Eret -radiyallahu anh- kendi eliyle yaptığı kılıçlardan birkaçını ona satmış, parasını alamamıştı. Borcunu ödemek için Resulullah Aleyhisselâm'a dil uzatmasını şart koşmuş, o da: "Senin ölüp tekrar dirildiğini görmedikçe bu işi yapmam." diye cevap verince Âs: "O halde ödeşmemiz ahirete kalsın. O gün benim malım ve evlâdım olacak, o zaman öderim." diyerek alay etmişti.

Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurdu:

"Resul'üm! Âyetlerimizi inkâr eden ve: 'Bana elbette mal ve evlât verilecektir.' diyen adamı gördün mü? O gaybı mı biliyor, yoksa Rahman'ın katından bir söz mü almıştır? Kesinlikle hayır!

Biz onun söylediğini yazacağız ve azabını uzattıkça uzatacağız. Onun dediğine biz vâris oluruz ve o bize tek başına yapayalnız gelir."
(Meryem: 77-80)

Kur'an-ı kerim'de "Ebter" diye vasıflandırılan da odur.

Müşrikler Resulullah Aleyhisselâm'ın Kalb-i Nebevî'lerini rencide edecek sözler söylemekten çekinmezlerdi.

Oğlu Kasım vefat ettiğinde Âs bin Vâil: "Bırakın şu nesli kesilmişi! Artık ölümünden sonra adını anan bulunmayacak." demişti. Bunun üzerine hakkında Kevser sûre-i şerif'i nâzil olmuştur.

Allah-u Teâlâ kıyamete kadar anılmak üzere şöyle buyurdu:

"Resul'üm! Gerçekten biz sana tükenmeyen pek çok nimet vermişizdir. Öyleyse Rabb'in için namaz kıl, kurban kes!

Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan dil uzatan kimsedir." (Kevser: 1-3)

O iğrenç sözleri söyleyenlerin, karşı çıkarak yolunu kestiklerini zannedenlerin gerçekten de zürriyetleri kesilmiş, defterleri dürülmüştür.

Dine karşı direniş ve tepkilerini ömür boyu sürdüren Âs, merkebi ile Tâif'e giderken ayağının ayasına diken battı. Dikeni bulamadılar. Bacağı devenin boynu gibi şişti, yerinden kıpırdayamaz hâle geldi. Hicretten birkaç ay önce iniltiler içinde kıvrana kıvrana ve bağıra bağıra ölüp gitti.



Nadr bin Hâris:

Resulullah Aleyhisselâm'a en çok ezâ ve cefâ eden Kureyş'in seçme cânilerinden birisi de Nadr bin Hâris idi. Çok zeki ve fesat bir adamdı. Resulullah Aleyhisselâm'a daima hakaret eder, Kur'an-ı kerim'le rekabete kalkışırdı.


Müşrikler ellerinden geleni yapmalarına rağmen müslümanlığın yayılmasını engelleyemeyince Nadr bin Hâris Kureyşliler'e şunları söyledi:

"Bu adama karşı çıkma usulünüzle neticeye varamazsınız. O şimdiye kadar sizin aranızda yaşadı. Ahlâken en iyi olanınızdı. En doğru, en dürüst ve güvenilir bir kişi olarak temayüz etti. Siz tutmuşsunuz, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Buna kim inanır? Halk, bir kâhin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairle bir mecnunun halini ayırt edemezler mi? Bu ithamlarınızın hiçbiri ile halkın dikkatini ondan çeviremezsiniz."

Daha sonra halkın dikkatlerini Kur'an-ı kerim'den ayırmak için acem hikâyeleri anlatmanın bir çare olacağını onlara tavsiye etti.

Kendisi de ticaret maksadı ile Rum ve İran beldelerine gider, oralarda hikâye ve masal öğrenir, gelip Mekke halkına anlatırdı. Resulullah Aleyhisselâm bir topluluktan kalktığı zaman hemen hikâye anlatmaya başlar ve: "Allah için söyleyin, benim mi yoksa Muhammed'in mi hikâyeleri daha güzel?" derdi.

Bu maksatla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Resulullah Aleyhisselâm'ın etkisi altına girdiğini işittiği zaman şarkıcı kızı ona musallat ederdi. "Onu yedir içir, şarkılarınla kendine öyle bağla ki, oradan kopup seninle hemhal olsun." derdi.

Onun hakkında nâzil olan Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

"Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: 'İşittik, istersek biz de benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir.' derlerdi." (Enfâl: 31)

"Hani bir zaman da onlar: 'Ey Allah'ım! Eğer bu kitap gerçekten senin katından ise üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıklı bir azab getir.' demişlerdi." (Enfâl: 32)

Âyet-i kerime'de beyan buyurulduğu üzere:

"Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir." sözünü Nadr bin Hâris söylemiş ve birçokları da ondan duyup tekrarlamışlardı.

Öyle dediler, fakat yıllarca bütün gayret ve didinmelerine rağmen bir türlü onun aynısını veya benzerini söyleyemediler. Sonra kılıçla mücadele etmek zorunda kaldılar.

Asırlar geçti, onlar gibi düşünen niceleri aynı şeyleri geveleyip durdular, fakat onlar da Kur'an-ı kerim'in bir benzerini getiremediler. Benzerini söylemek ellerinden gelseydi, kesinlikle geri durmazlardı.

Nadr bin Hâris bu sözü söylediği zaman Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Yazıklar olsun sana! Bu Allah kelâmıdır." buyurmuştu.

Buna karşılık o da, Âyet-i kerime'de geçtiği üzere:

"Eğer bu Kur'an gerçekten Allah kelâmı ise, bizim bunu inkâr etmemize bir ceza olmak üzere Allah ya başımıza taş yağdırsın veya bize başka türlü elem verici bir azap göndersin." diyerek küfür ve inkârında ısrarlı ve iddiâlı olduğunu göstermek istemişti.

Diğer Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyurulmaktadır:

"İsteyen birisi inecek azabı istedi. O, kâfirler içindir ve ona engel olacak hiç kimse yoktur." (Meâric: 1-2)

İster istesinler ister istemesinler, o azap mutlaka onlara gelir.

Kur'an-ı kerim'de onun hakkında nâzil olan on kadar Âyet-i kerime daha vardır.

Nadr, kendisi istediği ve hakettiği bu azabı Bedir'de bulmuştur. Allah-u Teâlâ müminlere onu yakalama fırsatı verip de esirler arasına düştüğünde, Resulullah Aleyhisselâm elleri bağlı olarak kendi önünde boynunun vurulmasını emir buyurdu.



Ukbe bin Ebî Muayt:

En şiddetli İslâm düşmanlarından birisi de Ukbe bin Ebî Muayt'dır. Resulullah Aleyhisselâm Kâbe'de namaz kılarken elbisesini boynuna dolayıp şiddetle sıkmış ve boğmak istemiş diğerleri de gülüşmüşlerdi.


Ömrü boyunca inananlarla, dinle, imanla alay edip durmuştur. Nihayet Bedir'de diri ele geçmiş, Nadr bin Hâris gibi elleri bağlı olarak boynu vurulmuştur.

Esir alınan yetmiş kişiden sadece bu ikisinin öldürülmesi, küfürde ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir.



Esved bin Abdiyağus:


Resulullah Aleyhisselâm'ın dayısının oğlu olan Esved bin Abdiyağus İslâmiyet'le her fırsatta alay eder, fakir ve kimsesiz müslümanları gördüğü zaman:

"Bakın bakın! İşte bunlar Kisrâ'nın memleketini zaptedeceklermiş, bunlar, yeryüzüne hâkim olacaklarmış!" derdi. Resulullah Aleyhisselâm'ı görünce de: "Bugün yine göklerle konuştun mu?" gibi sözler sarfederdi.

O da son zamanlarda ishale yakalandı, karnı şişti. Birkaç ay inim inim inledi, ızdırap ve uykusuzluk içinde kıvrana kıvrana öldü.



Diğer Bazıları:


Mut'im bin Adiyy, işitip de incinsinler diye yüksek sesle müslümanlara dil uzatırdı. Bedir savaşından önce doksan yaşlarında ölmüştür.

Resulullah Aleyhisselâm'la alay edenlerden birisi de Hars bin Kays'dır.

"Muhammed Ashâb'ını aldatıyor, öldükten sonra dirilmek var diyor, böyle şey mi olur?" derdi.

Tuzlu bir balık yemiş, ne kadar su içtiyse kanmamış, su içe içe midesi patlayarak ölmüştür.

Esved bin Muttalip, elebaşı kâfirlerin maşalığını yapardı. Kısa zamanda gözlerine bir ağrı saplandı ve kör oldu, çocukların eğlencesi haline geldi.

Böylece:

"Onlar yakında bilecekler!" (Hicr: 96)

Âyet-i kerime'si tecellî etmiş, Allah-u Teâlâ; Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i ile alay eden, dinini hafife alan, Kur'an-ı azîmüşan'ı küçümseyen münkirlere bir bir cezalarını dünyada da vermiştir. Ahirette verilecek cezalar ise şüphesiz ki daha şiddetlidir.

Binaenaleyh bu gibi kimselerin akla hayale gelmedik belâlarla mübtelâ oldukları, verilen mühlet dolunca hâk ile yeksan oldukları, dolayısıyla Âyet-i kerime'nin sırrının zuhur ettiği her asırda görülmektedir.

Allah-u Teâlâ, dinine ihanet edeni ihanetle helâk edeceği şüphesizdir.

Nitekim Âyet-i kerime'sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine şöyle buyurdu:

"O halde nefsin onlar hakkında bir takım üzüntülere dalarak yıpranmasın. Çünkü Allah onların yaptıklarını çok iyi bilendir." (Fâtır: 8)

Onlar yaptıkları kötülüklerin cezâsına kavuşmuş olacaklardır.




"Bu eser, Pakistan Devleti tarafından 1997 yılında düzenlenen Dünya Sîret yarışmasında birincilik ödülüne layık görülmüş ve Muhterem Müellif'e bir liyakat belgesi verilmiştir."

ÖMER ÖNGÜT -kuddise sırruh
 
Son düzenleme:
Üst